- 399 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KIZI GİİZLİ GİZLİ SEVMEK
Eylül yağmurları ve serinliklerinin hissedildiği zamandı. Dedim içimden, “ona bir selam ver. Sadece bir selam ver. İşe yarayabilir, basit; ama sıcak bir selam çok işe yarayabilir.”
İlk selamı şaşkınlıkla ve utanarak karşıladı, biraz gülümsedi, günler sonra ikinci selamımda daha korkusuz ve samimiydi, bir haftaki üçüncü selamımda daha bir içtendi. Üç gün sonra dördüncü selamımda güvenlik kalkanlarını ve korkularını yelken gibi indirmişti ve benim de elimde tost vardı ve banka, yanına kuruldum korkusuzca. Tostu onunla temas kurabilmek için kantinden almıştım. Hepsi numaraydı, taktikti, haberi yoktu.
“Tanışabilir miyiz?” dedim.
“Tabi” dedi içtenlikle.
O gün birkaç laftan öteye gidemedik. Dış sesleri dinledik. Tutuktuk. Ben de açılamadım.
Sonra birbirimizi tanıdıkça dostluk gelişmeye başladı aramızda. Yalnız duruşunun sebebini sınıfta ya da okulda anlaşabildiği kimsenin olmamasındanmış. Bir gün yine yanına oturdum bankta, öğle arasıydı, poşetinde ne varsa yanımda açmaya çekindiğini anladım. Zorlandığı, içini bir şeyin kemirdiği belliydi. Poşeti açtı sonunda. Kalp ameliyatı yapar gibi dikkatliydi. İçinden üç haşlanmış patates, bir avuç zeytin, çökelek, mısır ekmeği çıkardı. Yemem için çok ısrar etti, ben de hatırı için biraz yedikten sonra kantine gidip ona bir kutu süt alıp geldim, yanına oturdum, biraz oturup sohbet ettikten sonra ayrıldım.
“Gitme, ne olursun, kal da sohbet edelim, neyin var?” dedi.
O içimi tatlı tatlı çeken sakin ses tonu.
“Acil bir işim var, geleceğim.”
Duygulanmıştım samimiyetinden, iyilik dolu kalbinden etkilenmiştim, onda öyle bir şeyin varlığını çok güçlü biçimde hissetmiştim. Aniden patlak vermişti: Çocuk gibi hüzünlenmiştim.
Yanında ağlamamak için yanından ayrılmıştım yalan atıp.
Onun garibanlığına aşık olmuştum, temiz kalpliliğine, ama hiç söylemedim, dost gibi göründüm ona. Nasıl söyleyeyim, gereği de yoktu. Sırdı içimde. Öyle kalsın, öyle anlamı var, açığa çıkarsam şık olmayacak, yara alacak belli bağlantımız, hoş bulmayacak dediklerimi.
O günü hiç unutmamıştım, o günden sonra haşlanmış patateslere, çökeleğe, mısır ekmeğine bakışım çok değişti. Onlara karşı bir aşk gelişmişti içimde, onları yerken Seher geliyordu gözümün önüne, o sımsıcak hisler, o günü yaşıyordum yeniden, o anları.
Annem patates haşladığında, “yemek mi bu ne be!” diye sert söylemlerde bulunmayı kesmiştim, haşlanmış patates, zeytin, mısır ekmeği sihirli bir yiyecekti benim için.
Onunla ilk baş başa kalmalardı bunlar. İç dünyasını bilmiyordum; ama diğer kızlar gibi olmadığını seziyordum. Onun içinde çok güzel şeyler olduğundan kuşkum yoktu.
Yediği yiyeceklerle bile ilginçti, sıradandı; ama bana olağanüstü geliyordu, onun yediği şeyleri okulda hiçbir kız yemekten sayıp yemezdi.
Onunla ve hayatla ilgili derin düşünceler kafamda dönüyordu. Onu tanımalıydım, nasıl biriydi ve ölene dek ona yardımcı olacaktım, onun yanında olacaktım. Erkekler kızların önce fiziklerine aşık olur, ben de böyle bir budalaydım; ama Seher iç dünyasıyla beni kendine çekmişti enerjisi, tepkileri ve sözleriyle, saflığıyla, bende uyandırdığı gariban kız izlenimiyle.
