- 585 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YEMEK KOKUSU
YEMEK KOKUSU
Birleştirilmiş sınıflarda eğitim gömüş, ilkokulu başarı ile bitirmiştim. Öğretmenim mutlaka okumam konusunda babama baskı yapıyor, çok başarılı çalışkan ve zeki bir öğrenci okutmalısın diyordu. Ortaokul kasabada idi. Kalacak yer, yeme içme meselesi büyük problemdi. Bir oda tutarsın dediler, yemeği de lokantalarla anlaşırsınız. Babam uzun uzun susmuş, hele o gün gelsin bakarız demişti. Maddi durumumuz pekiyi değildi.
Pazartesi günleri kasabada pazar kurulurdu. İhtiyacı olan köylüler ayda ya da yılda bir kasabaya iner, tuz, şeker, gazyağı veya elbise ayakkabı gibi ihtiyaçlarını alır. Yaşantılarına devam ederlerdi. Zaten oraya haftada bir gün bir kamyon giderdi. O da pazartesi saat gece üç dört arası yoldan geçer ikindiden sonra geri dönerdi. Pazara gitmek isteyenler gece yarısından sonra yolun kenarına iner kamyonu beklemeye başlardı. Hava soğuksa hemen bir meydan ateşi yakılır. Ateşin etrafında kamyonun gelmesini beklerken koyu bir sohbete başlanırdı.
Babam pazara gitmişti. Anneme ne alacakmış diye sordum. İşi varmış dedi. Meraklanmıştım. Acaba niçin gitmişti. Acaba okulu bitirdim diye bana lastik mi alacaktı? Lastiklerimin altı delinmişti. Su doluyordu içine. Hayvanları yolun kenarına yakın yerlerde otlatmaya otlatmaya başladım. Kamyondan inmesini görecektim. Tabi aldıklarını da. Kamyon geldi geçti. Babam yoktu. İyice meraklanmaya başlamıştım. Bir yandan hayvanları gözlüyor, ekili yerlere girmemesini takip ediyor, bir yandan da yolu takip ediyordum. Gördüm. Virajı döndü geliyordu. Elinde bir file vardı. Ne olduğu seçilmiyordu olsun. Nasıl olsa az sonra belli olacaktı.
Yorulmuştu. Yolun kenarına oturdu. Benimi bekliyordun diye sordu gülümseyerek. He ya kamyona baktım da dedim yoktunuz. İşim erken bitti. Yaya geldim beklemedim. Hem o para ile bak şehir ekmeği aldım. Helvadan aldım. Ekmekten bir parça koparıp verdi. Ne güzeldi bembeyaz. Ben bembeyaz ekmeyi mideye indirirken, kalacağın yeri ayarladım dedi. Artık okula kayıt yaptırabiliriz. Bütün yaz kasabayı, kalacağım evi ve okulu düşünmekle geçti. Haklarında en ufak bir bilgim yoktu. Acaba kasaba nasıl bir yerdi. Gerçi hastalanmış babam sırtında doktora götürmüştü, o zaman görmüştüm koca koca binalar bir sürü insan vardı. Babam portakal almıştı, soymuş bir dilim vermişti. Yiyememiştim. Nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum bile. Ya uyudum sırtında, ya da bayıldım.
Kayıt için kasabaya gelince kalacağım evi de gördüm. İki kat üzerine planlanmış altı ağıl üstü ev olarak düşünülmüş bir inşaatın bir odasıydı. Duvarları sıvasız, tabanı tahta ile kapatılmıştı. Alelacele yapıldığı belli idi. Diğer odaların duvarları henüz yapılmamıştı. Girişe tuvalet konulmuş oraya su bağlanmıştır. Kalacağım yer burasıydı. Tercih etme gibi bir şansım yoktu.
