- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KABİR AZABI YOKTUR
KABİR AZABI YOKTUR
Kuran’da pek çok ayette hep dünya hayatı ve ahiret hayatı denilerek sadece iki hayattan söz edilmekte ve hiçbir ayette açık ve net olarak kabir hayatı denilen üçüncü bir hayattan söz edilmemektedir. Hadis ve rivayetlerde kabir azabından Allah’a sığınma duaları, kovuculuk eden iki insanın gördüğü azap, idrar kirliliğine karşı kabrin sıkması, Nebimiz Muhammed’in kabirlerden işittiği sesler, kabir azabı ile ilgili Nebimiz Muhammed’e ait olduğu iddia edilen sözler, ölü idrak edemez, dolayısıyla kabir azabı yoktur diyenlere yönelik kafirdir denilen korkutmalar ve daha bunların etrafında oluşturulmuş pek çok rivayet yer almaktadır. Kabir hayatı, meleklerin kabir sorgulaması ve kabir azabı inancı Kuran’da daha pek çok konuda olduğu gibi yanlış anlaşılmış, uydurulan hadis ve rivayetlerin etkisiyle de toplumumuzda bir din kültürü oluşturmuştur.
Toplumumuzda büyük bir çoğunluk, öldükten sonra kabirde de hayatın devam edeceğine inanmakta, zaman zaman da önüne konan hadis ve rivayetlerin etkisiyle yılan, çiyan ve böceklerle yapacağı mücadelelerden uykuları kaçmaktadır. Bu nedenle de insanların kafasında, bu konuda benliklerinden ve korkularından kaynaklanan Kabirdeki azap bedenimize mi ruhumuza mı olacak? Kabirde de ruhumuz bizimle beraber mi olacak? Eskiden ölen insanlar şimdiki ölen insanlara göre daha mı fazla kabir azabı çekecek? Kabir azabının süresinde adalet var mıdır? Kabir azabı cehennem azabını hafifletir mi? Kabirdekiler bizi görür mü? Bizi işitir mi? Ayak seslerimizi duyar mı? Selamımızı alır mı? Okunan Yasinler onu ferahlatır mı? Peygamber kabirdeki ölülerin sesini işitmiş midir? Kabir azabı yoktur diyen kafir mi olur? vb. gibi değişik değişik sorular oluşmaktadır.
Kabir hayatı konusundaki inançlar için, her ne kadar Kuran’daki bazı ayetlerin yanlış yorumlanan anlamı delil olarak gösterilmekte ise de, büyük çoğunlukla inançların temelini uydurma hadisler ve rivayetler oluşturmaktadır. Bu hadis ve rivayetlerin yüzlercesinde yukarıdaki sorulara cevap gibi birçok açıklamayı değişik ifadelerle görmekteyiz.
Peygamberimiz buyurdu ki denilerek başlanılan rivayetleri dinleyen mütedeyyin insanlarımız, büyük bir saygı içerisinde oldukları Nebimiz Muhammed’in isminden dolayı ister istemez bu anlatılanların etkisi altında kalmaktadırlar. Çünkü sorgulayamadıklarından dolayı da kendilerine anlatılanları gerçekten Nebimiz Muhammed’in söylediğine inanmaktadırlar.
KABİR AZABINA DELİL GETİRİLEN VE KABİR HAYATININ OLMADIĞINI GÖSTEREN AYETLER
1) Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz."
"O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?"
(Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın." (Ta-ha Suresi, 124-126)
Ayetlerdeki ifadelerin gayet açık olmasına, bizzat kıyametten sonraki mahşer toplanması anındaki durumdan söz edilmesine ve hatta körlüğün sebebinin de çok net bir şekilde açıklanmasına rağmen, kabir hayatına ve kabir azabına malzeme yapılan ayetlerden biri olmuştur.
2) İçerisinde kabir ile ilgili herhengi bir ima bulunmamasına rağmen Tur Suresinin 47. ayetinde "Şüphesiz zulmedenlere bundan önce de bir azap vardır; ancak onların çoğu bilmiyorlar." denilen ve ayetteki "bundan önce de bir azap vardır" ifadesinin kabir hayatı için söylendiği iddia edilmiştir. Halbuki bu ayet, tek başına değil de, aynı surenin 45. ayetinde "Öyleyse sen onları (en dayanılmaz azapla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak." denilen ifadelerle başlayan paragraf bütünlüğü ile ele alınacak olunursa, konu çok daha net ve kolay anlaşılacak ve ayetin kabir azabı ile hiçbir ilgisinin olmadığı görülecektir. Çünkü Yüce Allah, müşriklerin artık inanmayacaklarını bildiğinden, Nebimiz Muhammed’ede "Artık onları baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar" ifadesiyle mecazen kıyametten sonraki o çok büyük azabı görecekleri güne kadar bu dünyada artık onları kendi hallerinde serbest bırak, zaten bu dünyada da yaşarken birçok azapla karşı karşıya geleceklerdir demektedir.
3) Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara Suresi, 154)
Allah yolunda öldürülenleri sakın ’ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. Allah’ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.
Onlar, Allah’tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah’ın mü’minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Âl-i İmrân Suresi, 169-171)
Bu ayetler şehitlerin Allah katında diri ve nimet içinde olduğunu bildirmektedir. "Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar." ifadeleri ruhun kabirde bedene tekrar geri döndüğünü kabul edip, kabir hayatındaki rızıklandırma şeklinde yorumlanarak, öldükten sonra rızıkla ödüllendirme varsa, onun zıttı olan azaplandırma da olabilir denilmiştir. Bu ayetler sadece şehitlere özel olan makamı bildirir. Allah’ın şehitlere özel verdiği bir makamdan kabir hayatının olduğunu çıkarmak yanlıştır. Kabirde azap gören ya da sefa süren ruhların olmasının iddia edilmesi bu ayetlere delil gösterilemez.
4) Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun’un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi. Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek). (Mü’min Suresi, 45-46)
“Sabah-akşam ona sunulurlar” ifadesini kabir azabına işaret olarak yorumlayanlar yanılmaktadırlar. Sabah-akşam kavramı dünya içindir, kabir için değildir. Yüce Allah, ‘kabirlerinde bu cezaya uğrayacaklar’ diyebilirdi. Ayet "dünyanın akşamında ve sabahında ateşe gösterilirler demektedir.
Kabirde dünyevi bir zaman söz konusu değildir. Sabah denildiğinde gündüzün tümü, akşam denildiğinde ise gecenin tümü kastedilir. Böylece gece ve gündüz yani günün tümü anlatılmak istenir. Sabah akşam sözcüğü arapçada sürekli anlamında kullanılır, buradan da ayette anlatılmak istenen hem mahşerde hem de yaşarken, dünyada Allah’ın sürekli Firavun ailesine azap edeceğini anlayabiliriz. Bu ayet Firavun ve ailesinin sahip oldukları iktidarı kaybetme sürecinde yaşadığı büyük psikolojik sıkıntı ve bunalımları içermektedir. Yani ayette asıl anlatılmak istenen, yaptıkları bütün kötülüklerden, zaten içinde bulunduğu zulümden dolayı firavun ve yakınlarının dünya hayatında bile huzurlu olamayacakları, her zaman ve sürekli olarak bir tedirginlik ve korku içinde olacakları, bunun da bir cehennem azabından ve ateşinden farklı bir şey olmayacağıdır. Onları sabah akşam kuşatan şey, sıkıntıları, stresleri ve dünyada yaptıkları kötülüklerin korkularıdır. Huzursuzluklarıdır, uykularının kaçmasıdır. Bundan dolayı da dünya hayatında da sürekli bir ateş içindedirler ve ondan sonra da zaten hesap gününde de ateşin en şiddetlisine atılacaklardır. Bu ayette kabir ile ilgili hiçbir ima yoktur. Ayetteki ifadelerden kabirde azap görecekleri manasını çıkarmak imkansızdır.
Bazı kimseler kimi ayetleri ve özellikle de Mümin Suresi 46. ayeti kabirde diriliş ve kabir azabının mevcudiyeti yönünde yorumlama gayreti içerisindedirler. Lakin bu gayret, son derece zorlama bir gayrettir. Kabirde diriliş ve kabir azabı gibi çok önemli bir konuda Kur’an’ın böyle muğlak bir ifade kullanarak konuyu geçiştirmiş olduğunu düşünmek mümkün değildir.
5) Bazı kimseler azabın kabirde olacağını ileri sürerken, bazıları da berzah alemi denilen ve ruhun kabzedildiği yerde azap göreceğini söylemişlerdir. Kuran’a göre aslında "Berzah" geriye dönmeyi veya birbirine karışmayı önleyen bir engel demektir. Bu sözcük Kuran’da Rahman Suresinin 20. ve Furkan Suresinin 53. ayetlerinde birbirine karışmayan iki deniz, iki su arasında karışmayı önleyen bir engel (yoğunluk farkı) olarak, Müminun Suresinin 100. ayetinde de ölmüş olan birinin dünya hayatına geri dönememesi için arkasında olan bir engel (ecel engeli) anlamında kullanılmaktadır. Buna rağmen ille de bir yerlerde ölen bir kişiye azap çektirmek isteyen rivayetçiler, berzah sözünün yanına ayette olmadığı halde "alem" sözünü de ekleyerek Müminun Suresinin 99. ve 100. ayetlerini inançlarına delil olarak kullanmışlardır.
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin."
"Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Mü’minun Suresi, 99-100)
Bu ayetlerde öğüt olması amacıyla temsili olarak, ölenlerin pişmanlıkla geriye dönme istekleri ve aldıkları cevap anlatılmaktadır. Ve ölmüş olanların kesinlikle dünya hayatına geri dönemeyecekleri ve bunun için onların arkalarında bir engelin olduğu ve kendilerine verilen ecel denilen sürenin bittiği dile getirilmektedir. Gerçekten de ruhun, dünya hayatına veya bedene dönmesine engel vardır. Bu engel adı konmuş, saati, dakikası, saniyesi belirlenmiş ve geciktirilmesi mümkün olmayan eceldir. Ölmüş insanların dünyaya geri dönmesinde bir engel olması kabir hayatının olduğunu göstermez.