Seher’le ömür boyu bir dostluğumun ya da bir şekilde bir bağlantımın olmasını diledim. Onun hayatta nerelere geldiğini bilmek ve haberlerini almayı çok isterdim. Onunla can ciğer dost olmak istedim sonsuza dek. Gerekirse bu kız için ölürdüm.
Neden bilmiyordum; ama böyle hissediyordum. “Sevgili de neymiş, bugün sevgili olurduk, yarın kanlı bıçaklı. En iyisi bu işlere hiç girme, bütün güzel şeyleri öldürür bu” demiştim kendime, “zamanla ne olacaksa olur.” Ama içim hep bu kızı kucaklamak istiyordu, sımsıkı. Karşı koyamayacağım güçlü bir histi, düşünceydi, beni tuz buz ediyordu.
Sohbetlerimiz artmaya ve uzamaya başladı. Parlak iç dünyası çok üst düzeydeydi, çok iyi ve sağlam bir kalbi vardı. Kötülüğe kafası hiç çalışmıyordu. Onun o kadar iyi olmasını anlattığı şeylerden anlamıştım, bebek gibi algılıyordu her şeyi. Bana her şeyini anlatıyordu. Çok basitti, sıradandı; ama bana keşfedilmemiş ve tek benim keşfettiğim bir gezegen gibi geliyordu. Ne kadar güzel ve iyi bir insandı, böyle bir insan nasıl var olabilir, şaşıyordum. Onu düşünüp durmaktan usanmıyor ve bundan pes etmiyordum.
Evlenirsem bununla evlenirim diyordum kendime.
Hiçbir kızla pazarlıksız bir yüce ilişkim yoktu. Hiçbir kızla böyle bir temasım yoktu.
Hiçbir kızla yürekli bir ilişkim, uzak ya da yakın bir temasım yoktu. Onlar benden korkardı, ben de onlardan. Zaten kafam avanaktı her erkek gibi. Fiziksel cazibeleri gözümü alır, yüreğimi tutsak ederdi. Ama onların bana hiç iyi gelmeyeceğini, beni hiç anlamayacaklarını bilirdim. Onlardan vazgeçemezdim, sonra kendime kızardım acı çekince, peşlerinde dolandım diye. Oysa Seher benim için bambaşka bir şeydi. Onunla yürek yakınlığı kurduğum içindi herhalde. O bana asla zarar vermezdi, veremezdi, dostumdu o. Egosuz değer veriyordum ona. Şartsız şurtsuz. Benim olmasına gerek yoktu. Her nedense “Seher” adı içimi rahatlatıyordu, bu adda ne, nasıl bir sır, nasıl bir enerji varsa artık. Seher’le bir şeyler paylaşıp muhabbet ettikçe ya da sessizce yan yana oturup bir yerlere, bir şeylere dalıp gitmişken ya da onun dediği bir şeyi kafamda evirip çevirip düşünürken onun bana çok iyi geldiğini ve beni geliştirdiğini fark etmiştim. Zihnimi açıyordu düşünceleriyle, enerjisiyle, saf bakışlarıyla. Seher, bana çektiği acılardan, her türlü sorundan söz ederdi, her şeyini anlatıp dururdu, regl olduğu günlerde, çektiği acıyı bile anlatırdı. Sürekli aile ve okuldaki arkadaşlarıyla ilgili sorunlarını anlatırdı bana. Ama bana çok orijinal gelirdi dedikleri, hayata bakış açısı. Uçuk ve havalı kızlardan çok uzaktı. Onda birçok kızda olmayan çok iyi birçok özellik vardı. Erkekleri takmaması ve onlarla yağ bal olmayıp araya duvarlar çekmesi ve tek bana güvenmesi çok hoşuma gidiyordu. Platonik olarak sevdiği genç adamlardan söz ederdi. Sevgilileri olmuştu, onlardan da söz ederdi. Tertemiz, el değmemiş, gelip geçici şeylere takılmayan ve sonsuzluğu önemseyen, yüce ve hiçbir şeye kapılmayan tavrı vardı. Diğer kızları büyüleyen şeyler Seher’i tokatlayamıyor ya da onu kamyon gibi ezip geçemiyordu, onun bir duvarı vardı, ucuz, kirli, pislik şeyler o duvara toslayıp ufalanıp gidiyordu, Seher, pis şeylere köle olmuyor, olamıyordu. Ondaki yüce, asil tavra aşık olmuştum, nasıl böyle olabiliyordu ki. Bu nasıl insandı, yok, o insan değildi, insan üstü bir varlıktı.
