- 262 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şeker Bayramından Sanal Bayrama
ŞEKER BAYRAMINDAN SANAL BAYRAMA
13 Mayıs Perşembe, 10.45… Yaz başlangıcı; hava ılık, bulutsuz gökyüzünün tek hâkimi parıl parıl parıldayan güneş… Harika bir gün…
Balkona oturmuş sokağı seyrediyorum. Apartmanımızın önündeki geniş yolun tam ortasına bir sokak köpeği uzanmış kaşınarak güneşleniyor, bir kedi aheste aheste yürüyerek yolun bir yakasından öbür yakasına geçiyor. Nerede tünediğini anlayamadığım tembel bir horozun uzun ötüşlerini işitiyorum. Apartmanımızın yanı başında yükselen çitlembiğin yaprağa durmuş dalları arasından kuş cıvıltıları geliyor.
Aman Allah’ım, bugün bayram!.. Mübarek Ramazan Bayramı… Fakat hem evimizin önündeki yoldan hem de ana caddeden tek bir otomobil dahi geçmiyor. Peki ya insanlar? İnsanlar nerede, çocuklar hani? Horoz, kuş, kurbağa ve klakson seslerini bastıran çocuk haykırışlarına ne oldu?
“Hay akılsız kafa!.. Covid-19 denen bir virüsün dünyayı sardığını, hükümetin tam kapanma kararı aldığını ne çabuk unuttun?”
Bu acı hatırlayış, şahidi olduğum güzel yaz sabahının büyüleyici etkisinden koparıyor beni, ruhumu hafakanlar basmak üzereyken acı bir gerçeği idrak ederek “Her şey insanla güzel!” diye mırıldanıyorum. Hüzne gark olduğum zamanlarda yaptığım gibi şiir defterimi açıp İlhan Geçer’in (nice zamandır okumadığım) o şiirini birkaç defa üst üste okuyarak kendimi teselli etmeye çalışıyorum.
“İNSANLA GÜZEL
Her şey insanla güzel
Doğan güneşe karşı gerinen evler
Mavi rüzgârların koştuğu sokak
İnsansız olursa sevimsiz resim gibi
Dal uçlarında göveren bahar
Tarlada boy veren o altın başak
İnsanlar, canım insanlar!
Işıklar, renkler hep sizin için
Sizinle anlamlı gökler ve deniz
Sizinle bölüşür sevinci kuşlar
Siz oldukça tehlikesiz
Karanlıklar, yokuşlar
Sabahlar sizinle aydınlık
Elleriniz uzandıkça mavi, bulutlar
Sizin için kızarır dalında yemiş
Sizin için yağar bereketli yağmurlar
Sıcak dostluklar, sevgiler varken
Savaşlar, kinler, öfkeler neden?
Bırakıp gideceğiz bir gün
Dünya bu kadar güzelken
İlhan Geçer”
***
Şüphesiz ki her Türk insanı “bayram” denince önce dinî bayramları ve özellikle çocukluğundaki Ramazan Bayramlarını hatırlar. Çünkü bu bayram çocuklar için şeker bayramıdır. Yaşadığımız devirde şekerin bir hükmü kalmadı fakat benim çocukluğumda çok kıymetliydi. Dinî bayramlarda önce anamızın babamızın, yaşıyorsa dedelerimizin ninelerimizin ellerini öper, büyüklerimizin verdiği paraları özenle katlayıp cebimize koyduktan sonra ellerimize birer torba alıp önce akraba ve komşuları, sonra diğer köy sakinlerini ziyaret eder, el öpüp şeker toplardık. Torbalarımız akide, kaymak, kestane ve daha çok cam şekerleriyle; ceplerimiz ise demir ve kâğıt paralarla dolar, biriktirdiğimiz paralarla neler alacağımızın hayalini kurardık ama sonrasında o paraları plastik top, çatapat, mantar tabancası vs. alarak çar çur ederdik.
Büyüyüp de yeniyetmelik çağımıza girince orucu, teravih namazını, imsak ve iftar vakitlerini ve idrak ettiğimiz bayramın Ramazan Bayramı olduğunu öğrendik. Bayram namazımızı kıldıktan sonra köyümüzdeki cemaate uyup camiden köy meydanına kadar uzayan bayramlaşma sırasına girerek bu güzel geleneğin bir parçası olduk.
