6
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
927
Okunma
Öyle gariban gariban oturma yüreğim parçalanacak; adalar düzlüğünde tüneyen Meho’nun Turnası senden daha şen şakrak, kanepenin bir köşesine emanetçi dünürcüler gibi ilişmen hoş değil. Odanın karanlığında saklamana gerek yok. Buradan görüyorum seni, kukuma kuşu gibi ne düşünüp durursun? Karadeniz’de batmadı ya gemilerin.
Neee?... Kavga mı ettin hanımla yine, ayıp sana; al bir iki gül, bilemedin karanfil dalını…
Kız üniversiteyi bitirdi, diplomalı hem de, başvurmadık yer kalmadı iş için. Oğlan dersen; işleri hepten kesat, borçlar, senetler, krediler ayyuka… yani, anlayacağınız sermaye kediye yüklendi…
Amaan… adam sen de. Dünya malı dünyada kalır, hele üzüldüğün şeye bak.
Bugün kendine bir iyilik yap, kendin ol derim; şöyle pahalısından bir hediye al kendine ya da üst baş… Olmadı; koş şehri muazzamın caddelerine kaldırım üzerinde çayhaneler çok, oturuver kürsülerin birine, önüne konsun çayın pullusu ve de limonlusu… gelene bakarsın, ama gidenin ardından sakın konuşma. Haa, yeni ürünlerden renkli kehribar tesbihi elinden düşürme sakın, fiyakası bir başkadır.
Yine olmadı!..
O zaman bugün kendi evinin misafiri ol, tavsiyemdir. Şöyle kuruluver başköşeye, keyfine bak. Ne yani? Kendi evine misafir olamaz mı insan?
“Hanım…” deyiver. “Eve misafir gelince neler yaparsın?”
“Ne misafiri… bu bayramda misafir mi olurmuş, korona dururken!.. Hani, pandemi?.. ”
“Farzı misal hanım… farzı misal dedim. Ne yaparsın?”
“Önce misafir odasını temizler, koltuğa buyur ederim, rahat etsin diye. Bir dediğini ikiletmem, saygıdan kusur etmek ayıptır.”
“Harikasın hanım, sana da bu yakışır zaten. Sonra?”
“Tez elden bir yorgunluk kahvesini pişiririm, şöyle köpüklüsünden.”
“Ohhh… be… Valla, o kahvenin tadına doyum olmaz, hem de köpüklüsü… Daha sonra?”
“Bağlarım önlüğü, atarım kendimi mutfağın orta yerine, gayri bütün hünerlerimi tek tek sergilerim tezgâhın üzerine… Hani, misafire karşı ayıp olmasın. Dolmalar, sarmalar, etli yemeklerin çok çeşitlisi… börekler, çörekler…”
“Ağzım sulandı valla… saç tavayı unutma hanım.”
“Niye ki? O senin sevdiğin yemek değil mi?”
“Hiç, öylesine… Bakma bana sen, sonra?”
“Köşeli balkona halı minderleri, halı yastıkları dizerim, yemekten sonra çayı orada içsin misafir, yeni porselen demlikten.”
“Hımmm… Çok güzel, iyi edersin. Misafire karşı kusurda bulunmamak gerekir, ne de olsa adı üzerinde; misafir… “
Aklıma bir şeytanlık geldi, söylesem mi acep, tepkisi ne olacak bakalım.
“Kız hanım!..”
“Efendim, herif.”
“Düşündüm de, bugün kendimi evde misafir olarak ilan ediyorum. Aha bu saatten sonra misafirim. Şimdi kalk da, eve gelen misafire nasıl hizmet ediyorsan, neler yapıyorsan bana da… kendin anlatın ya, aynısını isterim. Kahvem az şekerli, köpüklü olsun… Saç kavurmayı unutma.”
“Ulaan!.. Herif, sen delirdin mi? Ne misafiri, aklın başında mı senin?”
“Heee… Valla aklım başımdadır, deli de olmadım. Bu bir emirdir, bugün misafir ilan ediyorum kendimi. Aha da, misafir odasına geçiyorum. Yirmiüç yıllık koltukların örtülerini kaldırın, misafire karşı biraz saygınız olsun… canım. Kahveyi unutmayın.”
“Heeey, sana derim misafir bey!.. Oğlun işini yetirmiş, senin üç kuruş emekli maaşın ayın ikinci haftasında suyunu çekti, cebinde harçlık yok. Kalk oradan; caminin önüne mendil mi açarsın, ne halt edeceksen… kilerde erzak tükendi, haberin var mı?”
Şöyle ağzınızın tadıyla kendi evinizde bile misafir olamayacaksınız belli.
Bugün kendinize bir iyilik yapın, yolunuzu değiştirin; mesela Cumhuriyet caddesinde yürüyün. Merkez caminin oraları geçin, su deposunun hemen alt tarafında küçük bir çayhane vardır, masaları ve kürsüleri de küçüktür. Küçük insanların yeridir. Küçük insan dediysek; yaşlarından, boylarından değil tabi… Daha az yerler, az giyinirler, kazançları da azdır. Yanlarına otur, sana pullu çay ısmarlasınlar, gönülleri zengindir. Onları iyi dinle, hikâyelerini paylaş, sen de ortaya bir söz at, dikkate alırlar seni de sözlerini de.
Yukarı çarşıya uğramayalı epeyce zaman oldu, şehir aşağılara kaydığından beridir, iki yıl oldu sanırım. Kendime bir iyilik yapayım bari eve misafir olamadık nasıl ya!..
Kaç yıldan beridir uğramadığım şehrin yukarı eski çarşısına doğru yolu değiştirdim. Caddenin iki yanı gelişi güzel park edilmiş arabalardan geçilmiyor, kaldırımlar çok kirli. Anlaşılan belediye hizmeti Cumhuriyet caddesine pek uğramamış gibi, değişen hiçbir şey yok.
Yukarı çarşıda her şey eski tas eski hamam buldum. Sobacı kardeşler yine yorgun. Palabıyıklı berber birinin sert sakalını yumuşaması için sabunlamakla meşgul, acelesi yok gibi. Kasetçi şişman genç yine aylak, kasap İsmail herkesten çok uzak, Sofu Kamil Efendi Alaattin Bey caminin avlusunda sırtını duvara dayamış, gözleri yarı kapalı derin tefekkürde. Terzi Cemal usta yine bir köylüyü yakalamış dalga peşinde, çay parasını isteyen kahveci çırağına muhatap olmadan çayını yudumlayan bir serkeş, iki sokağın iki yanından demir döven çekiç seslerinde aynı ahenk. Çarşının öte başından Hacı Şeref caminin bahçe avlusunda cenaze var, sala okuyor minareden müezzin.
Kendime bir iyilik yapamadan gün akşam oldu.
15 Mayıs 2021
Mehmet AKIN