Onda beni mutlu eden şeyin ne olduğunu çok geçmeden anlamıştım, bakışlarından, sözlerinden yansıyan ruhsal ışığıydı. Bazıları buna “nur” der, evet, bu kızda bu yoğundu, bakışları üstümde olduğunda harika hissediyordum. Dindar bir arkadaşım bana bir keresinde “nur” denen şeyden uzun uzadıya söz etmişti bir sohbet sırasında. Hemen Seher zınk diye otomatik olarak aklıma düşmüştü o an. “İşte onun söz ettiği şey Seher’de var” demiştim kendime.
En çok bana yakındı, tek bana, uzaktan sevip sır gibi sakladığı gençlerden, zibidilerden, piçlerden, faydasızlardan söz ederdi, bazılarıyla sevgili olmuş, anlatırdı bunları bazen. “Senin için ölürüm aşkım” türünden sözler sarf etmezdi kimse için. Çok sevse bile. Sevmekten mahvolsa bile. Ele geçmez, teslim olmaz bir tavrı vardı karşı cinse ve hem cinslerine karşı, her şeye karşı, bakışında, ruhundan gelen. Ruhundan güç olan.
Zamanla giyimine, saçına başına dikkat eder oldu, saçlarını daha da kısa kestirince havası bambaşka oldu. Eski pasaklı ve giyimden kuşamdan haberi olmayan sitilsiz kız yok olmuştu, o ruh gibi duran kız ölüp gitmişti sanki. Kırık dişini söktürüp köprü yaptırdı, pırıl pırıldı, eksiksiz.
Günün birinde bana, “sevgilim var” dedi, yaşını sordum, “42 yaşında.” İnanmadım. “Atıyorsun.” Cep telefonunda adamın fotoğrafını gösterdi. Şoke oldum, ona şöyle diyecek oldum: “O seni asla sevmez, onun pislik amaçları vardır”, 42 yaşındaki adamlar senin gibi küçük kızları yer.”
Sinir olmuştum, kıymetli dostumda (dostum diyorum, sırdaş, gizli gizli, için için yana yana sevdiğim kız diyelim tam olsun) Onda akıl ve fikir var mıydı? Öyle çapsız bir adam sevilir miydi? Anlamak mümkün değildi. Adam da bir şeye benzese bari. Çöp bidonu gibiydi. Kara gözlük takmış. Bir amca bu ya, saçları beyazlamış bir amca, kocaman bir adam. Göbekli koca bir adam ya, sokaklar onlarla dolu. Seher’e ne olmuştu, aklını mı kaçırmıştı? Onunla internet ortamında tanışmış; zaten sapık, yalancı, adi ne kadar adam varsa sosyal medya ortamlarında gezip sömürecekleri kadın ve kız aramaktadırlar sürekli.
Çok bozuldum bu duruma. Ama Seher’ olumsuz en ufak bir söz söylemedim, o adamın konusunu hiç açmadım bir daha, o da açmadı, demek ki unuttu gitti o saçmalığı. Seher’in böyle delice işleri olurdu arada. Can sıkıntısından, öylesine giriştiği. Tabi gözünü açmak için ona bir sürü laf söyleyebilirdim, o adam seni anlamaz filan diye. Ben onun yaptığı yanlış şeyleri, saçmalıkları dinler, gerektiği kadar bir şey derdim, onu yönlendirmeye, kontrol altında tutmaya çalışmazdım, ne söylerse söylesin.
