- 2591 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İLKBAHAR, YAZ, SONBAHAR, KIŞ
Üç aşağı beş yukarı benim yaşımdakilere, ilkokul sınıfınızda hatırladığınız şeylerden biri nedir diye sorarsanız, eminim ilk akla gelenlerden biride, duvarın büyük bir kısmını kaplayan ilkbahar-yaz-sonbahar ve kış mevsimlerini anlatan resimler olacaktır.
Bazen teneffüslerde, bazen de boş geçen derslerde, duvarda ki bu mevsim resimlerini incelemek benim için en büyük zevklerden biriydi. O resimler o kadar içtendi ki; çocuklar gülüyor, anne ve babalar gülümsüyor, kediler, köpekler, kuşlar hatta buz gibi kardan adam bile gülümsüyordu. Herkes o kadar mutlu ki, herkes birbirini çok seviyor. Dedikodu yok, iftira yok, küfür yok, çirkinlik yok, kavga yok. Onların dünyasında hiç kötülük yok.
O resimlere bakarken hep onlarla birlikte olmak istemişimdir. Bana o kadar aşina geliyorlardı ki, sanki hayatımda hep varlardı. Bak ilk baştaki resimde Osman’la çimlerde yuvarlanıyoruz. Kız kardeşlerimiz papatya topluyorlar. Bizim Zeytin –köpeğimiz- kuyruğunu sallayarak etrafta koşuşturuyor. Yanı başımızda ki asırlık dut ağacı iyice yapraklandı. Komşu çocukları geldi: Erdal ile Mustafa; birazdan da top oynarız onlarla. Saliha yenge bahçesine bir şeyler ekmekle meşgul. Sarı tavuk civcivlerini dolaştırıyor. Biraz uzaktan iki kız çocuğu onları sevmeye çalışıyor. Kışın doğan kuzular tepenin yamacında koşuşturuyorlar. Onları seyretmek beni çok mutlu ediyor.
İkinci resimde derede yüzüyoruz arkadaşlarımla, birbirimize su atıp oyunlar oynuyoruz. Artık siyaha dönen dutları yemek için dut ağacına çıkmış çocuklar var. Ağaçtan kardeşlerine dut atıyorlar. Annelerimiz dut ağacın dibine yer sergisini sermiş, üzerinde oturuyorlar. Birazdan piknik yapacağız. Hava çok sıcak, her taraf çocuk dolu; cıvıl cıvıl, Meryem yenge daha yürüyemeyen çocuğunu kaydıraktan kaydırmaya çalışıyor. Tekir kedi üç yayrusunu emzirmiş, gölgede ayaklarını uzatarak keyf yapıyor. Tabi yavruların hepsi bir kız çocuğunun kucağında, ilerde, bir dondurmacıdan dondurma alıyor bazı çocuklar. Bende yüzmem bitince bir tane alacağım. Bu resmin bir parçası olmak da beni çok mutlu ediyor.
Üçüncü resimde ise ben; el arabasının içine oturdum. Kucağımda bez torbalar var. Arkadaşım el arabasını sürüyor. Gazel toplamaya gidiyoruz. Hafif bir rüzgar başlıyor. Dut ağacının sararan yapraklarını kopardığı gibi savurmaya başlıyor. Koşuşturuyoruz savrulan yaprakları yakalamak için, zeytin de bize eşlik ediyor. Kız kardeşim “beni de bekleyin” diyerek arkamızdan koşuyor. Mustafa, babası ve kız kardeşi Selma ile birlikte uçurtma uçuruyorlar. O kadar yükselmiş ki; sanki gökyüzünü delecek. Biz “vayyy” sesleri arasında onları seyredip yolumuza devam ediyoruz. Herkeste bir kış hazırlığı, komşu Ahmet amca, odun yarıyor. Ona kolay gelsin diyoruz. Ama bizi duymadı sanırım. Olsun dönüşte odunları taşımasına yardım ederiz. Ayşe hala evinin bahçesinin bir köşesinde pekmez kaynatıyor. Abdullah dayı ve oğlu Yusuf kömür taşıyorlar. Arkadaşımız Cemil bahçelerinde ki elma ağacına çıkmış elma topluyor. (3 tane de bize attı. Sert sulu yeşil elmaydı) Satı Bibi ile Hatice Yenge kapı ağzında bahçeyi ne zaman bozacaklarını konuşuyorlar. Ama bizden küçük çocuklar için dünya oyun dünyası işte, kimi tornete biniyor, kimi çelik çomak oynuyor. Dere kenarında erkek çocuklar koşturup bilye oynarken, kızlarda sek sek oynuyor. Ve yine dikkatli baktım da herkes çok mutlu.
Dördüncü resmin içindeyim şimdi, kızaklarımızla tepeye doğru yürüyoruz. Neredeyse bütün çocuklar burada. Kayanlar yanımızdan vızır vızır geçiyor. Onların mutluluğunu görünce bizde kaymak için hızlanıyoruz. Uzun süre kayıyoruz. Ahmet’in çorapları sırılsıklam oluyor. Yeni çorap giymek için eve gidiyor. Kızlar kardan adam yapıyor. Tabi gözleri kömürden burnu da havuçtan oluyor. Biz erkeklerde kardan kale yapıp kartopu savaşı yapıyoruz. Buz tutan derenin üzerinde kayıyoruz. O sırada kar yağmaya başlıyor. Kar tanelerini ağzımızla yakalamaya çalışıyoruz. Artık iyice üşüyoruz, ellerimiz eldivenin içinde bile buz gibi oluyor. Bacadan çıkan dumanlar bize sımsıcak bir odayı vaat etsede, oyun oynamanın tadını bırakamıyoruz. En çokta kar üzerine şekiller yapmayı seviyorum. Herkes gibi bende çok mutluyum.
