- 508 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
YOL
“Ben dilimin sınırlarında nöbet beklerim.”
Kıvrımlı, tek şerit bir yolda yürüyorum. Bir taraf dağ diğer taraf uçurum. Hava oldukça sıcak. Çamların tepesindeki kozalakların çıtırtısı, ağustos böceğinin şarkısı dağdan yükselip göğe doğru yankılanıyor. Yamaçlardaki yaban mersininin o buram buram baygın kokusunu alabiliyorum. Asfalt yol; güneşi emerek hapsetmiş, kaynayan sıcaklığını tüm gücüyle üzerinden vızıldayarak geçen arabalara püskürtüyor. Sıcaklığı duyumsayabiliyorum lakin neden rahatsız etmiyor? Her şey yavaş, bulanık. Bu işte bir terslik var gibi. Ancak ben bütün bunları düşünmeyi sonradan akıl ediyorum. Arkama dönüyorum, yolun kenarına park etmiş bir araba var.
“Sen sür”, “Yol çok dar, yapamam!”, “Yolun bundan sonrasında çok fazla dönemeç var.”
Aniden frene basıp durduğum aklıma geliyor. İyi de neden indim arabadan?
“Korkak!”
Böyle diyorum kendi kendime. Sözlerim bir fısıltı halinde dudaklarımdan dökülse de titreyen sesimi işitebiliyorum. Cılız, ağlamaklı bir ses tekrarlayıp duruyor. “Korkak!” Öfkeleniyorum. Kentlerin o şeritleri cetvelle çizilmiş gibi alabildiğine geniş yolarına benzemiyor bu yol. Arka koltuktan manzarayı izlemeye, ufuk çizgisine bakarken uyuyup kalmaya hiç benzemiyor! Dikkati dağıtan ne varsa zihninden defedip yalnızca yola bakman gerekiyor. Karşıdan gelen araçlar, sağımdaki uçurum anlamsız gelmeye başlıyor şimdi. Arabadan indin! Öfkem dinmiyor. Yürümeye devam ediyorum. Araba şimdi yalnızca bir nokta. Uzaklaşıyorum…
Sabaha karşı gördüğüm rüyayı gayet net hatırlıyorum. Tabi defalarca geçtiğim o dar ve virajlı yolu da. Akdeniz’in koyu, sonsuz maviliği, çam ağaçları, kayalıklara doğru inen muz bahçeleri geliyor gözümün önüne. Bu yıl hiç bitmeyen soğuk ve tatsız kış mevsimi bilinçaltıma işlemiş sanırım. Son zamanlarda rüyalarımda mütemadiyen deniz ve tatlı bir sıcaklık hissi var. Lakin bu sefer gördüğüm rüya biraz değişik. Gazipaşa-Mersin yolundan ya da benzer yollardan bir kere geçtiyseniz o ürpermeyle karışık heyecanı bilirsiniz. Beş on metre aşağıda dalgaların kıyıları dövdüğü sahil şeridi, yukarıda heybetli kızılçamlar, incir ağaçları ve kuş bakışıyla patikadan farklı görünmeyen tehlikeli yol. Sürücülerin büyük bir dikkatle direksiyona yapıştığı, ufak bir hatanın ölümle sonuçlanacağı ama seyrine de doyum olmayan güzeler güzeli Akdeniz’ izlemek, renklerin eşsiz bir uyumla harmanlandığı o yoldan geçmek tüm korkulara, tehlikelere rağmen müthiş! Evet, o yoldan defalarca geçtim. Çocukluğumda, ilk gençliğimde, çok uzak değil daha geçen yaz geçtim. Ama o yolda hiç araba kullanmadım. Rüyamın anlamını, manasını çözmeye çalışıyorum. O yolda araba kullanmayı çok istediğimi biliyorum. Dönemeçlerden geçerken karşıdan gelen araçlara odaklanmak, virajı alırken vites düşürmek, her an tetikte kalıp yolu adeta yaşamak, yolla, tabiatla, yeşil, sarı, mavi renklerle bütünleşmek. Ve yüzleşmek. Korkularımla, tehlikeyle, hayatla, ölümle yüzleşmek. En çok da bu yüzden istiyorum herhalde. Rüyamda korkumu sesli bir şekilde dile getirdiğimi anımsıyorum. Bastıra bastıra beni dizginleyen, sindiren, yutkunurken boğazıma takılan demir bir bilyeyi kusar gibi sözcükleri tekrarlıyorum. Korkularımı ne zaman duyacağım şekilde dile getirsem gerçekleşir. İşte bu yüzden düşünmekle söylemek birbirinden farklı eylemler. Söylediğimde gerçekleşiyor. Sanki bir sihir, büyüleyici ama aynı zamanda korkunç. Gökyüzünde özgürce uçarken, sözcükler dilimden döküldüğü anda vurulup düşüyorum. Sevgili Albert’in, o çok sevdiğim yazarın sözleri gibi “Dilimin sınırlarında nöbet beklerim.” Hayatı sözcüklere teslim etmek gibi ne söylersem ona inanıyorum. Zihnime tuzak kurarken, onu kandırırken bedenimi de bu oyuna alet ediyorum. Artık gördüğüm rüyanın anlamını idrak ediyorum. Aniden frene basarken, arabadan inip uzaklaşırken korkuyordum. İlkel bir güdünün rüyama sirayet etmesi gayet olağan. Rüyalar arzuların, hayallerin olduğu kadar korkuların da bulanık bir gerçeklikle zihnime hükmettiği algılardır. Ve rüyamdaki görüntülerden çok sözcükleri, dile getirilenleri önemsiyorum. Dilimin sınırlarını çiziyorum. Korkmuyorum dediğimde korkuyu hissetmediğim, düşünmediğim anlamına gelmez bu. Frene basmayı düşünmekle frene basmak aynı şey değildir. Birinde yalnızca düşünürsünüz diğerinde araba durur. Tıpkı arabadan inip korkunun bedenimi ele geçirmesi gibi düşüncelerin somut bir gerçeklikle ses haline dönüşmesi de böyledir işte. Korku hep yakınımda, düşüncelerimde, düşlerimde olacak. Korkudan kaçamam, onu bertaraf edemem, yok sayamam. Yalnızca sözcüklere dönüştürmek, somut gerçekliğe evrilmesine izin verip vermemek benim inisiyatifimde. Yüzümde hafif bir tebessümün, uykudan kalan izleri beliriyor. Artık yaz gelsin diyorum içimden. Mis gibi tuzlu suyun o ılık rüzgârla karışıp saçlarımı okşadığı uzun yaz günleri gelsin. Düşlerimiz hep var olsun! Arzulardaki, rüyalardaki zorlu yollar, virajlar, uçurumlar… Yaşamı benzersiz kılan biraz da bu sanırım. Manzaranın tadı yolun tehlikesinde saklı.
KULE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.