- 583 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
küçüklük
Evimiz tek katlı kerpiçten yapılmış eski , küçük küçük oymaları , eskimişlikten ağırlaşmış bir yapısı ile gıcırdayıp duran kapıları olan sıcacık köhne görünümlü bir evdi. Uzunca bir bahçesi ortasında büyük beyaz dut ağacı vardı. Her yaz mutlaka ağaca çıkar bol bol beyaz dut toplardık. Ama hiç bir zaman tamamını yemeye yedirmeye yetişemezdik, çünkü ağaçtaki dutlar her sabah yeni olgunlaşmayla uyanır bol bol ermiş dut tazelenir, eskileri yere dökülür yenileri ağaçta dalında bir şükür sebebi olarak beklerdi. Herkese yetiyordu hatta kuşlar bile ağaçtan bol bol dut yerdi. Yere düşen dutların çoğu kuş yeniği idi. Evimiz o kadar güzel ve huzur dolu idi ki, adeta o kalabalığa kapıları bile sanki ayak uydurmaya çalışıyor gıcırtılı bir alarm gibi bir şeyler fısıldıyorlardı .Babam çok çalışkan bir o kadarda uyumlu sakin bir insandı , hiç kin tutmaz, hiç insanları yargılamaz kimse hakkında konuşmaz, sadece ailesi için çocukları için yırtınır dururdu. Annem de aynı şekilde babamın peşinden öyle koştururdu ki sanki birbirlerini tamamlamak için yaratılmışlardı . Ne kadar yorgun ,ne kadar uykusuz, ne kadar güçsüz olsalar da canları hep ceplerinde gezer yegane uğraş ve koşturma sağlıyorlardı bizim için.
Çok küçüktük okul ve oyun çağı, insanın bol bol çocukluğunda anılar biriktirdiği eğrisiyle doğrusuyla küçücük dünyasını genişletmeye çalıştığı bir dünya idi bizimki de herkesin ki gibi.
Uyanır uyanmaz doğruldum yatağımdan, bir anda etrafımı izlemeye başladım herkes uyuyordu hala, oysaki okul saati yaklaşmıştı, biz kardeşler olarak çok kalabalıktık. Kalabalık bir ailem vardı desem daha doğru olurdu aslında. Sağımda bir ablam solumda diğeri, ayak ucunda kardeşim uyuyordu . Sekiz çocuklu bir evde sabah uyanışlarımızı siz düşünün.. hiç de zor olmaz bence o halleri hayal etmek, her odadan bir kaç kişinin çıkması, tuvalet sırası bekleyenler , bir köşede uyku sersemliğini atmaya çalışanlar diye kategorize edilmiş biz. Annemle babamın sesleri gelmeye başlamıştı bile, her sabah olduğu gibi bu sabah ta sabah namazıyla kalkmışlar namazlarını kılıp rutin her günkü işlerine koşturmaya devam ediyorlardı. Oooo annem bu saate kadar ahırdaki ineklerin yemlerini sobanın üstünde karmış götürmüş dagitmis,daha sonra tavuklara kadar yemlemiş inekleri sağmış sobanın üstünde pisirdigi hayvan yeminden sonra artık sütü pişirmeye başlamış bile. Evin içindeki koku mayhoş küsbe kokusu ile süt kokusu arasında karışmış kokular yarış yapmaya devam ediyordu , artık muhtemelen sütten sonra sobanın üstünde çorba ile kurufasulye pişecek ben eminim. Bu arada babam da her sabah olduğu gibi Yeşil adını koyduğu Yeşil At’ı ile atımızın yardımcısı emektar eşeğe yemlerini sularını vermiş, gün içersinde koşturmak üzere atarabasinda kullanacağı hamıtlarını tamir ediyor arada birde uzaktan anneme "kahvaltı hazır mı Kerzibaaan?" diye sesleniyirdu . Hemen ayağa kalktım hava çok soğuk ve pusluydu kış aylarında olduğumuz için yerler buz kesiyor yataktan kalkmak çok zor oluyordu, şükür ki sobalı odada yatıyordum, odalardan iki tanesinde soba yanıyordu sobasız odada yatanlar ilk ısınana kadar yorganin altında diş dişe vuruyorlardı, ama ısındıktan sonrada insanın keyfine diyecek yoktu. Öyle bir ortamda hayat sürdürdüğümüz için geceleri bile üstümüzü açmaya cesaret edemezdik. Zaten evimizde eski olduğu için zaman zaman kırık camların arasından rüzgarın ıslık sesi sürekli uyarıyordu "sakın üstünüzü acmayin haa" der gibiydi sanki.
