- 1593 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
T A B İ Y E T İ B O Z U K
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
TABİYETİ BOZUK.
Yokluk ve yoksulluk İkinci Dünya harbinden miras kalmıştı ülkemizde. Kişilerin tekerleğin değmediği Taşeli Bölgesinin kuş uçmaz, kervan geçmez dehlizlerinde çalışarak bu illetten kurtulması pek mümkün değildi. İş ve aşın olmamasının yanı sıra haddin den fazla hesapsız yokluk ve yoksulluk vardı. Bu illetten kurtulmanın tek çaresi, eğitim seferberliğini başlatmak ve eğitimin sonunda devlet kapısında süreklilik arz eden iş bulmak, devlete kapılanmak olarak görülüyordu. Ancak her ilçe merkezinde lise bulunmuyordu. Ortaokul’un bile açıldığı tarihten bu yana daha on yıl geçmemişti. İlçenin en büyük mektebi Ortaokul’du. Şehirli köylü tüm aile reislerinde çocukları ortaokulda okutulması konusunda büyük bir heyecan vardı. Babalar, anneler devletin leyli/yatılı okullarında parasız okuyan komşu çocuklarını gördükçe içinin yağı eriyor ve çocuklarının da eğitimsiz ve işsiz kalmaması için azimle okutmak istiyordu. Bu eğitimin sonunda da göz bebeği yavruların biran evvel Devlet kapısında iş bulması umudu yüreklerinde çağlayıp coşuyordu.
Kırk Adem, ilkokulu bitireli bir yıl olmuştu. Babasının ekonomik durumu uygun olmadığı için ortaokula göndermemişti. İlkokul arkadaşları ortaokula kaydolup şehir de okuyacakları ve yoksulluktan dolayı kendisi okula gidemediği için kade rine çok üzülüyordu. Adem önceleri karın tokluğuna komşularının işini yapıp keçilerini otlattı. Köyde yapabileceği başka iş yoktu. Yaşı biraz ilerleyince ve gücü kuvveti yerine gelince Toros Dağlarının arka yüzü Anadolu içlerindeki şehirlerde gurbet yolunu arşın lamaya başladı. Gurbette bir yıl içinde en az yedi, sekiz ay sılasından ayrı kalıp hasretlik çekti. El (a ğa), işinde saatlerce aç susuz çalışmanın zorluğunu iliklerinde his edince ortaokula gitmeye karar verdi. Okulda okuma nın daha kolay olacağını düşündü. Nihayetinde babası, Adem on sekiz yaşına ulaşmadan ortaokula yazdırdı. Bir umut oğlu okuyup başarılı olursa, devlet kapısında iş bulmasını hem düşledi hem de oğlunun rezillikten kurtulacağı için sevindi.
Kırk Adem’in babası ortaokulun bulunduğu şehrin kenar mahallesinde bağ içinde bir ev tuttu. Bağ evi için kira verilme yecekti. Eve bir nevi bekçilik yapacaklardı. A dem yaşça kendinden küçük akrabası Ahmet’le birlikte evde kalacak, okula birlikte gidecekti. Yiyecekleri ekmek, bulgur, soğan ve patates gibi nevaleler köyden her ay gelecekti. Öğrenciler kendi kendine pilav, çorba yemeği yapıp yiyecekler ve boş za manda da ders çalışacaklardı. Başka bir işleri de bulunmuyordu. Okuldan eve ve evden okula talim edecekler, güzelce okuyacaklardı. Okul için her şey yolundaydı
Şubat ayı sömestre tatilinde karneler alınmıştı. Kırk Ademin karne notları pek iç açıcı değildi. Türkçe, Matematik, Tarih, Coğrafya gibi ana derslerin notu, on üzerinden bir, iki seviyesindeydi. Hatta Yurttaşlık ve Tabiat Dersi (Doğa) bile zayıf tı. Karne sinde en iyi notu; üçle tarım, dörtle resim ve beşle müzik ve Beden Eğitimi Dersin dendi. Allahı var, sesi çok gü zeldi. Arkadaşları boş geçen ders saatinde yanık yanık türkü söyletiyorlardı. Keşke bütün dersler müzik gibi olsaydı. Ya bancı dil Fransızca Dersi baş belasıydı. Güzelim Türkçe öğrenilmeden gavurun yabancı dilini bilip, konuşmak asla müm kün değildi. Türkçe kelimeleri konuşma dili lehçesine göre söyleyince bazen arkadaşları bile anlamıyorlardı. Fransızca’yı nasıl konuşacaktı.
