- 528 Okunma
- 1 Yorum
- 4 Beğeni
812 – DÜNYA VARMIŞ
Onur BİLGE
Ramazan’dı. Birbirine eklenen masalarda, dört erkek, on üç kız, on yedi genç, bir de Define on sekiz kişiydik. Akşam birlikte iftar etmiştik. Doğum günü kutlar gibi neşeliydik. Virane’de bayram havası esiyordu. Kutsal bir şenlik vardı! Paylaşım ne güzel bir şeydi! Arkadaşlık, dostluk, birlik beraberlik... İlahi huzur ve mutluluk bizimleydi.
“Gönül ne çay ister ne de kahve... Çay da bahane, kahve de bahane... Allah, bizden paylaşmayı almasın!” dedi dede. “Birer kahve içelim! Ne dersiniz çocuklar?”
Bazıları sütlü kahve istedi. Ahmet hem kahveleri yaptı hem de “Ben doldurur ben içerim, günah benim kime ne!.. Haydar Haydar!..” diye ilahiler okudu.
Rüzgâr durmuştu. Yaprak kıpırdamıyordu. O esnada Neslihan Hanım da geldi.
“Merhaba! Hepinizi bir arada görmek ne güzel! Sesinizi duydum, evde duramadım! Hava çok sıcak! İftardan sonra üstüme rehavet çöktü. Biraz uzandım, uyku bastırdı! Kahve içeceğim, açılır İnşallah!” diyerek. Dede, mazisini hatırlamış olmalı ki:
“Hani bir şarkı vardır. “Gelmeden yolculuk sırası bize, içelim a dostlar neşe dolalım, içelim bu akşam sermest olalım!” diye başladı. “Aza sormuşlar: “Nereye böyle?” diye. “Çoğun olduğu yere...” demiş. Kamber’siz düğün olur mu! Hoş geldin!” diye takıldı ona.
“Çok şey borçluyum sana. İlk zamanlarda ne zor gelmişti bana. Aylarca rahibelerin manastıra kapandığı gibi eve kapanmıştım. Gözümün yaşı dinmemişti. Çoktandır rahatım yerinde... Vefasız değilim ama akılsız da değilim yani. Hayatın devam etmekte olduğunu fark ettim de kendime geldim, sayende. Dünya varmış!.. Ses soluk dinleme, her an kontrol etme, uyursa grayder sesi dinleme, uyanıksa radyo veya televizyon gürültüsü de yok, İnşallah bir daha evlenmek de yok! Çok zor oluyor, başkasının derdini çekmek. Naklen maçlar, uzun uzun yorumlar, haberler, ıvır zıvır programlar, reklamlar...” dedi o da... Define şaşkın ve ve düşünceli görünüyordu.
“Bu düşüncelerin renkleri o kadar değişik ki hem de herkesi şaşırtacak kadar. En iyisi... Allah hayırlısını versin!”
“Şimdi şimdi fark etmeye başladım bazı şeyleri. O zaman ortama uyum yapmaya zorlamışım kendimi ya da Allah dayanma gücü vermiş. Sevgim ve saygım, o zorluklara katlanmaya mecbur etmiş beni.”
“Birinci neden, insan olmanın gereği, ötekileri saymaya lüzum yok!”
“Şimdi uykum gelince yatıp, sessizlikte doya doya uyuyorum. Her an “O hal geliverir!..” diye korku çekmeden... O tedirginliği biliyor musun! Ya o anda uyanamazsam, fark edemezsem, yanımda can verirse? Onun vicdan azabı ne yapar insanı!..”
“Bizde bir söz vardır. Belki siz de bilirsiniz. “Kavak kesildi, takırtı bitti!” derler. Öyle mi oldu?”
“Öyle oldu. Yorgan gitti kavga bitti. Artık çok şeyi kaale almıyorum. Zaten hayat kaale almaya değmez! Yaşıyorum işte! İş olsun! Dostlar alışverişte görsün! Allah’ım beni, tereyağından kıl çeker gibi çekmiş. Dünya varmış!.. Ben ayımı günümü şaşırmışım. Bayrama kaç gün var? Eylülün yedisinde başlıyor değil mi?”