Babam şimdi gidelim bir somya bakalım dedi. Pazar yerine gelince açıktı mı diye sordu. Ih dedim. Açıktık. Gel önce karnımızı doyuralım dedi. Fırına gittik oradan bir somun aldık. Sonra Manavdan yarım kilo yaş üzüm. Üzümü camideki çeşmede güzelce yıkadık. Oradaki bir duvarın üzerine oturduk. Babam itina ile kese kâğıdını açtı, peçete gibi duvarın üzerine serdi. Üzüm ekmek karnımızı doyurduk tan sonra şükür ederek dolaşmaya başladık. Bir kaç yere uğradık. Babam birçok kişiye sordu. Ucuz bir karyola, somya gibi bir şeyler aradığını söyledi. İyi Bir şeye gerek yok çocuk yatacak diyordu. Hurdacıdan bir somya, birde teneke odun sobası aldık. Somayı ve soba borularını babam sobayı ben aldım eve geldik. Acele edelim arabayı kaçırmayalım, bunları haftaya yerleştirir dedi eve döndük.
Okul açılmıştı. Babam bir yün yatağın üzerine, yorgan ve yastık koyup sıkıca sararak denk yaptı. Yatağında tamam dedi. Gece yarısı yolun kenarına indik. Kasabaya indiğimizde hava yeni yeni aydınlanıyordu. Eve gittik. Babam yatağı serdi, yorganı ve yastığı yerleştirdi. İşte oldu dedi kendi kendine. Sonra sobayı yerleştirdi. Bir ara odundan getiririm, şimdi havalar sıcak üşümesin dedi. Şimdi gidelim yemek yiyecek bir yer bulalım.
Bir lokantada içeri girdik, kapıya yakın bir masaya oturduk. Babam birer çorba dedi. Çorbamız geldi. Dumanı tütüyordu sıcak sıcak Çorbamız içtik. Hesap ödemek için kasaya yanaştığımızda babam. Bu delikanlıyı ortaokula yazdırdım. Adam biraz şaşkın, birazda bana ne dercesine baktı. Sonra ağzından hayırlı olsun der gibi bir şey mırıldandı. Babam devam ediyordu kelimeler birbirine karışmıştı. Birde içerideki müşterilerin konuşması garsonun çek bir kuru, bir pilav nohutlu olacak diye bağırması. Ne konuştuklarını duymak için pürdikkat kesilmiştim. Çocuk diyorum dedi, yemeğini burada yese ben aydan aya ödesem diyorum ne dersin.
Adam bir bana bir babama baktı. Olur dedi ne yiyecek ne kadar yiyecek söyleyin hesaplayalım. Ona göre anlaşırız. Babam bir durakları. Sabahları çorba alır. Öğle ve akşamda birer tabak yemek. Et yemeği dedi adam et yemeği olacak mı? Haşlama gibi, kavurma gibi! Babam bana baktı haftada bir gün olsun dedi. Cuma günleri olsun. Adam yazdı çizdi hesapladı. Yüz on beş liraya olur dedi. Sabah çorba, öğle ve akşam bir tabak sulu yemek, haftada bir günde tatlı veririm, ekmek istediği kadar yer. Tamam dersen parasını peşin alırım, çorbalarda benden olsun dedi. Anlaştık. Ben okula gittim. Öğle okuldan çıkıp lokantaya geldiğimde babam lokantanın kapısında bekliyordu. Hadi bakalım dedi. Yemeğini ye. İçeri girdim. Bir masaya iliştim. Dolu dolu bir tabak türlü geldi. Ekmeği bandırıp karnımı güzelce doyurdum. Babam yemedi. Dışarı çıktık. Sana birde masa buldum. Eve bıraktım. Araba gitmeye hazırlanıyor. Sana başarılar dilerim. Derslerine iyi çalış, öğretmenlerini iyi dinle. Cebinden beş lira çıkardı. Bunu al belki lazım olur. Ha eve bir gaz lambası bir şişe gaz aldım, bir kutuda kibrit bıraktım. Tamam dedim. Sesim çıktımı, babam duydum bilmiyorum. Bir kötü olmuştum. İlk defa ailemden ayrı bilmediğim bir yerde yalnız kalacaktım. Biraz korku biraz heyecan, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanki birden her taraf kararmıştı. Ben okula gidiyorum diyebildim. Hızla elini öpüp geri döndüm. Okulda ne yaptım. Ağladım mı sustum mu, bir hafta nasıl geçti anlamadım.
