- 553 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
798 - ÇIKARCILIK
Onur BİLGE
Virane’nin yerini öğrenen dalıyordu içeriye. Merak bu ya! Doğru Define’nin yanına gidiyorlardı. Onunla konuşmak ayrıcalıktı sanki. Bazısı geliyor, gitmiyor, bazısı geldiği gibi gönderiliyordu. Çeşit çeşit insan vardı etrafımızda. “Ben ateistim!” diyordu biri. Biri kapitalist, biri sosyalist olduğunu söylüyor, siyaset yapmak istiyordu. Halbuki burada politika yapmak yasaktı. Bunun fitenye sebebiyet vereceğine inanılıyordu.
“Allah ıslah etsin! Ne diyeyim!” diyordu Define, ateistliğiyle övünmeye kalkan kıt akıllının birine. “Senin inancın sana, benimki de bana..”
“Seni de ıslah etsin! Neden óyle dedin ki? Ben inançlı insana, senin bana saldırdığın gibi saldırmam!” diye kınıyordu onu. O yine sükunetini bozmuyor, alttan alıyordu.
“Sana saldırmadım. Dua ettim.”
“Biliyor musun, sevdiğim kız inançlıdır. Sana ters gelecek ama... Islah, suçlu olana temennidir. Sence bir karıncayı dahi incitmemişsem, ezene karşıysam, mazlumun yanındaysam, yerim cehennem midir?”
“Allah’a inanmıyorsan boşunadır! Hem Allah’a inanmayan cennete cehenneme de inanmaz! Telaşın neden? Anlayamadım! İnancına göre senin hayatın, öldüğünde biter!”
“Sen de inanmıyorsun cennetin cehennemin varlığına bence. İnandığını sanıyorsun. Felsefe okur musun?”
“İnanıyorsan, o saydıkların çok değerlidir, cennet kazandırır. Allah’ın rızası öyle şeylerdedir. Nafile ibadette bencillik vardır. İyilikte şefkat, yardımda vericilik ve paylaşım vardır. Çok beğenilir. Benim neye inanıp inanmadığımı sen nereden bileceksin! İnancımın nasıl olduğunu ben bile bilemem. Var mıdır, yok mudur, yeterli ve sürekli midir değil midir, yalnız Allah bilir! Bana felsefe deme de ne dersen de! Sende kalsın, senin olsun o! İnan ya da inanma, bana ne! Sen cennete gideceksin de bana yer mi ayıracaksın!”
“Peki ama o senin gibi inananlar insan boğazlıyorlar! Ona ne diyeceksin?”
“Onlar terörist! İslam’da terör yok! Aman dileyene kılıç kalkmaz! Sadece nefsi müdafaa vardır. Meşrudur. Mal can ve namus tehlikedeyse... İlk saldırı asla Müslümandan gelmez!”
“Toplumun óz dinamiği asıl felsefedir. Söyler misin, kapitalizm denen sistem her şeyin sahibi değil mi! Öyle ki, sözde en değerli varlık olan insanın dahi... Dini, mezhebi her şeyi metalaştıran, aslolan toplumsal üretim ilişkileridir. Yani doğa ve emek... Yani buna rağmen benimsiyorsun öyle mi insan boğazlamayı! Kadın haklarına ters düşen anlayışı... Daha neleri...”
“Benim Peygamberim insanlar arasında eşitlik sağladı. Yardımlaşmayı yaydı. Bunda başarılı oldu. O senin özendiklerin, Asr-ı Saadetteki kadar uygulanamadı! Herkes kendinden sorumlu… Ben kendimden, sen kendinden... Sen onlardan sorumlu değilsin. Ben de değilim.”
“Bırak şimdi, komünizmde mülkiyet yoktur.”
“Sen kendini kurtardın da dünyayı kurtarmaya mı soyundun! Bana boş laf yapma!”
“Ben ateistim. Çelişkilerin en derininin farkındayım. Sen kendini düşün! Yine de kendince kal! Asla bir yere varmayacaksın! Kesin olan bir şey var. O da sistem her şeyin sahibidir!”
“Selametle git! Dilerim, Allah seni de istesin huzuruna! Tabii önce senin O’nu istemem gerek! Bildiğini yap! Reşitsin. Aklın var. Bana sorma!”
O gider, arkasından bir başkası gelir. Bu defa Define’yi göklere çıkarır!
“Selamünalyküm! Allah’ın sevgili kulu! Geçiyordum da... “Şöyle bir uğrayıvereyim de Mübarek’in duasını alayım!” dedim. Ne güzel Muhterem! Burada radyo çalıyor. “Her mevsim içimden gelir geçersin..." şarkısını dinliyorsunuz. Ben de bayılırım bu esere! İnanın ki azizim, sizi görünce, bayram sabahına uyanan çocuklar misali mutlu oluyorum!”
“Aman efendim! Garibanın tekiyim ben. O bana layık gördüğünüz sıfatlar, ziyadesiyle size ait! Ben övülecek biri değilim. Dövülecek biriyim!”
