- 2839 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
EZELİ SEHERDEN BİR ESİNTİ- DERDİYOKLAR
Derdiyoklar İkilisi gelmiş Kuruçaya sözde keklik avlamaya. Karabelin sarp kaya tepelerine çıkmışlar biri o yamaçta diğeri öbür yamaçta; ‘’Barabar, Barabar, Barabar Ölek, Ölek, Ölek Barabar…’’, türküsünü söylerlerdi. Tüm Kuruçayın bostancısı, sucusu ve her kim varsa orada işi gücü bırakır, Derdiyokları dinlemek için dikkat kesilirlerdi. Derdiyokların biri bi yamaçtan diğeri öbür yamaçtan karşılıklı türkü söylerken bunları dinleyen büyüklerimizde arada bir; He Babam Hee! Babağa Irahmet Ali EKBER, ya da He Babam Hee! Babağa Irahmet GÖĞERÇİN derlerdi. Bu avcılar bir garip avcılardı. Hiç pusuya yatmadan, tuzak kurmadan, elinde değil de, kürek ya da heğbe taşır gibi omuzunda tüfek taşıyan avcılık yapanı da ilk defa görmüşümdür.
Bildiğimiz avcılara hiç benzemeyen bu avcılar! San ki; kaçın keklikler kaçın! biz geldik, dercesine davranan ve avcı kılığında keklik koruyucusu gibiydiler. Görende derki; Keklik mi bunları dinliyor, yoksa bunlar mı kekliği dinliyor. Avlanan kim?, avlayan kim?…sanki biz geldik kekliklere dedik uçun uçun diyarı dağın, diyarı tepenin yamacına…sonrada kim bilir kekliğe kıymazlar(anladım ki bunlar bırakın kekliği karıncaya bile kıyamayan avcılardan) inerler aşağıya, gelirler Kuruçayın kenarına, atarlar havaya bir kibrit kutusu…hele bakalım kim vuracak deyi,…hele bakalım kim daha avcı deyi(gariptir ki, kiprit kutusununda tam ortasından vururlardı, iyi nişancılardı ama iyi avcı değillerdi:))…
Mesele av, avcılık gibi görünse de, insanın içindeki yıkma, yok etme dürtüsünü frenleyebilmek ve onu yendiğini görebilmesi…Galiba, insanı adam yapan, hakikatte insan ya da ehli kamil insan yapan şeylerden biri insanın içinde var olan ve her ne pahasına olursa olsun egemen olma dürtüsüne hakim olup, dizginlemek ve doğru yönlendirmek olsa gerek. Görünürdeki bu avcılarında yapmış olduğu şeyde bunun sınavı olsa gerek diye düşündüm.
Yaz aylarında Malatya’ya gidiyoruz köyümüze daha doğrusu Annem ve Babamın yaz-kış kaldığı Kuruçaydaki bahçemize. Alıyorum çocukları, Kuruçayın susuz çay yatağı boyu gezdiriyorum…Bekarın bahçası, yukarıda Onbeşlinin bahçası, daha yukarıda Bacının Dursunun bahçası, Ağagillerin çiftlik artığı boz tarlası, hemen bizim Ali Rıza’nın bahçası geçiyoruz susuz çayın öte yanına Karacalıların bir zaman cennet olan şimdi virane olmuş bahçalarına…,sonra Zumbata geçiyoruz, oradan Kırklara çıkıyoruz…Eee.. işte oluyor akşam, dönüyoruz Ali Rızanın oğlu İbrahim’in(Babamın) bahçesine…
Anlatıyorum çocuklara çocukluğumu…bazen canı gönülden dinliyorlar, bazen dinlemiş gibi görünüyorlar, bazen de pıtırak yada yandak dikeni batınca…yüzlerinde bir acı görüyor ve hissediyorum...anlıyorum ki içlerinden feryat ediyorlar, kim bilir; ‘Hay senin geçmişini de…geleceğe bir şey diyorlar mı bilmiyorum.
Geçen ŞEKER Bayramı bir ayrıntı oldu. Babam, annem, iki kardeşim ve çocukları hep beraber Kırklara gittik. Lokmamızı yaptık. Yakmışlar Kırklarda ki dut ağacının birini. Kalmış iki dut ağacı, yüz tutmuş sanki kurumaya. Kırkların’da deresi kurumuş. Kırklarda ki çağıl çağıl akan, koyunlara yalak olan kürün kurumuş. Sadece gözede az mı az su kalmış,….Vay be! Kırklar sende mi böyle olacaktın, demekten kendimi alamadım.
Akşam üzeri oldu...Babam döndü yönünü Kırkların içinde yakılmış-kurumuş dahil üç dut ağacına: ‘Eyyyyyyy ! Biri Kırk Eden Kırklar! Yaramaza Duş Getirmeyesin! Çocukların Ayağına Daş değdirmeyesin!, Kötü Nefisden Koruyasın! Herkesin Çağasıyla Çoluğuyla Ağızlarının Tadını Bozmayasın!...diyerek dileğini dileyip, duasını ettikten sonra Evimize gitmek üzere bindik traktöre çıktık yola…
Kırklardan ayrıldıktan sonra Dilbar Bağının üzerindeki İhsan GÜVERCİN’in ve Hüseyin GÖĞERÇİN’in babası olan DERVİŞ ALİ Dedenin Bahçesine(bağına) varmadan, babam eli ile bahçeyi işaret etti: ’Ahaa! şurası Değrüş Alinin bağı olur’…dedi. Bahçe-bağ yerinde kala kala kalmış bir iki ağaç…Babam ve annem ağız birliği etmişcesine aynı anda: ‘ Bu bölgenin en iyi üzümlerini Değrüş ALİ yetiştirirdi...Ne Âlim adamdı! bir bilseniz’, diyerek anlatmaya başladılar: ‘Profösör dediğin nedir ki? O Profosörden de Profosördü. Öyle sözleri vardır ki, her okumuş söyleyemez’…öyle şeyler dediler ki;...ve anladım ki hiç görmediğim ama adını büyüklerimden çokça duyduğum Derviş Ali, bir Halk Filozofu,...velhasılı bende çok duygulanmıştım. Derken, tam Derviş Ali’ nin neredeyse tamamen yok olmuş ve tek tük ağaç barındıran bahçesinin (bağın) kenarından geçerken, traktörün üzerinde: ‘Ya Derviş ALİ Dede! senin yanında bana laf düşer mi bilmem ama, kusuruma bakmayasın, bir türküde ben söyleyeyim dedim.
Göz alabildiğine boş yarı dağlık,tepelik yerleşim yerinin olmadığı açık alanda ve traktör gürültüsünü de bastıracak şekilde elimi kulağıma attım ve dağlar, taşlar, bağlar,bahçeler yani bu dünyadan öte dünyaya sesimi, sözümü Derviş Ali Dedeye ayan etmek istercesine yürekten gelen nefesimle ve Allah ne verdiyse;
-
’Sefil baykuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani.
Ecel tuzağını açamaz mısın,
Açıp da içinden kaçamaz mısın ,
Azat eyleseler uçamaz mısın ,
Kırık mı kanadın kolların hani.
Körpe maral idin dağlarımızda
Dolanırdın solu sağlarımızda
Taze fidan idin bağlarımızda
Felek mi budadı dalların hani…
-
Söyledim, türkümü. Allah Rahmet Eylesin, Mekanı Cennet Olsun. Bu da benim Fatiham olsun dedim…
-
Yazan: Abbas DURAK. 04.12.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.