Ölen kişinin kabre konulduktan sonra canlanması ve orada yukarıdaki ayette yer alan sözleri söylemesi iddiası üzerinden bir berzah alemi yani kabir hayatı uydurulmuştur. Bu uydurmaya uygun tarzda bir yığın hadis de üretilmiştir. Oysa gerçek hiç de o uydurmacıların ileri sürdüğü gibi değildir. Ayetlerde, ölen kişinin söylediği sözler genel bir pişmanlık duygusunun edebi ifade tarzından başka bir şey değildir. Ayetlerdeki ifadelerden, bu sözlerin, ölümden sonraki sözde kabirde diriliş anında söylenen sözler değil de, ölmek üzere olan ve bunu anlayan kişinin ölüm anında söylemek istediği sözler olduğu anlaşılmaktadır.
6) Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, Biz onları biliriz. Biz onları iki kere azaplandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler. (Tevbe Suresi, 101)
Bu ayette de yine zan ile yaklaşılarak kabir azabına atıfta bulunulmaya çalışılmıştır. Aslında iki kez azapla biri kabirde diğeri de cehennemdeki azap değil, Tevbe Suresinin 55. ve 85. ayetlerinde de dile getirildiği gibi, iki kez azap ifadesiyle dünya hayatındaki tutkularla, mallar ve evlatlar aracılığıyla, dünya hayatında sürekli yaşanan sıkıntılar ve ölüm anında yaşananlar kastedilmektedir. Münafıklara ve inanmayanlara mecazi anlatımla, ifadenin daha etkili olması sağlanarak anlatılmaya çalışılmaktadır. Bunlara ilave olarak yine kabir hayatına malzeme yapılan Tekasür Suresinde de aynı şekilde "Mallarınızla, çokluklarınızla yarışırsınız, bu çokluk yarışını kabirlere kadar sürdürürsünüz, mal ve çoğaltmak tutkusuyla dünyanızı kendi elinizle cehenneme çevirirsiniz, bundan dolayı daha dünyada iken bizzat gözünüzle cehennemi görürsünüz." uyarısında bulunulmaktadır.
7) Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün ’güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı’ bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra ’en son dönüşünüz’ O’nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir. (En’am Suresi, 60)
Ayet ömür bittikten sonra yaptıklarımızın bize haber verileceğini söylüyor. Hiçbir suçtan iki kez hesap sorulup iki kez ceza alınamayacağına göre, demek ki hesabın mahşer günü olduğu anlaşılıyor.
8) Kabir azabına delil olarak gösterilen ayetlerden biri Secde suresinin 21. ayetidir: Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azapdan önce, yakın (dünyevi) azaptan da taddıracağız. (Secde Suresi, 21)
Ayette geçen “yakın azap” ifadesi dünya azabı anlamına gelmektedir. Çünkü burada dünya azabı olduğunu ayette yer alan “belki dönerler” ifadesinden anlıyoruz ki, dönüş bu dünyadadır. Kabirde dönüş olmaz. Ahirette de dönüş yoktur. Dönüş sadece bu dünyada olur ve onun kabulü gerçekleşir. Ayetteki “yakın azaptan” kasıt tereddütsüz bu dünya azabıdır.
9) Müslüman, Müslüman için İbrahim suresinin 41. ayetine göre af dileyebilir. Ama bu af dileme “hesabın görüleceği gün” yani mahşer için olacaktır. Ayet şöyledir: "Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla"
Nebimiz Muhammed’e gelen vahiy bu dua şeklini belirlerken ve bu duanın kabir için değil de ahiret için olacağını belirtmiştir.
Nebimiz Muhammed’i İbrahim Suresi 41 için örnek alır ve onun sünnetini uygularız. Zaten Yüce Allah o duayı Nebimiz İbrahim’in örneği ile anlatmaktadır. Demek ki, bir Müslümanın diğer bir Müslümanın dirisi ve ölüsü için yapacağı bu dua, Nebimiz İbrahim’in ve Nebimiz Muhammed’in yaptığı duadır. Hiçbir ayette “kabir” için böyle bir dua yoktur, ama “hesap günü” için vardır.
10) Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 50-51)
...Sen bu zalimleri, ölümün ’şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (En’am Suresi, 93)
Bu ayetlerin kabir azabıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ayetlerde meleklerin ölüm anındaki bahsettiği azaplar cehennem azabıdır. Bu ayetlerin kabir azabını ifade ettiğini öne sürenler
kıyamet kopmadan önce insanların cennet ya da cehenneme gidemeyeceğini düşündüğü için
meleklerin ölüm anındaki inkarcılara söylediği sözleri kabir azabına işaret olarak yorumlamıştır. Cehennem ehli kıyamet gününe kadar kabirde bekletilmeyecek ve öldükten sonra cehenneme atılacaktır. Ölen kimse için zaman kavramı olmaz. Ölen insanlar şu an bulunduğumuz zaman boyutuna bağlı değildir. Dünyadaki zaman kavramı ile ahiretteki zaman kavramı aynı olmaz. Ölen insanlar kıyamet ve hesap gününü hemen yaşayıp cennet ve cehennemi karşısında bulurlar. Yani ölen bir kimsenin cennete ya da cehenneme gitmesi için kıyametin kopması gerekmez. Ölen kişinin hesabı görülüp cennete ya da cehenneme gider yani o kimse için kıyamet kopmuş olur. Allah ölümden sonra cezayı ve mükafatı ertelemez. Dünya imtihanı bitince hesabı çabuk görür.
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin. (Nahl Suresi, 32)
Ayette bildirildiği gibi müminlerin ahiret hayatı meleklerin ölüm anında müminlere selam vermeleriyle ve cenneti müjdelemesiyle başlayacaktır. Meleklerin ölüm anındaki sözleri ölen insan için kabir hayatının değil, ahiret hayatının başlangıcı olacaktır.
11) Kabir hayatının olmadığını net olarak anlayabileceğimiz ayetlerden biri de Yasin suresindeki şu ayettir:
Sur’a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler.
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va’dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 51-52)
Şimdi bu ayetleri dikkatlice inceleyelim. İnsanlar ölünce uyandırılıyor ve bu insanlar karşılaştıkları durumu sorguluyorlar. Diriltilen insanlar “Bizi kabirdeki azaptan kim kurtardı?” veya “şimdi nereye götürülüyoruz, yoksa azap bitti mi?” gibi sözlerle azaptan bahsetmiyorlar? Ayete göre mahşer günü hesap vermek üzere uyandırılanların hiçbiri de kabirde gördükleri herhangi bir azaptan söz etmemektedirler. Herkes bir uykudan kalkar gibidir. Kimsede sıkıntıdan kalkan, azaptan kurtulmuş bir şikayet yoktur.
Henüz amel defterleri kendilerine verilmediği ve başlarına gelecekleri tam olarak yaşamadıkları halde inkarcılar "eyvah" diyerek bulundukları yerden kalkarlar. Bu karşılaştıkları gün dünya hayatı boyunca aslında bilgisine sahip oldukları bir gündür. Ahirette dirilen inkarcıların, gönderilen elçilerin doğru söylediklerini ifade etmeleri dünyadaki yaşananları hatırlayabileceğini göstermektedir. İnsanlar ahirete gittiğinde dünyadaki yaşananları hatırlayabilecektir. Ahiretteyken dünyadaki yaşananlar hatırlanabiliyorsa ölümden sonra iddia edilen kabir hayatındaki yaşananlarda elbetteki hatırlanır. Dolayısıyla kabir hayatında azap çekme olsaydı, ahirette dirilen inkarcılar bu azabı hatırlamış olup ahiret hayatının gerçek olduğunu kabir hayatında görmüş olurdu. Böylece gönderilen elçilerin doğru söylediklerini ahirette ifade etmezlerdi.
Kabir azabına delil getirebilmek maksadıyla ahirette diriltilen insanlar için "çektikleri kabir azabı onlara unutturulmuş ve sonra Allah onları ahirette diriltene kadar uyutmuş ya da canlarını almış" ifadesini kullanmak ayete zorlama yorum getirmek olur. Ahirette dünya hayatı hatırlanıyorsa iddia edilen kabirdeki azapların unutturulmasının bir mantığı olmaz. Ayette belirtildiği gibi insanların ahirette uykudan uyandırılır gibi diriltilmesi ve eyvah demeleri, ilk olarak tekrar yaratılışı orada görmeleri ve hesap vereceklerini anlamaları kabir azabının olmadığını gösterir. Eğer aklımızı kullanırsak ve Allah’ın emrettiği gibi düşünerek Kuran’ı okursak, kabir hayatında sorgulanıp azap görenin ayetteki ifadelerle uyanmayacağını zaten biliriz.
"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf suresi, 22)
Ayette ahiretteki görüşün keskin olduğu bildiriliyor. Yani ahiretteki görüntüler dünyadaki görüntülere göre çok net olacaktır. İnsan dünyadan ahirete hemen geçip dirildiğinde ahiretteki görüntülerin dünyaya göre çok net olduğunu gördüğü zaman dünyanın rüya olduğunu zannedecektir. Ayetin ifadesiyle "uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı?" diyenler olacaktır.
İnsan ölünce imtihanı biter, o kimse hakettiğini bulur. İnsanların ahirette dirilmesi kıyametin kopmasından sonra değil, ölümden hemen sonra olur. Ölen kimseler zaman atlaması yaptıkları için kıyamet gününü hemen yaşarlar yani dünyadaki zaman boyutuna bağlı olmazlar. Ölen insan bambaşka bir zaman ve mekan boyutuna geçer.