Çünkü o kafasına estiğini yapan ve ne kadar saçma ve akıl dışı da olsa o şeye inanan bir kızdı. Ayrıca onu eleştirmeye kalksam içini dökmesine mani olacaktım, dinleyeceksin saf biçimde, insan böyle anlarda içindeki kurtları döker ve onun kendine gelmesine, kendini bulmasına yardım etmiş olursun, iyilikle sana yaklaşanlar sana çok şey öğretir. İyilikle, yürekle dinleyenler, ben hep bunu yapmaya çalıştım. Ona çok değer verdiğim için kıskançlık gibi basit şeylere hiç takılmıyordum. Hazmedemediğim ne anlatırsa anlatsın buna takılmıyordum. Onun günün birinde beni fark edeceğini düşünmüştüm bir zamanlar: “İşte ömrümün sonuna kadar seveceğim adam budur” diye düşünecekti; yok, bu işler böyle değilmiş, sevdiğiniz kız delice şeyler yapıyorsa, akıllanmıyorsa, kendine çeki düzen vermiyorsa elden bir şey gelmez. Bu yüzden hissettiklerimi ondan saklıyordum, bana da zarar vermesin diye, dostluk bitmesin diye. Kendimi, ona duyduğum sevgiyi ve aşkı aradan çıkarıp ona gerçekten dost gibi, bir tür baba gibi yaklaşmıştım, hayret, bunu başarabilmiştim. Sezgisel olarak uyguladığım bu tavır onun bana daha çok yaklaşmasına sebep olmuştur. Kendimi aradan çıkarmasam onu anlayamazdım, uygun sözler söyleyemezdim ona, dostluk olmazdı, bağ kuramazdık ki. İçimden geçenlerden haberi yok ya da haberi yokmuş gibi davranıyordu. Kendisine hiç uygun olmayan öküzleri sevmesine şaşardım. Onun terapisti gibiydim, genelde o konuşup içini döker ve ben dinlerdim. “beni anlayacağı zaman gelecek” diye düşünürdüm, o sap ve faydasız tipleri sevmeyi bırakırsa, sıra bana gelirdi herhalde. Çok da sorun değildi, onunla dost olmak bile yetiyordu bana. Aşık olduğu tiplerle arasına büyük bir mesafe koyardı, çok etkileniyorsa el bile tutmazdı. Öldüm bittim türünden sözlere girmezdi.
Ama berbat hissettiği, ağladığı günler olurdu. Bir abuk subuk ilişkisi biterdi, sonra diğer başlardı. Ne yapayım, aşk acısı çekerken, başka sorunların acısını çekerken ona moral vermekten başka bir şey yapmazdım. Ruhunu, kalbini ve zihnini o saçma sapan şeylerden kurtarsın diye. Asil gördüğüm bu kızın böyle bataklık tiplere kalbini sarmasını anlayamazdım. O böyleydi, kötü içeriğe sahip tiplere vuruluyordu her seferinde. Alışmıştım, kafaya takmıyordum. Onun kendi hayatı, kendi kararlarını verebilir. Sürekli olarak uzaktan sevdiği ya da buluştuğu birileri olurdu, ne yaşadıysa anlatırdı, bir sınır koyardı, onu aşmalarına izin vermezdi, anlattığı eski sevgilileri, yenisi filan. Hiç dert etmezdim. Onu olduğu gibi kabullenmiştim çünkü. Onu yakından seyretmek müthiş zevkliydi, buna sahiptim işte, bununla yetinmeliydim. Ona bakmak güzeldi, harika hissediyordum o anlar, o bir şeyler anlatırdı, bazen saçmalardı, harikulade bir şeydi saçmalamalarını bile dinlemek. Çokça zaman da saçmalardı. Çünkü en saf, en temiz yanını bana açıyordu. Tek bana. Ruhu ve kalbini tek bana açıyordu bu biçimde.
Katlanılması zor ve insanı deli eden bu hayatın içinde böyle bir kızla yan yana ya da yüz yüze gelebilmek bir nimetti, bir akıl almaz ferahlık gibiydi. Bu bir mucize gibiydi. Yetişkin olmanın türlü türlü zorluklarıyla, bela ve engelleriyle yüzleşip büyük fenalıklar içinden ilerlemeye çalışırken, sürekli bir şeylerle ve birileriyle kavga ederken, ölüm kalım mücadelesi verirken böyle bir kızla bağlantı kurmak muazzam bir güç verir insana. Dayanma ve katlanma gücü, nefeslenmek, çölde susuzluktan ölmek üzere olan birinin bir vaha bulması gibiydi onunla temasım. Seher, enerjisi ve düşünceleriyle ve parlak bakışlarıyla beni diriltiyordu ve doğal haliyle dostluğumuzun sürmesine ve kendiliğinden bir yolda akmasına sebep oluyordu benim içimdeki iyilikle, sezgilerimle.
