- 898 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
KÖY
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Düşünsenize sabah kalkıyorsunuz üzerinizde yün yorgan. Sıcacık. Kalkmak istemiyorsunuz önce, sonra, dışardan gelen seslere kayıtsız kalamayıp pencereye yapışıyorsunuz hızlıca. Avluda birbirinden güzel kuzular arkalarını yana ata ata koşuşturuyorlar. Gözlerin en sevdiğin kahve kuzuyu arıyor. Hah! İşte orada nede güzel koşuyor diğerleriyle birlikte. Prenseste yine asiliğini gösterip, diğerleriyle koşmak yerine kümesin önünde tavuklarla didişiyor. İzlerken doğal bir gülümseme beliriyor yüzünde.
O sırada; sobanın arkasındaki kutudan sesler duyuyorsun, hemen kutunun yanına gelip açıyorsun, içinde birbirinden sevimli kaz cücükleri; kimisi açık yeşil, kimisi biraz daha koyu ama hepsi yumuşacık. Birini alıyorsun avucunun içine, ayakta zor duran yavrunun güzelliğini seyrediyorsun. Zaten en sevdiğin cücük kaz cücüğü değil midir? Yavaşça gövdesini yüzüne sürterek seviyorsun. Ablan elinde yer sofrası ile odaya giriyor. “Bırak cücüğü yazıh hayvana, git elini yüzünü yıha,” der demez, elindeki tahtayı bir kenara koyarak bir çırpıda yatağını toplayıveriyor.
Açılan odanın kapısından içeriye mis gibi saya çörek kokusu geliyor. Bu koku mutluluk hormonlarını tavan yaptırıyor. Elini yüzünü yıkayıp sofraya kuruluyorsun. Sıcacık mis gibi saya çörek - ki sen en çok kenarlarını yemeyi seviyorsun- tereyağında pişmiş yumurta, halis çanak peyniri gerisine gerek yok zaten.
Soğukkuyuyu ayağına taktığın gibi doğru sokağa fırlıyorsun. Hemen evinizin arkasına sel sularının getirdiği ince kumların üzerinde arkadaşlarınla oynayıp, sonrasında çağla yemek için bir komşunun kayısı ağacına tırmanıyorsun.
Mutlaka etrafta ya bir köpek ya da bir kedi eniği vardır. Kedi eniğini yakalamak zordur ama köpek enikleri etrafınızda gezinirler. Onlardan birini yakalar güzelce seversin ve arkadaşlarınla beraber mutlaka bir isim bulursunuz ki; bu isim genellikle Toni olur.
“Hadi balık tutmaya gidelim” der biri. Tamamlar havada uçuşur. Her seferinde mutlaka biri “Ama benim oltam yoh” der. Elbirliğiyle bir olta yapılır. Birisi sopa getirir, birisi ince naylon iplik, biriside toplu iğne, birisi de evden yufka ekmek getirir. Bu yufka ekmek suyla yumuşatılarak hamur haline getirilip, dinlenmesi için poşetin içine konur. İyi sinek avlayan biri de evlerinden yem olarak karasinek avlar. Toplu iğne çengel haline getirilir ve ipe bağlanır sağlam olsun diye düğüm kısmı mutlaka dişlerle çekilerek sağlamlaştırılır. İpin bir ucu da sopaya bağlandıktan sonra olta hazırdır. Artık çaya, balık tutmaya gitmek için hazırsınızdır. Önce karasinek biter çünkü çay balıkları en çok bunları sever. Çay balıklarının en lezzetlisi kök balığıdır ama tutması zordur. Çayın kenarında ki kavak ve söğüt ağaçlarının köklerinde yaşarlar ve oltanı oraya atarsan köklere takılıp koparma ihtimalin oldukça yüksektir.
Eğer yaz ayı ise sular oldukça azdır. Arkadaşlarınla anlaşıp, gizlice eve gelerek, karasinek girmesini önlemek için evin giriş kapısına annenin astığı tülüyü gizlice alıp doğru çaya balık tutmaya gidersin. Tülünün bir ucundan sen, bir ucundan arkadaşın tutar. Tülünün bir tarafını suyun içine daldırırsınız. İki arkadaşında yukardan balıkları kovalar. Tülüye vuran balıkları hissedersiniz ve o heyecanla tülüyü kaldırırsınız. Eğer balıklar büyükse “ Vaaaay kocaman aha bilek kadar” diyerek tülüyü toplayıp heyecanla kenara çıkarsınız.