Sınıfımızın duvarında ki o ilkbahar-yaz-sonbahar-kış resimlerinin bendeki tesiri: Huzur ve mutluluktu. Ama o sonbahar resmi hala sürmekte olan bir dostluğun başlangıcı oldu. Nasıl mı? Anlatayım.
2003 yılıydı sanırım. Anadolu’da etrafı ormanlarla çevrili güzel bir kasaba da öğretmenlik yapıyorum. Kendim de bir köy çocuğu olduğum için, küçük yerlerde yaşamak bana hiç zor gelmiyor. Aksine daha çok seviyorum küçük yerin huzurunu. Kasaba aşağı ve yukarı mahalle diye ikiye ayrılmış, Yarısı eski yerleşim, diğer yarısına da sokakları birbirine paralel olacak şekilde evler yerleştirilmiş, iki mahallenin tam ortasında –eskiden mezarlık olan alanda- hem ilköğretim okulu hem de lise vardı. İmarlı mahallenin hemen başlangıcı ufak bir meydandı. Bu meydanda belediye, 2 tane kahvehane, birkaç bakkal, belediyeye ait dükkanlar ve bunların ortasından ileriye doğru cetvelle çizilmiş olan ana cadde vardı. Biz öğretmenler olarak; okuldan sonra, eve gitmeden önce, vaktimizi umumiyetle burada geçirir, birer bardak çay içer, akşam yemeğinden sonra çoğunlukla burada buluşmak ümidiyle evlerimize dağılırdık.
Ben bekardım o zamanlar. Mesaimi ayarlayacağım bir eşim olmasa da sanki evliymişim gibi hareket eder, hep aynı saatlerde eve gider, yemeğimi yapar, yedikten sonra da geri çıkardım. Tıpkı evli arkadaşların yaptığı gibi. Evime iki yoldan giderdim bir ana caddeden; bi 500 metre kadar yürüdükten sonra sağa dönerdim. Birde meydandan sağa dönünce devam eden yolu kullanırdım. İşte bu yolun hemen solunda 2 katlı, önü bahçeli evin giriş katında otururdu benim dostum.
Eylül ayı, Pazartesi okullar açılacak, günlerden pazar. Biraz geç kalktım. Kendime bir kahvaltı hazırladım. Öğleden sonraydı biraz köy meydanına doğru yürüyeyim dedim. Çoğunlukla kullandığım ana caddenin yerine, meydandan sağa dönen yola çıkan ara yolu kullandım. Tam dostumun – o zamanlar merhabanın dışında pek muhabbetimiz yoktu. Zira ben ilk atandığımda o askerde idi. O geldiğinde ben askerde idim. Okullarda ayrı olunca birbirimizi tanıyacak çok zamanımız olmadı- evinin önünden geçerken onu gördüm. Bahçede masaya oturmuş bir şeyler yapıyordu. O beni görmeyince devam ettim meydana doğru. Şöyle bi etrafa bakındım kimse yoktu. Geri eve dönmeye karar verdim. Nedense ana cadde yerine yine geldiğim yolu kullandım. Evin yanından geçerken, o yine masada oturmuş bir şeyler yapmaya devam ediyordu. Selam verip vermeme konusunda kararsızdım. En sonunda “kolay gelsin” diye seslendim. Eliyle gel işareti yaptı. Gittim.
- Selamün Aleyküm
- Ve Aleyküm selam. Gel otur.
Gösterdiği yere oturdum. Önünde büyük beyaz bir karton, etrafta pastel boyalar bir şeyler çiziyordu.
- Ne yapıyorsun hocam?
- Şu hani sınıflarda İlkbahar,yaz,sonbahar, kış resimleri varya onları çiziyorum.
- Eeeee onların hazırları varya.
- Varda ben hem zamanımı değerlendiriyorum. Hem de kendim yapmak istedim. Böyle daha kıymetli oluyo.
Biraz sessizlik oldu. Ben çizdiği şeylere bakıyorum.
- Çocuklar evde yok ben gidip bi çay koyayım.
- Ben devam ediyim mi?
- Yaparsan olur.
- Yaparım, elimden gelir biraz bu işler.
- İyi sana bırakıyorum o zaman.
Çay koymak için kalktı. Onun yerine oturdum. İçinde olduğumuz mevsim gibi çizdiği mevsim de sonbahardı. Çizimler bitmiş boyama kısmına daha başlanmamıştı. İlkokul yıllarında uzunca bir süre bu resimleri inceleyen biri olarak renklendirmem pek zor olmadı. Çay geldi. Boyama beğenildi ve böylece bizim dostluğumuzda başlamış oldu. Kısa bir sürede o benim abim, bende onun biladeri oldum. Hayat insanı farklı mekanlara savursa da biz dostluğumuzu, güzel insanla, ayrı düşmemize mağlup etmedik.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.