Bu işe çok sevinip şöyle demiştim içimden: “Tamam işte, hayatta bir tane paha biçilmez dost buldum ya, bu bana yeter de artardı bile. Sevgili olmamız gerekmiyor.” O beni anlıyor ve bunu hissettiriyordu. Bir haber olur; ilk ondan duyardım. Bir kitap çıkardı; tek o söz ederdi. Bir kitap getirir; “bunu oku, bakalım beğenecek misin? Ben çok beğendim” derdi. Bir olay olur; ilk ondan duyardım. Okulda bir gizli ve çok tehlikeli dedikodu yayılır; ilk ondan duyardım. Gömleğime yemek dökülmüştür; annem bile fark edip demez; ama sadece Seher fark edip söyler. Böyle şeyler, ince şeyler. İnce yakınlıklar. Ceketimde toz olursa eliyle vurur, onu yok ederdi. Onunla dost olmak beni çok geliştirmişti. Kalbimde ve zihnimde yıllardır biriktirdiğim değersiz şeylerin süratle yok olduğunu hissetmiştim. Kendimle ve kızlarla ilgili şeylerin. Bildiğimi sandığım şeyler; meğerse şehir çöplüğünden betermiş. Onun saflığı bana ilaç gibi gelmişti. Onu kutsal sayıyordum. Onda kutsal bir şeyler hissetmiştim. Paramı ya da yiyeceğimi onunla paylaşırdım, ondan bir şeyler istemezdim, o beni mutlu etsin, etmeli diye düşünmezdim, ona çok şey vermeye çalışırdım. Bu bana moral verirdi onunla dostluğumuz. Evet, bu kız sahip olduğu ışıkla beni üst düzey bir insan, üst düzey erkek olmamı sağlıyordu ya da ben onu delice severek kendimi geliştirmiştim (delirmiştim) ve onun bununla alakası yoktu, o canavarın tekiydi, ve ben onu bir melek olarak görüyordum. Gerçek dostluğun ne olduğunu, varoluşun ne olduğunu, gerçek sevmenin ne olduğunu kavramaya başlamıştım. Çok güçlü ve yenilmez bir his. O bana ne söylerse söylesin o his oradaydı, yıkılmıyordu, bitmiyordu. İncelikli davranmasını bilirdi, erkek arkadaşlarımdan ve başka kızlardan hiç görmediğim bir şeydi. İyi kalpli, ruhuyla hareket eden bir genç kız kaba saba bir genç adamı çok geliştirir, ona çok şey öğretebilir. Asıl ihtiyacım olan şeyi bu kız saçıyordu, o ince, güzel şeyi. Onun üstün ve seçilmiş bir ruhu olduğuna inanıyordum.
Bir kış günüydü. Acı soğuk şehri inim inim inletip sarmıştı ve ben can sıkıntısıyla beni avutacak bir şeyler düşünürken evde, ansızın Seher’le bulacağım aklıma gelmişti. Ertesi gün. Bütün dertlerimi unutmuştum. Ne yapardık onunla? Bir şeyler konuşur gülerdik, saçmalardık, bir şeyler yerdik. Cips, gofret yerdik, çekirdek. Olmadı; bir kafede çay içerdik.
Akşam olmuştu, okuldan çıkalı bir saat olmuştu, gökyüzü simsiyahtı bulutlarla. Dandik ve masaları kirli kafede ısınıp birer bardak çay içmiştik, dışarıda sağanak vardı, şiddetini azaltmasını bekledik; ama azalmadı ve kafeden çıktık, Şubat ayıydı, eve gidecekti otobüsle. Burnumuza bizi sarhoş eden köfte kokusu geldi. Apartman altına sığınan köftecinin dört tekerli itmeli aracını gördük, “köfte yiyelim, canım çekti, evde yemek yiyeceğim ama,” dedi, “bende para yok. Nasıl yapacağız? Veresiye verir mi, yalvarsak? Ama yapamam, sen yapar mısın?” Yarım ekmek köfte parası vardı bende, köfteci yarım ekmek köfte verdi, onu bölüşecektik, paramızın olmadığını anladı ve yarım ekmek köfte hediye etti. “Paranız olunca verirsiniz.” dedi, ertesi gün getireceğim dedim, “Yok. Bu benden olsun, iyi kazandım bugün” dedi.
