- 371 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Çöküş 6
Hain eller durmuyor,plan üstüne plan yapılıyordu.Nice puslu havada dostlarına saldıran koyun görünümlü kurtlar görmüştüm. Lakin bu hainlerin yaptıkları şeytanın bile aklına gelmezdi.
Marangozhaneye sırtımda getirdiğim Sezai; Kurşunun birini baldırından diğerini böğründen yemişti. Onu, tezgahın üzerine dikkatlice yatırdım.Üstüm başım kanlar içindeydi.Sezai acılı gözlerle bana doğru bakarak;
“Reş-at Ağ-am, öl –ü-yor-um ga-liba” dedi.Söylediği sözü dinlememiş gibi yaparak bağırdım.
"Halil, Cemil,Salih nerdesiniz? Çabuk koşarak gelin!" Ne olduğunu anlamayan çıraklarım,uykulu gözlerle koşarak geldiler.
Kanlar içinde yatan Sezai’yi görünce bir anda korku tuneline girdiler.
“Aman Allah’ım Sezai’ye ne oldu böyle Ağam” dedi Halil. Soru sormayı bırakında biriniz sıcak su kaynatın diğeriniz ucu sivri bir bıçak bulun dedim.
Birden aklıma, buraya kadar gelince yerlere damlayan kan izleri geldi.
“Salih,Salih!”
“Buyur, Ağam!”
“Eline su dolu kova ve bir bez al! Kimselere gözükmeden marangozhaneden ağaçlık yere kadar olan bölgeyi temizle.Hiç kan izi kalmasın tamam mı?”
“Tamam Ağam”
Reşat Ağa yaşadığı bu vahim olayı anlatırken,birden marangozhanenin kapısı açıldı.
***
Ne olduğunu anlamayan Mithat Paşa, eliyle boynunu tutarak yavaşça ve sendeleyerek ayağa kalktı. Nuri Paşayı elinde tabancayla yerde yatar vaziyette görünce saldırıya uğradıklarını anladı. Nuri Paşaya doğru koştu. Acaba ölmüş müydü? Çünkü yerlerde kan izleri vardı.
“Nuri, Nuri kalk! “ Yaşadığı bu anlık paniği üzerinden atarak ,sağına soluna baktı.Kan izleri Nuri’nin olduğu yerde değildi.Nuri’nin vücudunda herhangi bir kan izi yoktu.Demek ki vurulmamış.Nuri Paşanın ayaklarından tutarak sırt yerde olacak şekilde yukarı kaldırdı.Bu hareket sonrası, Nuri Paşa hafifçe kendine gelmeye başladı.
“Nuri ne oldu bize? Kimdi onlar?”
***
Sarayın kendine ait odasında Padişah Abdulaziz, Kur’an okuyordu... Yusuf Sûresi’ne gelmişti... Katiller sessizce Sultan Abdülâziz’in kapısına sokuldular...
Reyhan ve Rakım Ağa’ları kapıda nöbetçi kaldı... Eski Padişahın ikinci mabeyincisi Fahri Bey, izin alıp odaya girdi. Sultan Abdülâziz; Fer’iye Sarayı’na getirildiğinden beri Fahri Bey özel hizmetine bakıyor, daha doğrusu Hüseyin Avni Paşa’ya dakika dakika Padişah’ın yaptıklarını rapor etmek üzere yakınında bulunuyordu.
Önce, iş icabı hal hatır sordu;
“Sultanım, bugün nasıllar ?”
Sultan Abdulaziz son derece tevekkül ve munis bir ses tonuyla cevap verdi.
"Hamd olsun Yüce Rabbime,beterin beteri vardır!" Gözleri kapıya kayınca Cezayirli Mustafa Pehlivan’la, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş’u fark etti... Durumu kavradı... Rengi attı. Fakat bir şey söylemesine fırsat kalmadan, üçü bir anda atılıp bastırdılar. O sırada Boyabatlı ve diğerleri de odaya girdiler. Boyabatlı ile Cezayirli, Padişah’ı dizlerine oturtup çırpınmasını önlemeye çalıştılar. Fakat Padişah çok güçlüydü. Zaptedemediler... Göğsünden hançerlediler. Fahri Bey, Sultan Abdülâziz’in kollarını arkadan tuttu.Yozgatlı Mustafa Pehlivan ise, keskin bir hançerle Padişah’ın bileklerini kesmeye başladı.
Olaya intihar süsü vereceklerdi. Ama hiçbir intiharda iki bilek birden kesilemezdi.
Bilekleri kesilen Padişah, ikinci mabeyinci Fahri Bey’e son kez bakıp
mırıldandı:
"Şu kestirmeye kıydığın eller, iki gün önce sana kıymetli bir sedef tesbih hediye etmemiş miydi?"
Çok zorlu günlerden sonra saray hayatı normale doğru gidiyordu.Bu sabah nedense içimde tarifi mümkün olmayan bir durum var…Yataktan kalkmak istemiyorum.Sabah namazı sonrası uyku tutmadı belki ondandır.Marangozhane, sarayın denize bakan tarafında olduğundan arka pencereden masmavi görünümüyle her sabah içimi aydınlatan manzarasıyla bana huzur verirdi. “ Mecburen kalkmam lazım! birçok işim var. Padişah Efendimize yaptığım tabloları gösterecektim. Beğenirlerse heyetle beraber onları mekanlarına takmaya gideceğiz. Allah’ım ne büyük saadet benim için.” Bu düşünce biraz önceki sıkıntımı bertaraf etmeye yetti. Gayri ihtiyari ayağa fırladım birden. Pencereye yanaştım kollarımı havaya kaldırıp içimden bir “ohh” çektim.