Şüphesiz ki bayramlar güzeldir fakat yaşını başını almış her Türk insanının anılarında şimdiki gibi hüzünlü bayramlar da vardır. Özellikle gurbettekiler; baba ocağından, ata dede toprağından veya çekirdek ailesinden uzakta iken bayram kutlayanlar, insanın ruhuna çöken bu bayram hüznünü çok iyi bilir. İlkokulu bitirdikten sonra başlayan ve on bir yıl süren yatılı okul hayatım boyunca nice hüzünlü bayramlar yaşadım. Aile fertlerime, akrabalarıma ve köydeki arkadaşlarıma kartpostal dediğimiz bayram tebrikleri yolladım. Bayram sabahlarında ana baba ve kardeş hasretiyle yanıp tutuşurken yatılı okulun bahçesinde avare avare dolaştım ve kıyıya köşeye gizlenerek için için ağladım. Fakat yine de arkadaşlarım vardı okulda; üç dört günlük bayram tatilinde memleketlerine gidemedikleri için okulda kalan gariban çocuklar… Biz de kendi aramızda bayramlaşır, bayram hüznümüzden sıyrılınca basket, futbol oynar, Adapazarı’na sinemaya giderdik.
Yunus “Geldi geçti ömrüm benim / Şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle geldi / Bir göz açıp yummuş gibi” demiş. Ne kadar kısa, ne kadar özlü ve ne kadar doyurucu bir söz söylemiş. Tıpkı Yunus’un dediği gibi geldi geçti ömrüm benim. Bayramlarda evine gidip ziyaret etmem gereken, elini öpeceğim büyüklerim yıllar içinde bir bir azalırken tam tersine eşimi ve beni ziyaret ederek ellerimizi öpmesi gereken akrabalarım çoğaldı.
Çok iyi biliyorum ki bu bayramda evimize kimse gelmeyecek, daha doğrusu gelemeyecek. Apartman komşularımızla dahi pencereden pencereye, balkondan balkona görüşerek bayramlaşacağız. Evet, böyle olacak; böyle olacak çünkü şeker bayramı çağı bitti, sanal bayram çağı başladı. Öyle günler yaşıyoruz ki dostlar, şu lanet olasıca virüs yüzünden baba oğula, evlat anaya, komşu komşuya yaklaşamaz oldu.
Şu mübarek bayram sabahında meseleye iyimser bir bakış açısıyla yaklaşırsak teselli bulacağımız güzellikler de var. Herkesçe malumdur ki teknoloji gelişti; akıllı cep telefonları vasıtasıyla mesajlar alıyoruz, çocuklarımızın ve torunlarımızın fotoğraflarını görüyor, kısa videoları izleyebiliyor, görüntülü sohbetlerle bayramlaşabiliyoruz. Fakat tüm bu imkânlar, geçen seneki Kurban Bayramı’nda yaşadığım, ömrümün sonuna kadar unutamayacağım kısa bir mutluluk anının yerini tutamaz.
Rahmetli Süleyman dayım her bayram öncesinde ne yapar eder, hiç kullanılmamış, kırışmamış kâğıt paralar temin eder ve bayram sabahında o banknotlardan birini bana verirdi. O paraya kıyamaz, kitap arasında saklardım; paranın akıbeti malumdur, elbet bir gün harcanacaktır. Nice zaman sonra, parasız kaldığım bir zamanda bakkalı boylardı tabii. Çocukluğumdan öğretmen oluncaya kadar bu böyle devam etti.
Ondan özenerek geçen sene torunlarım için gıcır gıcır yüz liralıklar temin edip bir kitap arasına sakladım. Kurban Bayramı sabahında altı yaşındaki büyük torunuma banknotlardan birini verdikten sonra dört yaşındaki torunum Kutay’ı çağırıp elimi öptürdüm; annesi “O, paradan anlamaz; verme baba,” diyordu. Zamane çocukları derler ya! Ne anlamazı! Küçük torunum gıcır gıcır banknotu görünce öyle heyecanlanıp öyle sevindi ki!.. İki hafta önce; torunumun geçen yılki heyecan ve sevinç ifade eden haykırışlarını tekrar işitebilmeyi, jest ve mimiklerindeki doğallığı bir daha izlemeyi hayal ederken tam kapanma tedbiri alındı.
“İki ay sonra Kurban Bayramı var, inşallah o zaman…” diyerek teselli buluyor ve sanal bayramın gerçek bayram olması için dua ediyorum.
Kalın sağlıcakla!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.