Öğleden sonraları genelde köyün çocukları ile kavak ağaçlarının gölgesinin düştüğü ilkokulun bahçesinde maç yaparsın. Bir taraf Fenerbahçe olur. Bir taraf da Galatasaray. En zayıflar kaleci, en iyiler forvet oynar. Penaltılarda yedi adım sayarsın, üç korner bir penaltıdır nedense. 5’te ilk yarı 10’da maç biter. Yok, kale taşının üzerinden gittiydi, yok goldü, yok değildi tartışması mutlaka olur; hatta aynı pozisyon tekrar canlandırılır ama baskın karakterin verdiği karar pek değişmez. Eğer mevsimlerden yaz ise; maçtan sonra çaya yüzmeye gidilir. Üşüyünce etraftan toplanan çalı çırpı ile ateş yakılır ve umumiyetle dizinizin altı alevin sıcaklığı ile kızarır. Şanssızlığın varsa ateşte eritilen naylondan bir kısmı bacağına yapışır ve o acıyla çaya koşup suyun içine tumarsın.
Eğer yeşil mercimek ya da nohut yolma zamanı ise; sabah gün doğmadan tarlaya doğru yola koyulursun. Yolda bir traktöre denk gelmişsen o an Ferrariye binmiş kadar mutlu olabilirsin. Yorucudur mercimek yolması, sıcağın altında o an esen hafif bir rüzgar, değme meltemlere taş çıkartır. Deste deste koyarsın yolduğun mercimekleri, kuruduklarında tarlaya toplamak için giderken; mahunetin (Traktörün arkasına takılan römork) açılan kanadına binersin, ayağın boşlukta sanki bir uçağın kanadında gidiyormuş gibi hissedersin. Harman yerine ilk dökülen seferden sonra annenin yaptığı o mis gibi su böreğinden yersin.
Eeeee, harman olurda düvene binilmez mi? Ona da binersin tehlikeli olsa da, Harman yerinin kenarındaki ocaktan su içersin üzerinde ki çör çöpü üfleyerek.
Kayısı ya da üzüm zamanı, bağdan bunları toplayıp getirmek senin görevindir. Eşeğe kürtünü bağlar onun üzerine de heybeyi koyarsın. Heybenin gözlerine tenekeleri yerleştirir sonrada üzerine de bir tane minder atarsın. Tabi eşeğe binmeye boyun yetmediği için balkonun üçüncü basamağına çıkar oradan rahatça binersin. Artık yollar senindir. Önce köyden çıkar harman yerinin altından geçersin. Toprak yolun üst tarafı bozkır alt tarafı ise bostanlık yemyeşildir. İşte kavak ve söğüt ağaçları arasında ki orta höyük. Orta höyüğü görüyorsan tam tepeye varmışsın demektir ve hafif bir rüzgar vurur yüzüne. Artık hayal kurma zamanıdır. Uçsuz bucaksız manzara eşliğinde dilediğin hayali kurabilirsin. Eşeğin zaten yolu ezberlemiştir, eğer susamış ise yoldaki çeşmenin havuzundan biraz su içer sonra yola devam edersiniz. Eğer kayısı toplayacaksan önce yere dökülenleri toplar yetmez ise daldan çırparsın, yok üzümse toplayacağın, sarı olanları tercih edersin ve mutlaka bir tosba görür onu seversin.
Saman zamanı; en sevmediğin iş, ama bunu da zevkli hale getirirsin. Senin görevin babanın yaba ile samanlığa attığı samanları çiğnemektir. Önce saman tozundan korunmak için ağzını burnunu bürükle kapatırsın. Babanın attığı samanları kenarlara doğru yayarsın, içeride ki saman iyice çoğalınca; işle karışık oyun zamanı gelmiş demektir. Samanlığın asma çatısındaki ağaç direklere çıkar ve kardeşlerinle birlikte samanların içine atlar, hem samanı çiğner hem de oyun oynarsın.
İkindi vakti televizyonda yayınlanan çizgi filmi kaçırmamak için; kız kardeşinle beraber bahçeyi sulayan dinamonun fişini çekersin. Elektriklerin gitmediğini bildiği halde, “ dinamonun fişini takın” diye bağıran annenize balkona çıkarak “elektrikler gitti” diyerek kandırmaya çalışırsın.