“Aman Allah’ım o da ne? Bir peri kızı suya mı inmiş? Hayal mi görüyorum yoksa? “ Pencereye iyice yanaştım.Beyaz başörtüsü,kırmızı bindallısı ve yine kırmızı pabuçlarıyla güzeller güzeli,ince belli bir kız arzı endam ediyordu. İyi de bu kimdi? İlk defa görüyordum. Üstümü çabucak giyindim.Elimi yüzümü yıkayıp dışarı tam çıkacaktım ki; “İyi de, elin kızına bakmak caiz midir? Kimdir, nedir bilmiyorsun? Bana neler oluyordu? Neden heyecanlandım ki birden ? Hayır hayır! İçeri girmem daha doğru olur. Aldığın edep-terbiye buna izin verir mi?” Diye kendi kendime hayıflandım.
İçimdeki diğer ses; “Zaten, dışarı çıkmam gerektiğini sırf onun için çıkmadığımı” söyledi. Ayağımı tam dışarı atıyordum ki; içerden sesler geldi.Bizim kalfalarda uyanmış her zamanki gibi kahvaltı hazırlıklarına başlamışlardı .Onlara yakalanmadan ve onlardan önce hareket etmeliydim.Hemen dışarı çıktım.Marangozhanenin köşeyi dönecekken bir ses ile irkildim;
“Selim Sabri Nereye gidiyorsun?” Bu tok sesi tanımıştım bizim Reşat Ağa idi.
Heyecan ve yüzümdeki kızarıklıkla geri döndüm.Kalbim nerdeyse duracaktı.Yer yarılsa da içine girseydim.Biraz önce gördüğüm o güzeller güzeli kız, Reşat Ağanın koluna konmuş bir serçe gibi sekmekteydi. Gafil dedim kendi kendime…”İşlediğin bu günahı hem burada hem ötede nasıl ödersin? Bu sana bir ders olsun! “ Başımı öne eğerek ;
“Hiç ağam,şöyle bir hava alayım!” diye cevap verdim. Havamı alıyordum,boğuluyor muydum? bilmiyorum.Daha önce hiç böyle zor duruma düşmemiştim.
“Bak kızanım! Bu benim iki numara Nurbanu ” diyerek tanışma daslını başlattı. Olduğum yere yığılsam yeriydi. Üzerinde nefes aldığım şu mekan ve zamanda duyabileceğim en güzel söz bu olsa gerekti. Ben aksi yönde neler tahayyül etmişim .Bir anda bunca farklı düşünceler beynimde nasıl cirit atıyorlardı bilmiyorum.Hiç böyle zikzaklı düşünce fırtınası yaşamamıştım.Başımı yine kaldırmadan cevap verdim.
“Allah bağışlasın Ağam!” diye cevap verdim. Hafifçe başımı kaldırıp baktım.Simsiyah gözlerini taşıyan o pamuk yüzünde ki alları görmek nasip oldu. O da bana bakıyordu.Bakışı kaçamaktı ama yakalamıştım o nazende bakışı. Hafifçe gülümseyerek araladığı dudaklarının arasından inci gibi dişleri ışıl ışıl parlamaktaydı.
“Sağol kızanım , hanımlar konağa geçerken yanıma uğramışlar.Nurbanu evimin tek bekarı ve tekne kazıntısı olduğu için beni görmeden duramaz.” diye cevap verdi. “Ne iyi etmişte gelmişler “ dedim kendi kendime. "Allah’ım bana neler oluyor? "
“ Çok iyi etmişler Ağam! Siz şöyle buyurun oturun ben size bir şeyler ikram edeyim.” diyerek zaman kazandım.
Reşat Ağa kızına sevgiyle sarılıp alnından öptükten sonra;
“Sen de ister misin kızım?” dedi. Bu soru karşısında elma yanakları iyice kan kırmızıya bulandı.Titrek bir serçe gibi kısık sesle;
“Siz bilirsiniz, beybabacığım!” dedi. Bu cevap “evet” demekti galiba…Ne kadar onları burada tutarsam o kadar güzelliğinden müstefit olurum düşüncesiyle bir hışımla içeri girmemle dışarı çıkmam bir oldu…
“Afedersiniz Ağam, ne içeceğinizi sormadım!”
Reşat Ağa kızına dönerek,beni tanıtıyordu. " Bu da bizim Selim Sabri,Rahmetli Kamil Hocanın torunu" dedi ve devat etti; "Böyle şaşkın olduğuna bakma! Bu aslında böyle şaşkın değildir.Heralde sabah sol tarafından kalktı ondan olsa gerek" dedi.
"İçinde bulunduğum durumu anladı da onun için mi böyle kinayeli konuşuyor? Çok mu belli oluyordu haleti ruhiyem? Ah salak kafam ahh! Ne yapsam da şu göğsüme sığmayan kalbimi bir anlık durdursam.Beynime hükmedemiyordum." Sakin olmaya çalışarak sordum.
"Ağam,ne içersiniz?"
“Sen bize nar suyu getir” şaşkın kızanım dedi.
“ Tamam ağam!" hemen getiriyorum.
Ayaklarımın bağı çözülmüş gibiydi.Tir tir titrerken karnıma da hafiften ağrı girmişti.Karnım neden ağrıyordu ki? Daha kahvaltı bile yapmamıştım.Ne dokunmuş olabilir ki? Yoksa ...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.