Cumartesi okul saat on üçte dağılıyordu. Hızla okuldan çıktım. Lokantaya uğramadım. Bugünkü yemek yerine pazartesi tatlı yerdim. Nasıl olsa eve gidiyordum. Evde karnımı güzelce doyururdum. Havada güzeldi. Üç saatlik bir yolculuktan sonra eve geldim. Yorulmuştum. Anneme sarılınca bütün yorgunluğumu unuttum. Babam hayvanları otlatmaya gitmiş evde yoktu.
Annem ekmek pişiriyordu. Bazlama dediğimiz. Sıcak sıcak, birazda dut pekmezi koydu tabağa. Sanki her zamankinden daha lezzetli idi. Bandıra bandıra yedim. Annem benim iştahla yiyişimi gözlüyordu. Yumurtada pişirelim mi yer misin diye sordu. Yok, anne yeter dedim. İki bazlama ve bir tabak pekmezi yedim. Yorgunluğum kalmamıştı. Koşarak babamın yanına gittim. O da hayvanları eve getirmeye hazırlanıyordu, birlikte eve döndük.
Gece saat ikide babam uyandırdı. Çantamı kontrol ettim. Acele kahvaltı yaptık. Annem yağda yumurta pişirmişti. İçine dut pekmezi de koymuştu.
Babam önceden hazırladığı bir çuval odunu omuzuna aldı. Bende kitaplarımı koyduğum tahta bavulumu yola indik. Araba beklemeye başladık. Sonbahar geceleri buralarda ayaz olur. Üşür gibi oldum. Babam ateş yaktı. Bir saatlik beklemenin ardından kamyon gözüktü. Yanımızda durumu yoksa giderken mi bindik anlamadım. Babam bir Pehlivan edası ile önce odun çuvalın, sonra benim valizi kamyon kasasına attı. Sonra beni kaldırdı, kapaktan tuttum. Kendimi yukarı çekmekte zorlanınca yolculardan biri yardım etti. Kamyon gidiyordu. Babam koşarak yetişti, o da kendini kasaya atınca beni tuttu. Sıkı tut düşersin demeye kalmadı. Yolcular arkadan öne doğru domino taşları gibi eğildiler. Kamyon fren yapmıştı. Birisi ne oldu diye sordu. Ne olacak hiç. İt soyu mahsus yapıyor diye söylendi.
Tuttuğumuz odaya benim ev demeye başlamıştım. Önce benim eve geldik. Odunları evin bir köşesine yığdık. Çuval köylü için her şeydi. Buğday kor. Elbise kor. Ekmek kor. Patates, soğan, elma, armut, odun, çıra aklınıza ne gelirse. Gariban köylünün, kileri, dolabı her şeyi idi çuval. Çuval bulmak zordu. Babamda çuvalı, silkeledi katladı bir iple açılmasın diye bağlayıp eline aldı.
Şimdi havalar güzel üşüdüğünde birer ikişer yakarsın bu odun sana iki hafta yeter. Sonra Allah büyük gene getiririz dedi.
Okuldan eve döndüğüm bir gün bizim atı evin önünde bağlı buldum. Babam at ile gelmiş, odun getirmişti. Kamyoncu çuval ile odun getiremeyeceğini yakalandıklarında kamyonunun bağlanacağını söylemiş yüklü bir para talep etmiş. Münakaşa etmişler babamda ara yollardan at ile getirmeye karar vermiş.
Ben geri gidiyorum dedi. Mallar damda aç. Var mı bir ihtiyacın. Paran var mı? Var dedim. Param var. Nasıl yok diyebilirdim ki, onda da olmadığını biliyordum. Yok dersem üzülecekti. Çıkar bakalım dedi kaç lira var. Bunu beklemiyordum. Var var dedim tekrar. Israr etti. Elimi cebime attım. İki adet yirmi beş kuruş çıkardım, uzattım. Hani vardı dedi, yüzünde üzüntülü bir ifade ile bana mı acıdı, kızdı mı pek anlayamadım. Para kesmesini çıkardı beş lira verdi.