Eğitim Yılı mayıs ayının sonunda dersler bitmiş, karne alınacaktı. Akrabası ve ev arkadaşı Ahmet doğrudan ortaokul ikin ci sınıfa geçmişti. Sevincinden, neşesinden topukları kıçına değiyor, yüzünde güller açıyordu. Kırk Ademin orta birinci sı nıfı ikmale kalmadan geçebileceğine pek inancı yoktu. İkmale kalmadan geçeceği dersler, çok azdı ve önemsiz dersler di. Aslında karnede yazılan her notu itirazsız kabul ediyordu. Tüm zorlukları bizzat yaşamasına rağmen kabahat kendin deydi. Yeteri kadar dersine çalışmadığını da biliyordu. Fakat babasına bu durumu nasıl izah edeceğini bilemiyordu. Şa yet eylül ayındaki bütünleme sınavında her dersten en az beş alırsa ikinci sınıfa geçebilecekti. Fakat imkansız görüyor du ve buna da babası inanmazdı.
Kırk Adem ortaokul birinci sınıfta ana ders olarak kabul edilen yedi dersten ikmale kalmıştı. Karnesinde sınıf geçtiği dersler, koşmak (Beden) söylemek (Müzik) ve çizmek (Resim) dersleriydi. Anlamakla ilgili dersleri zayıftı. Bu durumu babasına üç der si gizleyerek dört dersten ikmale kaldığını söyledi. Babaya bildirdiği bu dersler içinde “Tabiat Bilgisi” dersi de vardı. Babasının Tabiat Bilgisi Dersinin çok basit bir ders olarak algılayacağını ve kendisine fazla kızmayacağını düşünmüştü. İşi bilenler arasında en sorunsuz ders, Tabiat Bilgisiy’di.
Bu bilgiler üzerine Kırk Adem’in babası oğlunun ikmale kalmasına çok içerledi. Hele Tabiat Dersinden ikmale kalmasını asla af etmiyordu. Babası, Tabiat’ı (Doğa), “Dabiyet (Karakter)” olarak bilip algıladığı için haddinden fazla kızıp içerle mişti. Bu bir yıkımdı. Babanın yaşadığı toplumda, kişiliksiz, karektersiz ve soysuz kişiler aynı zamanda “Dabiyetsiz” ola rak nitelendiriliyordu. Bu nedenle oğlunun Tabiat’tan ikmale kalmasını asla affedemiyordu. Güveni kaybolmuştu.
Kırk Adem’in babası oğlunun ikmale kaldığı derslere çalışması için sert önlemler aldı. Evden dışarı salmıyor, gözünün önünden ayırmıyordu. Hatta köy yerinde küçük çocuğun bile gücüne ihtiyaç varken Kırk Adem’in ders çalışması, imti handa geçerli not alması için hiçbir iş yaptırmıyordu. Yaz gününde ağustos sıcağında ekin biçtirmiyor, deste toplatmı yor, hayvanlara baktırmıyor ve nerdeyse elini sıcak sudan soğuk suya değdirtmiyordu. Oğlunun okuması için çok öz veride bulunuyor ve onun yapması gereken işleri ya bizzat kendisi yapıyor veya kardeşlerine yaptırıyordu. İkmale kal masını dabiyetsizliğinin/ kişiliksizliğinin ve tevğendeliğinin en belirgin göstergesi olarak görüyor ve sert disiplin uygu luyordu.
Kırk Adem, ikmale kaldığı dersler için babası kadar gayretli değildi. Babasının görmediği vakitlerde arkadaşları ile gez meye gidiyor ve köy kahvesinde gününü gün et meye çalışıyordu. Vurdum, duymaz, hatalardan ders almaz, başında gençlik yelleri esen bir kişilik içindeydi. En sonunda sayılı günler gelmiş, ikmal imtihanları başlamıştı. Fakat Kırk Adem’ de yine bir gayret görülmüyordu. Yedi dersin tamamından geçerli not alacağına da pek inanmıyordu. Nihayetinde de öyle oldu. Kırk Adem orta ikinci sınıfa geçememişti. Birinci sınıfı tekrar okuması gerekiyordu. Sınıfta kaldığını duyan babası çok sinirlenmiş evde aile içi huzursuzluk başlamıştı. Babanın gözü, çocuk, okul, kalem, kitap görmüyordu. Bir nevi burnundan soluyor, bu kelimeleri duydukça delleniyordu. “Bir daha diğer çocukları ortaokulda okutmam ve bu oğlanı da tekrar okula göndermem de göndermem” diyordu. Hayalleri tükenmişti.