“Öyle demeyin, lütfen. Hele o ara sıra okuduğunuz, her biri birer şaheser değerindeki şiirleriniz mest ediyor beni! İnşallah kısa süre sonra tamamını bir kitap haline getirirsiniz de bizler de ilminizden ve sanatınızdan istifade ederiz!”
“Ben mi? Ah ne kadar isterdim ama galiba ben kitabımı göremeden öleceğim!”
“Eserlerinizi yayınlamazsanız çok üzülürüm! İlk kitabınız çıksın, ben o kitaptan en az on adet alırım, eşime dostuma hediye ederim.”
“Kitap basımı için gereken maddi imkân maalesef bende yok. Şaire yazara sahip çıkılması lazım ama nerde! Ben de başımın çaresine bakamıyorum. Ya yok olup gidecekler ya da belki de ben darubekaya intikal ettikten sonra birisi ya da birileri çıkıp toplayacak, yayınlayacak ama ben göremeyeceğim.”
“Aman efendim! Ümitvar olun! Bakınız ben otuz dokuz sene öğretmenlik yaptım. Bunun on beş yılı köy öğretmenliğinde, beş yılı da bakanlık kanalıyla gönderildiğim Fransa’da Türk Öğretmenliğiydi. Üç erkek iki kız evladım var. Allah’a hamdolsun, hepsini okuttum, meslek sahibi ettim. Onları yetiştirmek için o kadar çok çalıştım ki! Tek maaşla olmuyordu. Taksi şoförlüğünden, bakkal çıraklığına kadar yapmadığım ek iş kalmadı! Garajlarda dua kitapları bile sattım. Siz de ne yapın yapın, kitabınızı çıkarmaya bakın! Çarşıda pazarda sizinkileri de satarım.”
“O benim yapabileceğim bir iş değil. Gece gündüz çalışsam, uykusuz tüneksiz kalsam yine de mümkün değil. Bu zamana kadar olmadı, bundan sonra olsa ne olur olmasa ne olur! Hevesim çoktan geçti. Gözüm toprağa bakar oldu zaten. Dört yanımda dört mum yanıyor!”
“Aman efendim! Öyle demeyin! Yatan ölmez, vadesi yeten ölür! Bir zamanlar elim kolum her yere uzanırdı. Şimdi kimse tanımaz oldu beni! Önceki hükümet zamanında bakanlıkta daire başkanlığı yapmış, şimdi akademisyen olan bir dostum bile var ama nasıl denir ona da bilmem ki! O da bir zamanlar bir şeyler yazmıştı da bakanlık kanalıyla çıkarmıştı. O iyi bilir o işin nasıl olacağını. Bir arayayım, konuşayım, bakalım ne diyecek!”
“Bu zamana kadar herkes bir ucundan tutsaydı, olmayacak iş değildi. Geçti artık.”
“Neden olmasın ki! Dağ ne kadar yüce olursa olsun, ona tırmanmak bir adımla başlar! Bir yerlerden başlamak lazım.”
“Son yazdıklarım Allah rızası için... Ameller niyetlere göredir. Ben yazdım, nasipse Allah açar yolumu. Belki kullar vesile olur. Bilemem! Çocuklar seri mektupları derlemeye çalışıyorlar. Birkaç nüsha halinde daktiloda yazıyorlar. Bakalım ne olacak!”
“Ben de kitapkurduyum. Çocukken klasiklerden başladım, okumadığım kitap kalmadı! Türk gelenek görenek ve dini inancına uygun eserleri çok severek okurum. Siz henüz kesilmemiş, parlatılmamış bir elmassınız. İnanıyorum ki çabalarınızla kalıcı olacaksınız.”
Define kafa sallıyor ama yine de bildiğinden şaşmıyor. Çıkar için el etek öpmenin ona göre olmadığını söylüyor.
“İşte geldim gidiyorum, hoşça kalsın Halep şehri! Öküzün yalakası, kasabın bıçağını yalarmış. Menfaatim için mi dost edineceğim! Çile yolu mutlu etmeye yetiyor beni. Menfaat sandalyeye benzer başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir.
Ben de çok menfaatçi gördüm bu zamana kadar. Elimden beslendiler, uçunca üstüme pislediler! Nokta kadar çıkar için virgül gibi eğilenler bükülenler, gün gelir de çizgi gibi ezilirler.
Kimse kimseye babasının hayrına bir iyilik yapmıyor bu devirde. Karga mandayı karşılıksız bitlemiyor. Eşek eşeği ödünç kaşıyor. Al gülüm ver gülüm dünyası... Körler sağırlar, birbirini ağırlar.
Bal tutan parmağını yalayacak! Eşeği düğüne çağırmışlar “Ya su lazımdır, ya odun...” demiş. Gölgesinde oturulacak ağacın dalı kesilmez. Kimsenin gölgesi lazım değil bana. Ben saye istemiyorum kimseden. “Onun sayesinde, bunun sayesinde...” demesinler yarın bir gün!”
İnsanlar da bir tuhaf... Biri birini çıkarına göre övüyor ya da ufalıyor. Yakından tanıdıkça Define gözümde büyüyor.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 798