Havalar iyice soğumuştu. Evin tabanından tahtalar arasından rüzgâr geliyordu. Lokantacıdan eski gazeteleri rica ettim. Sağ olsun kırmadı verdi. Lokantaya her gün üç gazete alıyordu müşteriler okusun diye. Bende onları akşam gelirken alıyordum. Bir kısmını cama perde yaptım. Bir kısmını tahtaların aralık yerlerine sıkıştırdım rüzgârı kestim. Kalanını sobada yakıyordum.
Cumartesi gecesi yoğun kar yağmış, her taraf bembeyaz olmuştu. Bu hafta sonu eve gidemedim. Pazartesi babamda gelemedi. Üç beş odun kalmıştı. Üç yüz elli kuruş param. Gazetelerden birazını sobaya yerleştirdim, üzerine de iki tane odun yaktım. Masayı sobaya yaklaştırdım. Sırtımı sobaya verdim. Sandalye yoktu. Ayakta ödevlerimi yapmaya başladım. Biraz ısınmıştım. Masayı tekrar yatağa yanaştırdım. Hava kararmış, yazılar okunmuyordu. Gaz lambasının lambasını çıkardım, usulca defterin üzerine bıraktım. Lambayı yaktım. Camı takıp tam yerime oturmuştu ki çıt diye bir ses, cam çatlamış parça parça olmuştu. Koşarak bakkala gittim. Bir cam aldım. İyisi yetmiş kuruş kötüsü elli kuruş dediler. Kötüsünden aldım. Lambayı tekrar yaktım. Bu sefer lambaya değen kısım halka gibi kırılmıştı. Sobada ki odunlarda bitmiş. Karanlıkta kalan közler parlıyordu. Ay çıkmış camın açık olan kısmından ışıkları içeri süzülmüştü. Ay ışığı altında yatağa girdim. Yorganı tamamen üzerime örttüm. Nefesinle yatağı ısıtmak istiyordum.
Okuldan gelirken bir lamba camı aldım. Bu sefer en iyisinden. Önce sobayı yaktım. İki odun. Sonra iki odun daha, geriye bir tane kalmıştı. O kalmalıydı. Yanına yanacak bir şeyler bulur yarın yakardım. Bende biraz ısınmıştım. Lambanın camı tutan kısımlarını iyice geriye doğru açtım. Tekrar kırılmasından korkuyordum. Lambayı yaktım. Alevini iyice kıstım. Lambayı usulca üzerine bıraktım. Bu sefer kırılmamış. Biraz ders çalıştım. Sonra usulca söndürüp yattım.
Okuldan gelirken akşam yemeğini yiyip geliyordum. Bu akşam kuru fasulye vardı. Yanında da bir baş kesilmiş kuru soğan verdiler. Sağ olsunlar bir güzel karnımı doyurmuştum. Eve gelirken yolu biraz uzattım. Mahalle aralarından geldim. Yakacak dal parası, tahta gibi şeyler baktım, yoktu. Zaten her taraf bembeyaz kardı. Elim boş eve geldim. Hava kararmış içeri buz tutmuştu. Sobayı yaksam. Tek odun yalnız yanmaz ki. Odanın içinde bir iki koşma hareketleri yaptım. Sonra yalnız çekti ve şapka ı çıkarıp yorganın altına girdim. Hızlı hızlı hoh hoh diye hohluyor, yatağı ısıtmaya çalışıyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, kapı çalınmaya başladı. Allah Allah, kim olabilirdi ki. İsmimle hitap ediyor kapıyı açma mı istiyordu. Ses yabancı değildi. Gelen coğrafya öğretmenimizdi.