Kimse Allah’ın emanetinde kaldığı ölüm zamanının ve mekanının farkına bile varmayacak, öldükten sonra hemen mahşer alanında olacak ve ayetlerde de belirtildiği gibi ölümden sonra dünyada çok kısa kaldıklarını zannedeceklerdir. İster on bin yıl önce, ister on gün önce ölmüş olsunlar, Kuran’da örneklendiği gibi çekirgeler gibi aynı anda haşredilecekler ve kabre girmiş, ruhu kabzedilmiş olanlar için zaman kavramı olmayacaktır. Bunların dışında kabir azabının olmadığına işaret eden daha pek çok Kur’an ayetini de görmekteyiz. Konuyla ilgili diğer ayetler şöyledir:
“Çünkü o boruya (sur’a) üfürüldüğü zaman,
İşte o gün, zorlu bir gündür; Kafirler içinse hiç kolay değildir. (Müddessir Suresi, 8-10)
Gözleri ’zillet ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki ’yayılan’ çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." (Kamer Suresi, 7-8)
İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar. Derler ki: "Eyvahlar bize; bu, din günüdür." (Saffat Suresi, 19-20)
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, kıyametin kopuşu ve ahiretteki sorgulama için zorluk söz konusudur ve bu zorluk kâfirler içindir. Kabirde zorluğun olduğunu söyleyen hiçbir ayet yoktur. Şayet kabir azabı olsaydı kıyamet günü hesap için toplanan suçlular "Eyvahlar bize; bu, din günüdür." demezlerdi. Bu ifadeden anlaşılacağı gibi bu kişiler kabir azabı görmeden ahirete gitmişlerdir ve zorlu bir gün yaşadıklarını ilk olarak ahirette görmüşlerdir. Ahiretteki insanların ifadelerinden kabir hayatının olmadığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bir ayette şöyle buyurulur:
Ve kabirlerin içi ’deşilip dışa atıldığı’ zaman;
(Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir. (İnfitar Suresi, 4-5)
Kabir azabı inancına göre kişi zaten daha kabirde ne yaptığını ve ne yapmadığını görmüş ve bundan dolayı azaba ya da mükafata tabi tutulmuştu. Demek ki bu ayetten de öldükten sonra ilk hesabın mahşer günü olacağı anlaşılıyor.
Yine de bilmeyecek mi? Kabirlerde olanların ’deşilip dışa atıldığı,’ Göğüslerde olanların derlenip-devşirildiği zamanı? (Adiyat Suresi, 9-10)
Kabir hayatı inancına göre kalplerde olanlar mahşer gününden önce bir sorgulama ile ortaya çıkarılırdı. Demek ki kabir azabını kabul etmek bu ayete de ters düşüyor.
12) Sizi çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız. (İsra Suresi, 52)
Saatlerce uyuduğumuz halde, zaman kavramını yitirip bir göz kırpması kadar uyuduğumuzu sanırsak, benzer şekilde öldükten sonra dünyada çok kısa kaldığımızı zannederiz. Eğer mahşer gününden önce kabirde bir hesap ve azap olsaydı, önce yapılanlar hatırlanacaktı ama sonraki ayetlerde göreceğiz ki öyle olmayacak.
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.
Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: "Andolsun, siz Allah’ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz." (Rum Suresi, 55-56)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere suçlular, dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin etmektedirler. Bu onların kabirde azap görmediklerini göstermektedir. Şayet bunlar kabirde ceza görmüş olsalardı, bunu hem dile getirirlerdi, hem de zamanın bu kadar kısa olduğunu yeminle iddia etmezlerdi. Çünkü sıkıntılı zamanlar insana daha uzun gelir ve sıkıntı bittiğinde insan bunu beyan ederek rahatlar.
13) Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur. (Duhan Suresi, 56)
Demek ki öldükten sonra eğer kabirde dirilip hesaba çekilip yine öldürülecek ve daha sonra mahşer günü diriltileceksek, dünyadakinden başka bir ölüm daha tatmış oluruz. Bu ise ayete ters düşer.
