- 510 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
19MAYIS; ANLAM VE ÖNEMİ
19 MAYIS; ANLAM VE ÖNEMİ
Çanakkale zaferi ile ulusal kurtuluş savaşımızın yenilmez kahramanı, büyük bir kumandan olarak tarihe adını yazdıran Mustafa Kemal, istilacı düşmanlardan yurdumuzu temizlemek için, büyük bir cesaret azIm ve kararlılıkla, Osmanlı Devletinin yanlış kararlarına isyan ederek Anadolu’da halk ile bütünleşen bir ordu kurma kararını, düşüncesinde olgunlaştırınca , İstanbul’dan, Bandırma vapuru ile 19 Mayıs 1919 günü Samsun’da karaya ayak basmıştır.
İdeallerini adım adım seri ve doğru adımlar ile uygulamaya geçiren büyük önderimiz, yurdunu seven gözüpek insanlar ile kısa zamanda büyük bir çaba ile hızla ilerleme kaydetmiş, kongreler ile halkı bilinçlendirip Kuvayi Milliye ordusunu kurmuş, elde olan tüm olanakları vatan savunmasına seferber etmiştir.
Çökmüş bir imparatorluğun küllerinden kalan son kıvılcımlar ile bağımsızlık ve özgürlük meşalesini yüreklerde yeniden tutuşturan Mustafa Kemal, kurtuluşa giden yolda, gözünü kırpmadan, gecesini gündüzüne katarak canını dişine takarak calışmış, bir adım geri atmak gafletinde bulunmamıştır.
İlke ve şiarlarını büyük bir akıl, askeri yetenek, bilgi ve zekasından okuduğu kitapların ışığından alan Mustafa Kemal her yönü ile bir askeri, siyasi, kültürel deha kimliği kazanmıştır. Bu nedenledir ki tüm dünya devletleri onun önünde saygı ile eğilmiştir. Ulusu için çok büyük özverilerde bulunmuş, cebinden çok paralar harcamış, Kuranı Kerimi Türkçeleştirtmiş, ulusunun bir kuruş hakkını yememiştir.
Onun kurduğu Kuvayi Milliye ordusu peşpeşe zaferler ile Misak-ı Milli sınırları ile sınırları içinde yepyeni bir devlet kurarak 29 Ekim 1923 te ulusal bağımsızlığımızı tüm dünyaya ilân edip, zaferlerini Türkiye Cumhuriyeti ile taçlandırmıştır.
Yüzbinlerce şehit, yaralı ve gazilerimiz ile kurulan ve her karış toprağı kan ile sulanan bu aziz vatan, kurucu önderimiz mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi " Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır"
Bu düşüncesinin temellerini Gençliğe Hitabe’sinde ve 10.Yıl Nutku’ nda ayrıntıları ile açıklayan büyük önderimiz, ulusal bağımsızlık savaşımızın başlatılması için denizden karaya ayak bastığı ilk gün olan 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor bayramı olarak tüm ulusa armağan edilmiştir...
Bu bayramı anlam ve önemini idrak ederek kutlamak, Cumhuriyeti korumak ve kollamak her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının boynunun borcudur..
Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren başlatılan Atatürk devrimleri ve yenilikçi atılımlar ile hızĺa kalkınma sağlanmış, çağdaşlaşma yolunda, az zamanda çok büyük adımlar atılmıştır.
O dönemleri, gelinen süreç ile kıyasladığımızda, çok partili sürece geçilmesi ile birlikte hızla bir çöküşe girdiğimiz, günden güne yıldan yıla adım adım Marshall Planları ile Amerikan emperyalizmine bağımlı hale getirildiğimiz, NATO ile müttefik kabul ettiğimiz Batılı emperyalist ülkelerin her istediğini yapan iktidarlar ile sömürülüp sömürtüldüğümüz, askeri cunta hükümetleri ile daha da geriye götürülüp, onların desteği ile şeriatçı güçlerin karanlığına çekildiğimiz apaçık ortadadır.
Gerek ekonomik gerek siyasi gerekse askeri alandaki bu çöküş inkâr edilemeyecek boyutlardadır.. Paranın değeri düşmüş, dış borç artmış, ulus " Fakr-ü zarüret içinde yorgun ve bitap düşmüştür"
Modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine, yeniden saltanat ve hilafet ile şeriat özlemcilerinin, teokratik ve monarşik bir devlet düzeni getirmek istediklerini , Atatürk Devrim ilke ve inkılaplarına karşı her alanda bir karalama kampanyası başlattıklarını gözlemliyoruz.
Bu şeriatçı odakların talepleri masum görünen istekler gibi görünse de isteklerine boyun eğildiği takdirde ne kadar elim ve sapık düşünceleri olduğunu ülke genelinde bilmeyen, duymayan görmeyen kimse kalmamıştır.
Birazcık gözünü açan, televizyon izleyen, kitap gazete okuyan her insan bu olumsuz gelişmelerden haberdardır.
Gerici düşüncelere karşı çıkanların, Atatürkçü düşünceyi savunanların zindanlara tıkılması, adaletsizliğin hukuksuzluğun ahlâksızlığın, nerelerden nereye geldiğinin bir göstergesidir.
Bu bilinç ve düşünce ile düşüncelerimin yazdıklarımın sözde kalmaması dileğiyle, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ ün Samsun’a ayak basışının 102. Yıldönümü olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı yüce ulusumuza kutlu olsun..
YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE!
YAŞASIN LAİK CUMHURİYET!
YAŞASIN DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK!
Şaban AKTAŞ
19.05.2021 - 14.00
YORUMLAR
BİR U DÖNÜŞÜ ŞART
Batının korktuğu başına gelecek!!
ALINTI: Le Mond Gazetesi muhabiri
" Fransız le Monde Muhabiri Guillaume Perrier'nin "Türkiye analizi"
"Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.
Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren "kültürel bölünme". Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş,
en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılıyan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da,
Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.
Onların, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.
Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma olanakları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için,
git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.
Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.
Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi,
Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
Ve bu ikinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının olasıl olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.
Cumhurbaşkanı seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
Peki, darbe olursa ne olur?
Yaşam tarzı Batı'ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.
Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika'nın önünde de ciddi bir engel var.
"Demokrasi getireceğim" diye Irak'ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye'deki "darbeyi" niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir "zorlamayı" gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.
Silahını ve parasını Batı'dan alan bir ordu ve ülke, Batı'dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun yanıtını buldular.
Türkiye'de darbe olursa, dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran'la ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya'yla Iran'ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye'yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye-İran bloku dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu'nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa'yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan'ı, Pakistan'ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin'le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya'dan oluşan "Batı" nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır.
Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye'deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
"Asla böyle bir şey olmaz" diyebilirsiniz...
Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor. O zaman ne yapacaksınız?
Bugün Türkiye'de kamplaşan ve bölünen insanların da...
Türkiye'yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine "baş öğretmenlik" yapmaya kalkan Avrupa'nın da... Türkiye politikasında "ikili" oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika'nın da...
... bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.
Türkiye'de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil."
Le Monde"