Neden geldi acaba diye düşünürken kapıya koştum. Kapıda aslında kilit yoktu. Arkasına bir sopa dayıyordum. Gece açılıp ta kedi köpek girmesin diye. Gündüz giderken de tel ile bir çiviyle bağlıyordum. Sopayı kapının arkasından aldım. Gelen gerçekten coğrafya öğretmeni idi. Ay ışığı simasını belli ediyordu. Bir dakika öğretmenim lambayı yakayım dedim. Masanın üzerinde kibriti bulamıyordum. Ne oldu lambayı mı bulamadın dedi. Lambayı buldum öğretmenim kibriti bulamıyorum dedim. Sesime doğru oda masaya gelmişti. Bende kibrit var dedi. Yaktı. Lambayı masanın üzerine koyduk. Öğretmenim buyurun dedim sıkılarak yatağı işaret ettim oturması için. Oturmadı. Sobaya baktı. Dokundu. Yakmamışsın dedi, üşümüyor musun? Başımı salladım yok anlamında. Köşede duran tek oduna baktı. Odayı gözden geçirdi. Bir pencereye, bir kapıya, bir yere serili gazete kâğıtlarına baktı. Bunlar niye yerde dedi. Rüzgârı önlemek için, çok rüzgâr geliyordu dedim. Alt taraf boş. Boynunu bir sağa bir sola çevirdi. Bir şey diyecekti, dudaklarını oynattı, sustu. Odanın içinde bir tur daha attı. Merakım giderek artıyordu acaba niye gelmişti. Bazı öğretmenler öğrencilerin kaldığı yerleri kontrol ediyorlar diye duymuştum ama. Odanın sıvasız duvarlarına bakıyor, ne diyeceğini bilemeyen insanlar gibi bir ileri bir geri dönüp duruyordu. Yorganı yatağın üzerine kapatırken birden bana döndü. Erken yatmışsın yarın senin yazılsın yok mu dedi. Var dedim. Coğrafya ile matematik yazılısı var. Niye yattın o zaman ne zaman çalışacaksın. Sabah erken kalkacaktım dedim kekeleyerek gözlerim yerde, bir suçlu imiş gibi yanaklarım al al olmuş bir halde. Öğretmenden ses çıkmayınca ona baktım. Elini çektin iç cebine soktu. İkiye katlanmış bir kâğıt çıkardı. Bana uzattı. Yarın ki coğrafya soruları, sabah matematiğe çalış dedi. Hızla kapıdan dışarı çıktı. Gözden kayboldu.
Mutfaktan nefis yemek kokuları beni daldığım çocukluk yıllarından uyandırdı. Kapı açıldı. Arada konuşmalar duyuluyordu. ‘’Yemek hazır. Hemen üzerini değiştir yemeğe gel. ’Belli ki torun okuldan gelmişti. Bir münakaşa başladı. ‘’Ne zaman dışarı çıkıp adam gibi dışarıda bir yemek yiyeceğiz. On beş günden fazla oldu. Hep evde hep evde. Benim arkadaşlarım her akşam değişik bir mekânda yemek yiyorlar. Bıktım valla psikolojim bozuldu. Kapıdan içeri giriyorum. Yemek kokusu yağ kokusu. Bu ne ya. Babamda sende ne kadar cimrisiniz.’’ Sus, sus bağırma. Deden geldi içerde, Onu bırakıp nereye dışarımı gidecektik’’. ‘’Ha ha sanki o yokken çok gidiyorduk. En fazla gittiğimiz hafta sonları.’’ ‘’Nankörlük yapma. Git elbiseni değiştir. Dedene bir hoş geldin de. Gelin yemeğimizi yiyelim. Hem senin sevdiğin köftelerden de yaptım.’’ ‘’Sizinle uğraşamam. Ben odama çıkıyorum.’’ ‘’Bu yaptığın terbiyesizlik akşam babana söyleyeceğim haberin olsun.’’ Hızlı bir kapı sesi duyuldu. Sesler kesilmişti.
Biraz sonra gelin geldi. ‘’Baba yemek hazır buyurun yemek yiyeyim. Konuşanları duymadığımı ima etmek için ‘’acele etmeseydin kızım, torunda okuldan gelseydi, beraber yerdik .’’dedim. ‘’O biraz yorgun muş yatayım diye gitti. Uyanınca yer dedi.
Masaya oturdum. Masada yok diye bir şey yoktu. Kızartmalar, börekler, türlü çeşit tatlılar, adını bilmediğim salatalar.
Yemekten sonra müsaade istedim. Daha fazla rahatsızlık vermek istemedim. Oğlanla görüşmek imkânı olmadı o şehir dışındaymış. Saygısız torun yerine kalbimize bir taş bastık, görmeyi çok istiyordum, görmeden geri döndüm. Allah ıslah etsin diyerek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.