14) Biz, her insanın kuşunu kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. "Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter." (İsra Suresi, 13-14)
Ayetlerde aslında kabirdeki sorgulamadan değil, açıkça kıyametten sonra toplanılacak mahşer günündeki durumdan söz edilmektedir. Ayette kabirle ilgili hiçbir ifade ve ima yoktur. Ayetin orijinalinde “"tair" sözcüğü ile Arapların her hareketini takip ettikleri ve ona göre hüküm oluşturdukları kuş karakterine atıf yapılmakta ve "kuşun boynuna dolanması" deyimi ile insanın bir anda yapıp geçiverdiği amellerinin bile kendisinden ayrılmayacağı, bu amellerin kayıtlarının her zaman ve ahirette de insanla birlikte olacağı vurgulanmaktadır. İnsanın her türlü davranışlarının kayıtları kuş gibi uçup gitmezler, kolye gibi herkesin boynunda asılı dururlar denilmektedir. Kur’an anlatımında Allah, Arapların daha kolay anlayabilmeleri için daima onların kültüründe var olan mecaz anlatımlı atasözlerini ve deyimleri kullanmaktadır. Aslında insanın boynuna dolandığının belirtildiği kendi yaptıkları, insanın kendi beyninde mikro cip gibi mevcut olan hafıza, bellek hücrelerindeki kayıtlardır. Ruh, can, özbenlikte bulunan ve Allah tarafından bizim bilmediğimiz bir yerde kabzedilen bu kayıtlar, bedenin ölümüyle beraber dondurulmakta, fişi çekilerek adeta bir bilgisayar disketi gibi kapatılmaktadır. Hesap gününde ise bir uçağın kara kutusu, bilgisayarın ana belleği gibi açılacak ve bir video kaydı gibi canlı olarak kişinin kendisine gösterilecektir. Bu anlam çerçevesinde Zilzal Suresinin 7 ve 8. ayetlerinde de “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür.“ denilmektedir. Ama bütün bunlar kabirde değil, mahşer gününde Allah’ın huzurunda olacaktır. Kıyamet bir yargılanma günüdür. Yargılanma olmadan ceza olmaz. Kabirde de yargılanma söz konusu değildir.
İmtihan olan dünya hayatı var ise, her insanın sevap ile günahlarını kaydeden melekler varsa ve bunları anında yazıyorlar ise, amel defterimiz öldükten sonra açılıp sevap ve günahlarımız işleme konulacak ise, öldükten sonra kıyamete kadar bir ön hesap ve azap düşüncesine kapılmak yanlıştır. Cennet ya da cehennemi hak eden kimse kabirde bekletilmez. Kabirde sorgulanıp azap çekmez. Küfür ehli hemen cehenneme koyulur. Kabir azabına gerek kalmaz. Cehennem azabı olduktan sonra kabir azabının olmasının bir anlamı yoktur. Kabir azabı yoktur. Doğrudan cehennem azabı vardır. Kabir hayatı olsa da olmasa da insan eninde sonunda ahirete gidecek, cennet ve cehennemi karşısında bulacaktır.
15) Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi, 185)
Kuran ecirlerimizin kıyamet günü ödeneceğini söylerken, kabir hayatı inanışına göre yaptıklarımızdan dolayı kabrimizin cennet bahçelerinden bir bahçe olması ecirlerimizin kıyamet gününden önce ödeneceği anlamına gelir. Bu ayetten de hesabın görüleceği günün yalnızca mahşer günü olacağı anlaşılıyor.
Görüldüğü gibi öldükten sonra tek bir sorgulama, tek bir hesap olacaktır. Hesap sorulmadan da mükafat veya ceza verilmeyecektir. Bir insanın kabirde melekler tarafından sorgulanıp azap çekmesi, sonra o kimsenin oradan ahirete gidip tekrardan hesaba çekilip cehennem azabı çekmesinin mantıklı bir tarafı yoktur. Kabir azabının cehennem azabı kadar şiddetli olmadığını ifade etmek bu durumun mantıklı olduğunu göstermez. Allah dilerse elbetteki böyle bir şey yapabilirdi ancak ayetlerden böyle bir şey olmadığı anlaşılmaktadır.
Kabir sorgulaması ve azabı konusunda nakledilen hadisler, Kur’ân’ın denetimine sunulmalıdır. Bu denetim neticesinde anlaşılacaktır ki, ahirette gerçekleşecek olan sorgulama ve azabı, kabre taşımaktadırlar. Melekler sorgulamayı cehenneme girecek olanlara, cehennemin kapısında yapacaklardır.
Kur’ân’a bakınca, bu soruların nerede ve nasıl sorulacağı anlaşılmış olacaktır.
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" Onlar: "Evet" derler. "Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: "Allah hiçbir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik." (Mülk Suresi, 8-9)
Bu ayetlerden anlıyoruz ki meleklerin sorgulaması kabirde değil, cehennemin kapısında, kapılar açılınca gerçekleşecektir. Uyaran elçilerin gelip gelmediği konusundaki bu soru genel anlamda olacak, her elçi döneminde yaşayanlar cevap verecektir; yani sadece Nebimiz Muhammed konusunda olmayacaktır.
Kuran’da cehennemde bildirilen ceza çeşitlerini alıp, kabirde olacağını ileri sürmek hurafe bir anlayıştır. Kur’ân’da olmayanı Kur’ân’a kabul ettirme uğraşısı Müslümana yakışmaz.