Zaman su gibi akıp gidiyordu , Artık okullar kapanmış yaz tatili gelmişti. Fakat bizim yaz tatillerimiz tatilden çok çalışmaya odaklı idi. Yaz günlerinin uzun olması bol bol çalışmamıza ve akşamları havanın geç kararması da küçücük bir fırsat olarak görür yarım saat de olsa oyun oynayarak geçirmemize yardımcı oluyordu. Her sabah hava tam aydınlanmadan kalkardık, babam yine erkenden kalkmış namazını kılmış ve atarabasının çıkış için hazırlıklarına başlamıştı, annem ise darboğaz bir koşturmacayla ahırdaki hayvanları yemlemiş , sularını vermiş, sütü sağmış, koşa koşa mutfağa gelmiş bir yandan süt pişiriyor, bir yandan kahvaltı hazırlıyor , bir yandan da gün boyu tarlalarda yiyeceğimiz azık torbalarını hazırlamaya çalışıyordu. Zaman zaman babam geç kaldık diye stres yapar , annemle bunun tartışmasını yaparlardı. Bu sabah ta bu tartışmanın gürültüsüyle uyandık hepimiz, aslında hepimiz akşamdan biliyorduk bugün nohut yolmaya gideceğimizi. Çünkü artık bizim köyde tarlalardan bol bol hasat alma zamanı gelmiş, bütün nohutlar, mercimekler, fasulyeler, ayçiçekleri, mısırlar aklınıza gelebilecek herşey toplanmaklık olmuş gün tatil günü değil, gün hasat günü, hareket ve bereket günü olmuştu. Ne kadar güzel degilmi gün bereketle bereketlenme ve veren Allah’a şükretme günü. Babam yaz günlerimizin boş geçmemesi için ailecek para kazanacagimiz işler alırdı sürekli, bu da onlardan biriydi. Bugün ki gideceğimiz tarlanın sahibi iki dönümlük nohut ekmiş, tarlasını kontrol etmiş artık nohutlar toplanmaklik olmuş ve ailecek bizim toplamamızı istiyor, çünkü ırgat tutup götürmekle getirmekle uğraşmak istemiyor belli bir ücret karşılığı bizim yapmamızı istiyor.
Herkes hızlıca toparlandı ve kahvaltı sofrasına oturduk. İsteyen sıcacık süt içiyor, isteyen çayını yudumluyordu. O kadar çok niğmet vardı ki, patates salatası, yağda pişmiş yumurta, yoğurttan yapılmış katık v.b. hepside kendi beslediğimiz hayvanlardan, yada tarlalarımızdan aldığımız tam organik besinlerdi. Yedik içtik ve yine alel-acele toparlanıp atarabamiza bindik.
Hayat bizleri öyle savuruyorki bazen gerçekten nerde ikamet ettiğimizi idrak edene kadar sıkıntılar yaşıyoruz ve alışma devresi deyip gönlümüzü avutuyoruz belkide. Insanın geçmişi kişinin kişiliğini yansıtıyor, nasıl bir geçmişin varsa ona göre geleceğin şekilleniyor sanırım. Ama çook güzel günlerdi gerçekten,
Körkütük sarhoş olmuş gibiyiz bu dünyaya, öyle yaşıyoruz, öyle yiyoruz, öyle içiyoruz ki, etrafımıza hiç bakmaya, eksikleri aksaklıkları görmeye mecalimiz kalmamış. Neden bilmiyorum ama artık hiçbir şeye zaman da yetmez olmuş bizim hayatı körkütük yaşayışımıza inat hızla hızla geçiyor gibi, hızını alamaz oldu zaman bilemedim, bizmi zamana ayak uyduramıyoruz, zaman mi bize?
Hayatta o kadar çok şey var ki yaşamak için, yetişmek için, güzellikleri görmek , tatmak için
Dün oğluma yıldızları anlattım, çocukluğumun bize uzak gönlümüze yakın oyun arkadaşlarını. " Babamlarla birlikte ailecek bahçelere kırlara çalışmaya giderdik dönüşte hava kararmış olurdu ve biz o zamanın en ekonomik en havadar ve en zevkli aracı olan atarabasında yapardık yolculuklarımızı, hava kararmış olduğu için de bazen yıldızlarla bazen yarım ay ’la, bazen bütün ay ’la oynardık ama bulutlar her daim sanki bizi izlerdi o koskoca gökyüzünde, Böylece bizim de koskocaman gökyüzü ile keşiflerimiz başlardı, ilk önce hemen atarabasinda sırtüstü yatmaya o kalabalıkta keyif yapacak alan bulmaya çalışırdık ne kadar sığabiliyorsak ,biz konuştukça gökyüzü sanki bize gülümserdi, Eğer o gün ay varsa eve kadar bizi nasıl takip ettiğini konuşurduk, eğer o gece yıldız ve bulutlar varsa yıldızları sayma yarışı hemen arkasından da bulutların şekilleri gözümüze takılırdı, bu bulutlar bazen bembeyaz bir keçi yavrusu, bazen koyun gibi, bazen de kuş gibi yada insan gibi farklı farklı hikaye konularına dönüşürdü kimbilir belkide sırf bizim hayal dünyamız için tiyatro oynuyorlardı bizde bol bol izliyorduk" dedim oğluma. O kadar heyecanlandı o kadar üzüldü ki, ben neden hiç sizin gibi atarabasına binmedim, ben neden hiç yıldız sayamadım diye,
HATİCE AKAY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.