- 405 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÜZİN'İN GENÇLİK YILLARI!
[ italik
Ben Güzin’i düşünürken
Güzin’in de düşündükleri vardı
İnce inceydi parmakları
Minnacık bir yüzü vardı
Güzin’in aklında
Atlar arabalar
Daha başka erkekler
Başka hayatlar vardı
Güzin’in kedileri vardı
Benim gibi okşanmak isteyen
Ama sevdanın adı geçsin
Güzin kaşlarını çatardı
Güzin masalların da Güzin’i
Şehzadeler Güzin’in şehzadeleri
Bir büyük defter tutar
Güzin’in hayalleri
Ben odada otururken
Güzin’in de oturduğu odalar vardı
Kendisine ait bir yatağı
Kendi uykuları vardı
Yazar: Salah Birsel
Bizim gençliğimiz, tabi Salah BİRSEL’in çok da güzel şiiri olan "Güzin’in gençlik yılları" na benzemiyordu. Bizim aklımızda atlar, arabalar, çok odalı evler yoktu. Bizim gençliğimize bakınca, Güzin tamamen başka bir mahallenin çocuğuydu. Bize göre de sahnenin dışında kalanlardandı. Biz milyonlarca Türk Genci gibi, ücradan, bir bozkırdan, en dipten geliyorduk, bir köyden yürüyorduk hayata bir çok hayatlar gibi... Bugün olduğu gibi, o gün de okumak ekmek parasıydı, ilim-irfan sonradan, çok sonradan gelebilecek şeylerdi, o da eğer kendi çabanız varsa, meccanen size bunları verebilecek kimseler de yoktu. Ben de bir çok akranlarım gibi, zor da olsa, özel çabamla okumayı seçenlerdendim. Niçin okuduğumu biliyordum, ama neyi okumam gerektiğini hiçbir zaman bilemeyecektim, bildiğim zaman da tren çoktan kaçmış olacaktı. Okuma maceramızın ilk yıllarında özellikle neyi okumamız gerektiği hakkında hiçbir rehber ve ayrıntı hatırlamıyorum. Belli ki bu anlamda da kozamızı kendimiz örecektik. İlkokulu köyümde okuduktan sonra, köye sığmadığı mı çok erken fark ettim. Hep gökleri ve öteleri merak eden hayallerle örülüydü içim. Ben biraz sarışın, ablam sarı pisik derdi! Gözleri hep göklerde olan bir çocuktum, taşlara takılıp dizlerimi kanattığım çok olmuştur. Sonra kumral, daha sonra esmerleşen, şimdi de aklaşan saçlarım sizi yanıltmasın. Orta okul yıllarımı devletin imkanları ile Vakıflar Talebe Yurdun da yine kendi çabamla okudum, okuduğum yurdun ilk kuşaktan 36 numaralı öğrencisiydim. Burası bana biraz komun geldi, sıkılmıştım, kendimce hür olmadığımı düşünüyordum. Biraz daha bağımsız olma niyeti ile ev tutması için babama müracaat ettim, ama, karşılık bulamadım. Bulamayınca yeni arayışlara girdim, en son rahmetli amcamın rehberliğinde Ziraat Okulu sınavlarına girip kazandım, ama, burası benim kaçıp kurtulmaya çalıştığım yerden daha katı kurallara sahipti. Öğrenciden çok sadece tüfeği olmayan birer asker olmuştuk. Sabahın altısında dört kol yürüyüşü ile şubatın ayazında çorba içmeye gitmek gibi. Orta kısmına baş mümessillik yaptığımdan, düdüğün bende olması bir avantajım olarak sayılsa da, orada da mutlu olmamıştım. Sanırım sonradan yazacağım şiirlerin asıl nüvesi de bu günlerde oluştu daha çok. Süper neşeli bir çocuktum, tek hareketimle bin kişiği kontrpiyede bırakıp güldürürdüm ama içimde çok bambaşka hayaller besliyordum. Burası da beni kesmemişti. Üniversite okuyacaktım, bu noktada fakülte ile üniversite kavramları arasındaki farkı bilmemekle birlik, neyi okumam gerektiğini de artık aklım kesiyordu, aklım kesiyordu ama koşullar yine beni tanımazlıktan geliyordu. Kendimi okuma sevdasına kaptırırken bir yandan da yetmişli yılların gençlik örgütlenmeleri de liselere kadar iniyor ve bizi de içine alıyordu. Burası uzun bir bahis. Sonra genç yaşta memuriyete atılıyorduk, bir yandan memuriyeti sürdürürken, bir yandan da kulağımız, gözümüz sokaklardaydı. Sokaklarsa kan-revan içindeydi. Akşamları evlere sağ dönebilmek, en fazla şükredilecek şeydi. Çünkü her gün onlarca dönmeyen oluyordu. Hem devlet, hem toplum, özellikle de gençlik inanılmaz örseleniyor, yaralanıyor, kıyım kıyım kıyılıyordu. Yine nabız konuşur hale gelmiş ve akıl top yekun askıya alınmıştı. Karamsarlık, belirsizlik, gelecek kaygısı bütün insanların içine dağ gibi çökmüştü. Herkesin elinde kendince bir reçete vardı, ama, ne ilaç vardı, ne de doktor. Korkunç bir kör dövüşü her yere ve her şeye hakim olmuştu. Bugün öyle ıraktan esip gürleyenlere aldanmayın, bunların hepsi orduyu göreve çağırıyordu, neden gecikiyor diye ağır sitemlerde bulunuyorlardı. O günlerin dili olsa da konuşsa! Dün ve bugün orduya hakaret edenlerin çoğunun methiyeleri arşa yükselmiştir... Sadece ana yasa oylaması sonucunun, ben o gün haricilerden! olsam da % 93 olması, durumu yeterince anlatmaya yeter sanırım. Böyledir ama ordu ise zerre kadar kımıldamıyor, yokmuş gibi davranıyordu. Taki bir gece karanlığında düdüğü çalana kadar...
O yılların her şeyi, ama, her şeyi tartışmaya açıktır, tartışılmalıdır da, bugünlere dersler çıkarta bilmek için. Ama bir şeyi...Tek bir şeyi tartışmaya kapalıdır, bizim saf samimiyetimiz. Memleket uçurumdaydı ve onu biz kurtaracaktık...
Hayrettin YAZICI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.