16) "İnkar edenleri ise, dünyada ve ahirette şiddetli bir azapla azaplandıracağım. Onların hiç yardımcıları yoktur." (Âl-i İmrân Suresi, 56)
...Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azapla azaplandırır... (Tevbe Suresi, 74)
Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise daha zorludur. Onları Allah’tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu da yoktur. (Ra’d Suresi, 34)
Yukarıdaki ayetler çok açıkça söylüyor ki Allah hem bu dünyada, hem de ahirette yani mahşer günü cezalandıracağını çok açık ve net bildiriyor. Ahiretteki azabın dünyadaki azaptan daha şiddetli olduğunu söylüyor.
17) Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size kitabı açıklanmış olarak indirmiştir... (En’âm Suresi, 114)
Ayette Allah’ın Kuran’ı ayrıntılı olarak indirdiği anlatılıyor. Kabir azabı çok önemli görülüyorsa ve gerçekten varsa o zaman Allah bunu Kuran’da sadece bir ayette bile olsa net olarak ifade ederdi. Kıyamet günü, ahiretteki insanların konuşmaları, cennet ve cehennemle ilgili çok sayıda ayet olmasına rağmen, bir ayette bile net olarak kabir azabından bahsedilmemiştir. Tam tersi kabir hayatının olmadığı ayetlerden anlaşılmaktadır. Eğer gerçekten ölüm ile kıyamet günü arasında berzah alemi diye bir hayat olsaydı, onu da Allah mutlaka mahşer, cennet, cehennem, dünya ve ahiret hayatı, abdest, oruç gibi çeşitli kavramlarda yaptığı gibi bizzat berzah alemi konusunu da Kendisi, temsili konuşturmalarla açıklamalar yapardı.
Öldükten sonra sorgulama mahşerde olacaktır. Ondan önce sorgulama yoktur. Yukarıda verdiğimiz, kabir azabının varlığına inananların ayet delillerine getirdikleri yorumlar zorlamalarla doludur. Bu ayetlerden zorlayarak kabir azabı çıkartmaları hem Allah’a, hem Kur’ân’a, hem de Nebimiz Muhammed’e iftiradır. Geçmişten gelen hurafe kültürünü Kur’ân’a kabullendirmek, Kur’ân’a söyletmeye çalışmak, Hud sûresinin 18; En’âm sûresinin 93. âyetine göre zulme varan bir iftiradır ve bu durum en ağır zulümlerden biri olmaktadır.
Geçmişin hurafe zincirlerinden kurtulmadan, kafalardaki zincirler kırılmadan, Kur’ân’a ihanet etmekten vazgeçmek imkansızdır. Kur’ân ile insanlar arasına hurafeleri, yanlışları koymak, insanları Kur’ân’ın ışığını alamaz hale getirmek bir zulümdür. Bir ayette şöyle buyurulur:
De ki: "Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan ’isyan ve saldırıyı’ kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır." (A’raf Suresi, 33)
DİKKAT EDİN! HAKKINDA İSPATLAYICI BİR DELİL İNDİRMEDİĞİ BİR ŞEY söylenmektedir. Allah dünya ve ahiret hayatını bu kadar detaylı anlatmışken, kabir azabı hakkında bir ayet bile indirmemiştir.
O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. (Necm Suresi, 3-4)
Ayetlerde belirtildiği gibi Nebimiz Muhammed’in Kur’an dışına çıkması mümkün değildir. Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür. Mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar, kendi aleyhinde olsa bile mesajı tebliğ etmek zorundadırlar.
Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. Sonra onun can damarını elbette keserdik. (Hakka Suresi, 44-46)
Bu ayetlerde yapılan tehdit, önce Nebimiz Muhammed’i ve ardından da bütün inananları bağlamaktadır. Bu nedenle Kuran’da olmayan sözler ve ifadeler, ardından inanç olarak gidilecek Nebimiz Muhammed’in sözleri değildir. Kuran’da olmayanlar dinde değildir. Hiçbir kimse Allah ve din adına laf üretmemeli, din adına verilecek hükümler mutlaka Kuran’dan olmalıdır.
Allah’ın Kur’an ayetleri ile eğittiği ve her harfinin zerresine uyduğu, hayatının rehberi yaptığı, Kur’an ile yatıp, Kur’an ile kalktığı, en güzel ahlakın timsali Nebimiz Muhammed’in Kur’anı yanlış anlaması, Kur’an dışında ve Kuran’a aykırı sözleri söylemiş olması, Allah’ın ayetlerini unutmuş olması, inkar etmiş olması mümkün değildir, tamamı uydurmadır.
Önce şunu iyi bilmeliyiz ki, inançlar sağlam, açık ve net delillere dayanmalıdır. Zannetmekle, zorlamalarla, anlam tahrifatları ile veya kehanetle, rüya ile inanç olmaz. Rüyalarda kabir azabının görülmesi kabir azabına delil olamaz. Rüyalar bu konuya delil gösterilemez. Rüya ile ölüm sonrası yaşanacak bir şeyin hükmü açığa çıkartılamaz. Rüya yoluyla alındığı iddia edilen ölüm sonrası yaşanacaklar ve ölen kimsenin durumu ile ilgili bilgilere güvenilemez.