“Ben takvimsiz, saatsiz yaşamak istiyorum. Bana yılları sorma! Çünkü onu ben de şaşırdım. Saçlarımda başka, yüzümde gözümde başka, gönlümde başka, kafa kağıdımda başka... Ne değişik yılları bir arada yaşıyoruz! Allah için zaman mefhumu yok. Biz de O’ndan ayrılmasak o mevhum bizden de kalkar mı acaba? Ne dersin Mahir?”
“Ancak ölünce kalkar...”
“Kızımla oğlum arada laf atıyorlardı birbirlerine. Sıradan bir akşamdı. O da banyoya girdi. Başına su gelir gelmez sersemlemiş olmalı. O hal gelmiş yine. Devrilmiş. Bir gürültü!. Apar topar banyoya girdim. Başlamış başını vurmaya... “Tak tak tak...” Betona... Zorla zapt etmeye çalıştım! Durduramadım. Ayıltmak için soğuk su döktüm. Vurmaya devam ediyor... Kızım kapıya geldi. İçeriye giremez! Oğlum geldi: “Gireyim mi? Ne oldu?” “Bir şey yok. Girme!” Telkin ederek, emirler yağdırarak kaldırdım. “Acaba böyle bir yerde şeytan mı çarptı?” diye düşünmekten kendimi alamadım. Ayağa kalktı, otomatikleşen hareketlerle, kendini bilmez vaziyette bön bön bakarak bornozunu giydi. Önünü iliklemeye çalışıyor. Belki ceket ya da palto falan giydiğini sanıyor. Aklı yerinde değil. Bornoz kuşaklı... “Tamam, haydi öyle gel!” dedim. Yürüdü, çıktı oradan. Odaya girdi. Yatağa yattı uyudu. Uyandığında nerede bayıldığını hatırladı. Detayları sora sora öğrendi, hatırladı. “Sen beni buraya nasıl getirdin?” dedi. Dedim: “Sen geldin, yavaş yavaş. Allah yardım etmese, var ya, biz yokuz! Biz diye bir şey yok!”
“Seni o kadar çok anlıyorum ki bu anlatış beni korkutuyor! Çetin sınavlardan geçtin. Dahasına da talipsin. Nerde, ne zaman, ne talep edeceğin ve ne yapacağın belli değil. Yanılmayı çok isterdim. Yanıldığımı söyle de suçlanayım! Mahcup olayım.”
“Koca vücut! Gücüm yetmiyordu kıpırdatmaya. Allah ayağa kaldırdı, baygın haldeyken. Desem, kimse inanmaz. Allah, bir kulunu diğerine haddinden fazla yük etmiyor aslında. Taşıyacağı kadarını yüklüyor ancak.”
“La havle’nin tamamını baştan sona kadar oku ve tefekkür et!”
“Ben biraz sonra ne emir geleceğini, bana ne görev verileceğini nereden bileyim!”
“Karşına çıkan ne olacaksa, o odur!”
“Beterin beteri var! Allah, beterinden korusun!”
“İşte bütün sorun da bu ya... Amin!”
“Memleketin en iyi, en mert adamıyla evlendim. “Neslihan, evlenmeyecek misin?” dediklerinde: “Adam gibi adam var da ben mi evlenmiyorum! Adam gibi adam gösterin, evlenmeyen namussuz!..” dedim. Karşıma o çıktı. Olana bak!”
“Akıl fikir ve gönülden sık sık bahsetmemin nedeni de bu! Geçenlerde “Kendi zatından iste!” demiştim. Memleketin en iyi ve en mert adamını el alemden çok bilen biri, her şeye hakim değil mi! Gönül tahtının sultanı değil mi! Yoksa bunlar hayal ürünü müydü? Ne kavgalar ettik seninle bu yüzden! Allah kadar kıskanç kim var!”
Her şey bitimli... Aşk da öyle... Zaman, geçmekle kalmıyor, duyguları da savuruyor, dağıtıyor, silip süpürüyor. Neslihan Hanım’daki bu kadar büyük değişimin asıl sebebi Define. Bu insana Büyücü demekte haksız mıyım!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 812