- 547 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
806 – TUZAK
Onur BİLGE
Pazar günü öğleden sonra Sadullah Bey’le Tophane’de buluşacaklarmış ama Define, Seviye sorunlarıyla geldiği için onu bırakıp çıkamamış. O da yarım saat kadar daha beklemiş. Sonra evine gitmiş. Dedeye sitem etti gelince.
“Geçenlerde beni çok beklettin. Biraz kızdım sana ama saman alevi gibi geldi geçti.”
“Bir olay olmuştur da ondandır. Aksi halde mümkün mü! Seviye’yi biliyorsun. Canan adlı bir yaşında kızı var.”
“Evet. Burada tanıdım. Çok tatlı bir bebek! Ne olmuş ona?”
“Canan’ın babası ihanet etmiş. Bir kadın bulmuş. Ona: “Eşimden yedi aydır ayrıyım.” demiş. Birlikte yaşamaya başlamışlar. Seviye de duymuş. İki atlı bir yayan, koşmuş gelmiş! Onunla uğraştım.”
“Sık sık oluyor. Ne ilk ne de sondur. Okta da var, yayda da...”
“Ben dedim: “Bunda ihanet var!” O da: “Delil yok!” dedi. “Takip et!” dedim. Takip etti. Tuzak kurdu. Yakaladı! Bu gece de Canan’ı getirdi bıraktı, onunla kavgaya gitti. Ne yapacaklar bilmem.”
“Onlar köpek gibi didişirler, olan çocuğa olur! Seni lafa tutuyorum ya... İşin varsa engel olmayayım. Siparişlerin falan...”
“Yok... İşim yok da düşüncem var. Kız mutlaka kavga edecek. Çok uslu, sakin ama zır deli oldu artık! Onu düşünüyorum.”
“Düşün, o kız o halde de neye yarar? Yapacak hiç bir şey yok. Ok yaydan çıkmış! Olanlar olmuş! Yıkılanın tamiri yıllar alır.”
“Ayrılacaklar büyük ihtimalle. Kadın zenginmiş, arabası falan varmış. Çekirge’de oturuyormuş. Süper zengin muhiti... Adam işsiz... Ne hayaller kuruyordur kim bilir! Arada olan Canan’a olacak!”
“Her arabası olan zengin mi! Satılık insan, her zaman satılıktır! Pazarı ve alıcısı değişiktir. Yani cehennemin dibindeler! Desene Canan’a da olanlar olmuş! Bundan sonrasını Allah’tan başka kimse kestiremez!”
“Ah sorma! Derdim sadece o!”
“Bizim ufaklık da bir haftadır bizde... Onlar da ayrılacaklar. Oğlan beş yaşında... Annesi de yanımızda... Gelin sever bizi. Çocuğun hissettiklerini hissetmek çok acı ama ne yazık ki hiç bir şey babasızlığını değiştiremeyecek!”
“O senin arkadaşın... Olsun, o da büyüyecek
baba olacak!”
“Öteki de anne... Nasıl bir anne, nasıl bir baba olacak bunlar? Öç mü alacaklar, bedel mi ödeyecekler? Bir tarafları buruk insanlar olarak yaşayacaklar. Ya hepten körelecekler, ya da tamamen keskinleşecekler. Canan’ın ya annesi ya da babası, mutlaka problemli bir ailenin çocuğudur. Gelinin ailesi de öyleydi.”
“Allah ıslah etsin bunları! Islah olamamışlar!”
“Ama neden ıslah edecek? "Ben insana akıldan güzel bir nimet vermedim!" diyor. Yaşamak zor! İnsan olmak daha zor! Eğer kolay olsaydı, herkes insan olurdu. Tıpkı fay kırığı... Bir çatladı mı...”
“Anlaşmazlık başladı mı sürüyor. Elmaya iğne battı mı oradan çürür. Kimse durduramaz!”
“Elbette! Deprem kaçınılmaz! Haramın tadına varan bir daha bırakamaz! Birileri bu yüzden cennetten kovulduysa, bunlara neler olmaz ki!”
“O kadından da bıkacak!”
“Olsun ne fark eder! Belasını bulana kadar sürer gider. Uslanmaz o! Alışmış, kudurmuştan beter! Azıcık moralim vardı, o da gitti.”
“Üzülme, olacak olan olur!”
“Canan sanki annesinin kucağında, karşımda oturuyor. Demek ki biraz insan yanımız var. Battı işte! Gözlerim dolu dolu... Genzim sızlıyor. Çarpıntı arttı! ”
“Evet, insanız biz. Şeytan diyor ki “Verme Canan’ı! Annesini de al!”
“Şeytanı dinleme arkadaşım! Allah ne diyorsa onu yap! Annesinin, anası babası var. Sana yakışmaz! Başına bela olurlar! Bazen Allah’ın cezalandırdığını korumaya çalışanın başına olmadık işler açılır! Ortada kalırsa, sığınacak liman ararsa, Allah’ı anarak senden dilerse o başka... Memleketine gidecek! Doğup büyüdüğü topraklara...”