Ölümden sonra hayatın kabirde devam edeceği ve hemen ölümün ardından kabirde sorgunun başlayacağı ve bu sorguya göre de kabirde kişinin ameline göre iyiyi veya azabı yaşayacağına dair anlatılanların tümü Kur’an dışıdır. Dolayısıyla kabir hayatı denilen toprak altında, ölen insan için ne karabasan, ne de tatlı rüya diye bir şey yoktur. Ölümün ardından ne yaşanacaksa, hesap gününde Allah’ın takdirine göre yaşanacaktır. Anlatılan Kur’an dışındaki hadis ve rivayetlere inananlara aslında tek bir ayeti söylemek dahi yeterli olacaktır. Çünkü her gün namazda okunan Fatiha Suresinin içerisinde defalarca 4. ayette "Maliki yevmiddiyn" (Hesap gününün sahibi) denilerek Allah’a yönelinmektedir. Allah, hiçbir kimseyi, elçileri de melekleri de hükmüne ortak etmez. Hesap gününün bir tek sahibi vardır. O da Allah’tır. Bu hesap mezarda değil, mahşer gününde sorulacaktır. Rahman Suresinin 39. ayetinde "İşte o gün, ne insana, ne cinne günahından sorulmaz." denildiği gibi bu sorgulamada da dinin nedir, nebin kimdir, tanıyor musun, tanımıyor musun, yaptın mı yapmadın mı diye değil, elçilerin, meleklerin, ayetlerin tanıklığında, canlı bir video gösterisi gibi kendisinin yaptıkları, bütün ayrıntıları ile gösterilecek, kendisi de yaptıklarına tanık edilecektir. Araf Suresinin 6. ayetinde “Andolsun, kendilerine gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere de elbette soracağız.“ denildiği gibi insanlarla beraber elçiler de dahil herkes sorguya çekilecektir. Ancak cennet ehlinin sorgulaması zor olmayacaktır.
Ayetlerde de görüldüğü gibi Kur’an, suçlulara günahlarından sorulmayacağı, herkesin neler yaptığının o gün ortaya çıkacağı, sorguya gerek bulunmadığını vurgulamaktadır. Bu sorgulama, suçlulardan neler yaptıklarını, onların yüzüne vurup onları azarlama, yaptıkları suçlardan onları hesaba çekme şeklinde bir sorgulamadır. Uydurma rivayetlerle anlatılan, Münker ve Nekir sorgulamasındaki gibi sorup cevap alma sorgulaması değildir. Bu sorgulamaların ağırlığından insanların kurtulabilmeleri için de daha dünyada iken hangi konularda sorgulama ve hesaba muhatap olacakları gibi birçok ayetle, kendilerine verilen nimetten, onları nasıl kullandığından, Allah’a ortak koşmalarından, Kur’an ayetlerini öğrenip hayatına rehber edip etmediğinden, yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından, yapmamaları gerektiği halde yaptıklarından sorgulanacakları belirtilmektedir. Böylece insanın yaptığı hareketlerden, davranışlardan sorumlu olduğunu, suçluların cezalandırılacağı vurgulanmaktadır. Orada kişinin "Rabbim budur, nebim şudur" diye cevap verip vermemesinin bir önemi yoktur. Çünkü hesap günü herşey apaçık gösterilecektir.
Kabir azabının olduğunu söyleyenler, insanlığa sökülüp atılması zor olan bir hurafe, yanlış ve batıl anlayış bırakmışlardır. Toplumumuzda yerleşmiş olan yanlış ve Kur’an dışı bu kabir hayatı ve kabir azabı ile ilgili bütün hurafelerin dinimizden, inancımızdan temizlenmesi, Kur’an dışındaki yanlış din anlayışından, Nebimiz Muhammed’e yapılan iftiralardan kurtarılması gerekmektedir. Bu da ancak, Kur’anı anladığınız dilden okuyarak, gerektiği gibi Allah’ı, Kuran’ı, Nebimiz Muhammed’i tanıyarak, önünüze konulan her bilgiyi Kur’an ile test ederek, birilerine emanet verdiğiniz aklınızı geri alarak, sorgulayarak, kendi aklınızı kullanarak mümkün olabilir. Henüz hayatta iken, kurtuluş ve işlenmiş olan günahlardan bağışlanmak için tevbe kapıları açık iken, sizi yanlış inançlara sevk etmekte olan rivayetleri ve hadisleri hayatınızdan çıkararak, dinimizin yegane kaynağı olan Kuran’a yönelelim ve hayatımızın yegane rehberi ve reçetesi yapalım. Hurafelerden arınıp, Kur’anı hayatının yegane rehberi edinebilmiş olanlar, hem bu dünyada hem de ahiret hayatındaki huzuru ve mutluluğu yakalayabilecektir.
(Not: Gördüğünüz gibi kabir azabıyla ilgili tüm delilleriniz çürütüldü. Bu sebeple kabir azabına inanıyorsanız kendinize delil bulmak mecburiyetindesiniz.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.