Kurt gibi yumulduk ekmeklere. O yarım ekmek köfte müthiş lezzetliydi, evde yapılan gibi değildi. Ve hayatta öyle anlar var ki o anların tekrarı olmaz ve bizim öyle kutsal bir sürü an’ımız vardı. Ansızın gelişen ya da geliştirdiğimiz olaylar, ve yaş ilerledikçe insan bu kıvraklıktan uzaklaşıp betonlaşıyor insan. Genç olmanın sihri an’ı yaşamaları bilmeleridir, çok düşünmezler, akıp giderler. Sonra insan ‘düzen’ denen şeyi oluşturuyor kendi içinde ve ‘düzen’ denilen robotluğun parçası oluyor, onda ansızın gelişen olaylar yok, kafana göre hareket edemezsin, işe gidip geleceksin, sigortan olacak ki emekli olabilesin, biz bunları lisede hiç düşünmezdik ki. Her geçen yıl daha bir robot oluyor insan, daha bir umutsuz, kötü şeyler yaşıyor çünkü. İş sorunu bitmiyor bir türlü. İster istemez kemikleşen bir umutsuzluk geliştiriyor insan. Seher her anlamda bana iyi geliyordu, aşklarını anlatırken çok iyi saçmalardı, aslında normalde saçmalamazdı, saçmalardı ama eğlence olsun diye, demek istediğim faydasızlık saçmazdı bu kız. Her zaman bir derinliği vardı ve onu korurdu. Diğer kızlar boş şeylere bel bağlarken Seher’de bu hiç yoktu. Geleceği olmayan bir şeylerin, düşüncelerin muhabbetini hiç yapmazdı mesela. Sanki o şeyleri deneyimlemiş gibiydi. Ucuz, beş para etmez şeyler yoktu dilinde, olsa zaten ondan soğurdum. Seher kalbine, ruhuna göre hareket ediyordu. Onu değerli bulmanın tek sebebi buydu. Canımı sıkan şeyler olurdu: o gün Seher, ne yaptı etti, sevgilisiyle baş başa kaldı mı, neler oldu, düşünceleri beynime gelirdi, huzursuz eden düşünceler. Bu saçma düşünceleri beynimden kovardım, onlara yüz vermemeyi öğrenmiştim. Aramızda bir enerji akışı vardı, onu bozmamalıydım, kafa yormamam gereken şeylere kafa yormamayı öğrenmiştim zamanla.
Beraberken neler yaptıklarını sormazdım, nereye giderlerdi, sormazdım. O da sanki saf, el değmemiş olduğunu bana izah etmek ister gibi her şeyi dökerdi ortaya. “Oh” derdi içim o zaman.
Onunla baş başa olmak sihirliydi, başka hiçbir şeye benzemezdi, herhalde küçükken annemle baş başa olduğum, ona çok değer verdiğim saf ve sonsuz görünen zamanlar gibiydi onunla çay, kahve içmek ya da yemek yemek. Erkek arkadaşlarımla muhabbetler çok kalın kafalı ve düzeysiz, faydasız geçerdi, küfürler uçuşurdu havada, Seher’le ise kibar olmayı öğrenmiştim, birçok kızın doğasında kibar olmak vardır at yelesi gibi, ve bu kızı en çok alımlı gösteren özeliktir.
Seher, birçok konuda tutucu olsa da delice bir sitili vardı iç dünyasına hapis ettiği. Zaman zaman bunu açığa çıkarırdı. Bu delilikte sevdiğim şeyler vardı, sevmediğim şeyler de vardı. Onun kendine özgü deliliğini, yasadışı tavrına bayılırdım, çok uslu ve normal kız olsa onu ben ne edeyim. Çekiciliği kalmayacak.
Düz bir kız olsa çok basit görünürdü gözüme, ulaşılabilir ve sıkıcı olurdu gözümde; ama deliliği onu ilginç ve büyülü kılıyordu. Ondan hiç ummadığım ve beklemediğim şeyler yapardı sık sık.