Kırk Adem’in sınıfta kalması, ailenin iç huzurunu da kaçırmıştı. Annesi tekrar okutmak istese de babası, buna asla ya naşmıyordu. Oğlunun yine dersine gerektiği kadar çalışmayıp tevğendelik yapacağından ve masraf üstüne masrafı yük olarak getirmesinden korkuyordu. Oğluna bir türlü güvenemiyordu. Kırk Adem’e olan güven sizliği yaratan en büyük etkenin,“Tabiat Dersi”nden ikmale kalmasıydı. Tabiat’ın kelime anlamını “Dabiyet” olarak bilip algılıyordu. Oğlununda “Dabiyetsiz” (karaktersiz) olduğunu okulda öğretmenin ve okul müdürünün de test ederek ikmale bıraktığı inancıyla tüm şevkini kaybetmişti. Kabahat okul müdüründe değil oğlun daydı, sınıfı geçirmeyip ikmale bırakmıştı. “Dabiyetsiz” a damdan insana hayır gelmezdi. Oğluna hep Dabiyetinin, karakterinin bozuk olduğunu söylüyordu. Adem’in annesi ü züldükçe üzülüyor, oğluna toz kondurmuyordu. Tabiat, Dabiyet ve Tabiyet’ten anlamıyor, oğluna son derece güvene rek bir şans daha verilmesin istiyordu. Ancak beyi nezdinde etkin olamıyor hısımlarından yardım bekliyordu.
Kırk Ademin ortaokulda okumasını, aile birliğinin bozulmamasını isteyen sevenleri ve istikbalinde rahata kavuşmasını isteyen yarenler, babasını sürekli ziyaret edip ikna etme gayretinde olur. Baba da inatçı mı inatçı . Gönlünü yumuşat mak çok zor oluyor. Mübarek “Nuh diyor, Peygamber demiyor” bir türlü. Sözü yemin, namus bilip sözünden geri dön müyor. Bu konuda kimsenin telkinini kabul etmiyor.
Nihayetinde günlerce süren çok uzun uğraşlardan sonra Ademin babası Tabiyet’le (Uyruk) ve Dabiyet’in (karakter), Tabiat’la (Doğa) bir anlam benzerliğinin olmadığını kavradı. Anlamların karıştırıldığı izah edildi. Kırk Ademin babası kendi sözüne de sadık olduğunu belirtmek amacıyla;
“Bu Adem’e verilecek son şans. Ben okutmam. Fakat annesi okutmak istiyorsa, okutsun. Ben karışmam ve okutma da demem. Şayet sömestre tatilinde karnesinde bir zayıf dahi görürsem, annesi de okutamaz” diyerek kerhen ortaokul birinci sınıfa devam izni verir.
Böylece Tabiyet, Dabiyet kelimelerinin anlamının Tabiat’la karıştırılması sonucu bir öğrencinin gelecek yaşamının o lumsuz yönde şekillenmesi önlendi. Üzücü hadiselerin önüne geçildi. Kırk Adem yaşadığı bu hikayeden sonra orta o kulu, Liseyi bitirip devletine bir memur olarak hayırlı hizmetler etti. Babası da en azından devletin sosyal yardımların dan istifade ettiğinde buna sebep olanlara kalbi dua etti.
Bu durum için aklıselim kişiler diyorlar ki;
“Akılsız (Zırcahil) dostun olacağına, Akıllı (Cahil) düşmanın olsun.” Duyduklarına daha çok değer veren kişiler zırcahildir. Bu kişilerle uğraşmaktansa, okuyup cahil olan kişiye laf anlatmanın daha kolay olduğu bir gerçek.
NOT: (Bu yazımın, görsel resimde bulunan ortaokul öğrencileri abimlerimle uzaktan yakından ilgisi, ilintisi bulunma maktadır. Resimin sağ üst köşesinde ayakta bulunan rahmeti rahman emmizadem oğlu Ast.Sb. Hüseyin Yıldız’ın ruhu nu bir vesileyle şad etmek için bu resim görsellendirilmiştir. Allah rahmetiyle rahmetlendirsin.)
Süleyman YILDIZ
(Lemos 5303)
YORUMLAR
Bir hayli emek verilmiş.
Kalemine Yüreğine sağlık.
Tebrik ederim Şairimizi
Selâm ve Dua ile Sevgiler