“Burada kimsesi yok kızın. Mardinli... Annesi babası gelecek, Seviye’yle Canan’ı alıp gidecek. Kocası işsizdi. Eve Seviye bakıyordu. Hamileliği boyunca da çalıştı. Bir sigorta şirketinde, tuvalet temizliğine kadar her işi yapıyordu. Yemek de sekreterlik de ona aitti. Az daha iş yerinde doğuracaktı. Doğuma üç dört gün kala bıraktı işi. Bebek de yirmi gün önce geldi. Doğru dürüst lohusalığını bile bilemedi garip! İşini kaybetme korkusundan, doğumdan belki on gün sonra süt emen bebeği bıraktı, çalışmaya gitti. O zamanlar annesi gelmişti doğum nedeniyle. Birkaç ay o baktı. Daha sonra kayınvalidesi geldi, bir süre de o baktı. Son zamanlar da komşusu bakıyordu. Şimdi işinden de olacak.”
“Bırak gitsinler! Doğru olan o!”
“Annesi babası bilmiyor daha. Mazbut bir aile... Bunlara maddi yardım da yapıyorlardı. Kız evladı sahibi olmak ne kadar zor! Böyle bir serseriye düşerse, ateş düşer o haneye!”
“Çabuk duyulur. İnşallah saydığımız kötülüklerin hiçbiri olmaz! Dileyelim, rahmet erken ulaşsın! Cenabı Allah, kalplerine muhabbet tohumları eksin!”
“O kadın: “Suat beni bırakırsa intihar ederim!” diyormuş. Seviye de “İntihar ederim!” diyor. Suat: “Ben de intihar ederim, sen edersen!” diyor. İkisine de “Seni seviyorum!” diyor. Kendisi açmış başına derdi. İki arada bir derede...”
“Toplu katliam! Ucuz sevginin kör alıcıları...”
“Seviye, Suat’ı o kadına bırakmayı gurur meselesi yapıyor.”
“İşin içine kıskançlık, ihanet, gurur girmişse, binanın her tarafında çatlak vardır. Her şey yerle yeksan olur! Hangi birini eğiteceksin!”
“Her şey var! Seviye’de de kabahat var. Senin nene gerek, elinin hamuruyla erkek işine kalkışmak! Otur evinde, çocuğuna bak! Kocanla, evinle ilgilen! Normali bu ama kocası hazır yiyici olunca, kolları sıvamak, Seviye’ye kaldı. Ne yapsaydı! O bir anne!"
"Kadın eline bakan adamın haysiyeti mi kalır! Aile reisi kadın olmuş. O evde onun borusu öter! Kocası onun eteğinin altına girmiş. Ekmek derdinde değil ya... Meydanı geniş bulmuş, istediği gibi at oynatmaya başlamış!"
"Kadın Seviye’yle telefonda konuşmuş. Sonra da iş yerine gitmiş: “Kocan beni seviyor!” demiş. Bir de ispatlamaya kalkmış dediğini. Onu, inadına Suat göndermiş karısına. İşyeri telefonunu ve adresini de o vermiş. Adamdan başka her şeye benzeyen ne adamlar var yahu!”
“Bu konuyu kapatalım mı? Aslında bunlar, gündemimizin dışında... Tamamen iç dengeleri konu alan şeyler konuşulsa daha iyi olmaz mı! Dünya ve dünyaya ait her şey sıkıyor beni.”
“Bilmem! Aklım ermez!”
“Birimizin bari erseydi! Ben senden daha da geriyim.”
“Ben de bıktım! Bu tür insanlardan tiksiniyorum. Ölü gibi yaşamayı tercih ediyorum.”
“Bıktım yerine “Yıktım!” deseydin, daha güzel otururdu. Ölü gibi yerine de “Öldüm!..” Bir başka diriliş için ertelemesiz...”
“O da sırada... Merak etme!”
“Yakın da... Uzak duruyor. Belki de tuzak kuruyor. Bakalım bunlara nasıl bir tuzak kuracak! “Ben tuzak kuranların en üstünüyüm!” diyor. O tuzaktan nasıl kurtuluruz?”
“Asla! Kurtulmak isteyen kim! O ne derse O! Ne yapsa haklı!”
“Öyle de... Değil gibi... Aksini iddia eden yok!”
“Öyle!”
“Öyleyse söyle!”
“Allah tuzak kuranlara tuzak kurar da... Zaten cümlemiz kapana sıkışmışız.”
“Kapan O!”
“Dünya kapan!”
“Kapandaki kim?”
“Neticede Ondan Ona... Asıl, O!”
“Vekil de, sen de, ben de bir yerde aslında O! Bu tür olayları istemiyor değil mi!”
“Şahıs zamirleri yok. Sanal laflar onlar... Bizim uydurduğumuz... O var sadece. Sadece üçüncü tekil...”
“Biz kimiz?”
“Hiç! Yok! Kukla, oyuncak... Kendilerini var sanan gölgeleriz. Var, o kadar var ki!”
“Desene biraz önce boşuna ağladım! Hakikat sahnesinde gölgeyi oynayanlar mıyız?”
İnsanlar yaşlandıkça duygusallaşıyorlar. Sadullah Bey de Define de aynı... Sıradan olaylar bile onları derinden etkiliyor. Bizim duya duya kanıksadığımız olaylar için içleri yanıyor! Onların bu tür şeylere daha alışık olmaları gerekmez mi!
Belki de biz, ihanet gibi, boşanma gibi olayların sadece dışyüzünü gördüğümüzden aldırış etmiyoruz. Onların deneyimleri, gördükleri duydukları çok daha detaylıdır mutlaka. O olayların seyrine ve neticelerine de şahit olmuşlardır. O nedenle bizim bu iki ihtiyarı anlamamız imkânsız!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 806