Lisedeki zamanlar… az zaman geçmesine rağmen sanki asırlar önceydi bütün o güzel şamatalar. Aslında iyi ve güzel çocuklardık, ne yazık ki fazla usluyduk, fazla korkak, fazla sorumluluk sahibi. Bunlar bizi çirkin göstermiş. Kendimiz olamamışız…olmak için yırtınıp çırpınmamışız hiç.
Okulu bitirmek için çırpındık. Bitti de ne oldu, hayatın peş peşe suratımıza, karnımıza indirdiği yumruklarla karşılaştık. Hayat, ağır bir sorunsal, varoluş sorunları, bu kavga içinde ne aşkı, hiç yaşamadım, yaşadıysam Seher’e hissettiklerim, hiç haberi yoktu. Aşk masalları filmlerdeydi, romanlardaydı. Lise biter ve acı gerçekler başlar. Aklıma zınk diye düşmüştü. O birbirini çok seven çiftler ne alemdeler şimdi? Lise koridorlarında dolanan çiftler, okul bahçesinde, sahilde, yollarda, kafelerde kahkahalar. Mutlu aşk kelebekleri. Şimdi ne yapıyorlar?
Evlenip çocuk sahibi mi oldular? Liseye başladığım ilk günlerde ilginç bir şey gördüm, hayatımda ilk kez gördüm bunu, lise 3 öğrencileri yani abi ve ablalarım diyeceğim kişiler teneffüslerde koridora çıkıyor, onlardan ikisi, ikisi de güzeldi, çocuk uzun ve yakışıklı, kız ise zayıf ve uzun. Tapınaktaki iki heykel gibi birbirine yakın duruyorlar, karşı karşıya Genç kız bir bacağını genç adamın iki ayağı arasına uzatmış. Sessizler, birbirine bakıyorlar, bazen kızın başı önüne eğiliyor, bazen başka tarafa bakıyor, genç adam da böyle. Sabitler, kıyamet kopsa umurlarında olmayacak sanki. Birbirlerinin sessizliğini delice içiyorlar. O duruşla birbirlerine sımsıkı sarılmışlar sanki. Genç adama hasta oldum, çok yakışıklıydı gri takım elbise giymişti. Kız ise sarışındı. Birbirlerine çok uymuşlardı. Bu duruşu ilk kez görmüştüm bir çifte, bana çok sakıncalı gelmişti. Farkında olmadan antik heykel yaptılar kendilerini, paha biçilmezdiler. O mayışık haldeki genç çift şimdi ne haldeler? Evlendiler mi? Büyük aşklar büyük acılarla biter. Yoksa evlendiler mi, o antik duruşun devamını mı getirdiler, evlendikleri gece, odada heyecanla öpüşmeye başlayıp jilet gibi birbirini soyup birbirlerine kaynak mı oldular? Yangın yeri gibi. Ben bu çiftin bu duruşlarına bir türlü akıl sır erdiremedim o ara, şoke olmuştum, yasaktı, günahtı böyle bir duruş.
Benim Seher’le böyle bir pozisyonum hiç olmadı, iyi ki de olmadı. Pozisyon kuran hayattı, biz de gol yememek için uğraşan büyük baskılar altındaki ezik gençlerdik. Bir sürü sorumuz vardı. Öyle heykel gibi dikilip tatlı tatlı bakışmak bize göre değildi, bize göre ayıptı bu, hem milletin içinde büyük terbiyesizlikti, ahlaksızlıktı, bize böyle öğretmişlerdi, Seher’in dandik aşkları da çöp bile değildi. Her şey berbattı. Hayatım berbattı. Evde annemle babam sürekli kavga ederdi, evde durmazdım, kaçardım giderdim bir yere. Babam o sıra içmeyi abartmıştı.
O antik heykel çift ne oldu acaba? Hayatın nerelerine aktılar, ne iş güç yapmaktalar? Evlenip boşandılar mı, ne oldu onlara yahu? Babam annemi 15 yaşında kadın etmiş kendine, ve fakir babam binlerce özverili baba gibi ailesini çok sevmiş ve evlilik işini yürütmeyi bilmiş.
Çok acı çekmiş annem ve babam, çok zorluk ve yokluk ve engel görmüşler. Çok zaman sefil yaşamışlar; ama sırt sırata verip devam etmeyi becermişler. Peki ben? Seher ne olacak hayatta?