Oynamaktan, yemek yemek istemezsin. Artık açlığa dayanamayınca eve gelir. Yufkanı bir kanadını alarak ya yoğurtlu dürüm yaparsın ya da bahçeye gidip, yeşil soğanları yeşil kısmını toplayıp yufkaya sararak soğanlı dürüm yapıp karnını doyurursun.
Soğuklar düşünce her sabah ilk iş olarak, kar yağmış mı diye pencereden dışarı bakarsın. Kaç gün sürer belli olmaz bu durum ama bir gün o beyazlığı görürsün ve yatağından fırladığın gibi yalınayak o ilk karların içine atlarsın. Kışı da seversin yaz gibi. Arkadaşlarınla ya donmuş çayın üzerinde kaymaya gidersin ya da içerisine biraz saman doldurduğunuz naylon torbalarla, köyü çevreleyen küçük tepeciklere çıkar, oradan bazen tek başına bazen de arkadaşlarınla tren yaparak kayarsın. Ellerin ve ayakların soğuktan kıpkırmızı olsa da aldırmazsın.
Babanın yatsı vakti eve gelmesini dört gözle beklersin. Babanın “Fişi takın” sesini duyar duymaz. Fişi takar ve heyecanla babanın arkasına takılıp karların içinden ağıla girersin. Yeni yaramazlar doğmuş mu diye merakla koyunların arasında gezinirsin. Eğer şanslı isen yeni doğmuş bir kuzuya denk gelir ve onun ayağa kalkma çabalarını mutlulukla izlersin ve eğer daha da şanslı isen doğum üzerine denk gelir ve bir kuzunun doğumuna şahit olursun ve bilirsin ki, bu kuzular artık baharla beraber sana emanettir. Onları köyün en yeşil yerlerinde otlatırsın. Hepsinin huyunu tek tek öğrenirsin. Kimisine rengine göre kimisine de huyuna göre isimler verirsin. Artık en iyi arkadaşların olurlar ve gün gelir hayvan pazarında satılmak için mahunete yüklendiklerinde, arkalarından arkadaşlarından ayrılmanın hüznüyle bakarsın.
Köyün meydanında arkadaşlarınla bilye oynarken; beyaz bir kartal araba geliverir. Hemen bilyeleri topladığınız gibi evlere koşarsınız. Kümesten iki yumurta alır doğru arabanın yanına varırsın. İki yumurtayı arabacıya verir karşılığında iki top dondurma alırsın. İlkokulun akmayan çeşmesinin üzerindeki beton duvarın üstüne; senden önce dondurmasını almış olan arkadaşlarının yanına oturursun.
Her şeyin yeşilini seversin. Yeşil mercimek ve nohut çitlersin. Traktöre binip ailece bostan bozmaya gidersin. En sevdiğin kenarları beyaz şemşamerin (ayçekirdeği) kafasını koparıp kendine saklarsın. Fazla olan kavun ve karpuzları samanların üzerine dizersin.
Tavuğu-cücüğü, kediyi-köpeği, güvercini-serçeyi, elmayı-armudu saymıyorum bile…
Ve bunlarında haricinde daha birçok şey yaparsın….
Köyde çocuk olmak biraz zordur ama hayata hazırsındır.
Ve daha da önemlisi, çocukluğunuzu dibine kadar yaşarsınız.
Ben mi? Yukardakilerinin hepsini yaşadım ve yazdım. Yaşayıp da yazmadıkları mı saymazsak.
YORUMLAR
Yazdıklarınızı birebir uygulamalı yaşadım.
Yaşadıklarım hayat tecrübem bugün önümde debi derya bilgi, edep, adap, kanaatkâr, marhametli, beni ben yapan değer.
Herkese şunu söylüyorum; en tepe zengin insanları gördüm bir bardak çayın mutluluğunu unutmuşlar… En fakirin sofrasında oturdum mutluluğun müderrisiydiler
Yazınızı okuyunca yüreğimde hiç bir yolun zor olmadığını yeniden hatırllatı.
Teşekkür ederim
Saygıyla
Ümmühan Yıldız tarafından 11.6.2021 16:17:53 zamanında düzenlenmiştir.
Ömer Başol
Bu kadar güzel bir yaşamı bırakıp betonların arasında niye yaşarlar onu da anlamış değilim.Herkes şehirlere doluştu,hiç köyü olmayan zavallı ben! Yerleşmek için güzel bir köy arıyorum.