- 556 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
797 – YAKINLIK
Onur BİLGE
“Benim bir arkadaşım vardı. Bilirsiniz. Size ondan çok söz etmiştim. O kadar güzel konuşurdu ki! Dinlemekten usanmazdım! Nadiren okurdu ama öyle güzel bir şiir okuyuşu vardı ki! Bir de çok güzel sözleri vardı. Şu anda aklıma: "Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini!" diye sık sık tekrarladığı bir söz geldi.” diye başladı sohbete dede.
Aman Ya Rabbi! O dertten mustarip ne kadar kişi varmış ki aramızda! Tam da yaralarına dokunmuş Define. Kimisi kardeşinden, kimisi amcasından dayısından, kimisi halasından teyzesinden dertliymiş de haberimiz yokmuş. Çok detayına girmediler, isim zikretmediler ama üstünkörü anlattıkları bile hayretler içinde bıraktı beni!
“Hacı Bayram’ın etrafı kalabalıklaşınca bir deneme yaptı. Baktı ki sadece bir buçuk müridi varmış. Demek ki muhlis ve mukarreb, yani akrabadan öte bir kadın ve bir erkek...” diye devam etti dede.
“Bazen kendimi suçluyorum ama verdiğim emek, yaptığım iyilik boşa gidiyor. O en yakın nankör akrabalarımdan kötülük görüyorum. Üniversitede nasıl okuduğumu sormuyorlar. Sesim çıkmıyor, onlara avuç açmıyorum ya... Galiba hem çalışıyor hem okuyor sanıyorlar. Utanmasalar benden para isteyecekler! Daha benim geleceğim var. Artık ne yaparsam kendim için...” dedi İhsan.
“Bu konuları çok konuştuk. Suçlu aramaya gerek yok aslında. Öncelikle ben kendimi yargılıyorum ihlas noktasında. Arı duru, saf pak, halis muhlis olma kim ben kimim! Sizleri bilemem. Belki çok ihlaslısınız ama kendimi çok bulanık ve karanlık görüyorum. Etrafıma bakıyorum, kendimden kusurlu kimseyi göremiyorum.”
“Allah bilir dede ama ben senin O’na epey yakın olduğunu sanıyorum. Belki daha da yakınları vardır. Bilemem.” dedi Neşe.
“Allah: "Biz insanı bilici yarattık!" diyor. Bilme yeteneğinde... "Eller yüzü ağa benzer. Benden kemter yoğa benzer" diyor ya Yunus. Benimki ondan bin beter!”
“Kendini levm etmek, yani aşağılamak, kötü, kem görmek... Bu oldukça ilerlediğinin belirtisi olsa gerek.”
“Tevazudan mı söylediğimi sandın Mahir? Keşke öyle olsaydı!”
“Daha vakit var. Ölüm gelmeden düzelmeye bak o zaman!” diye güldü İhsan. Aklı sıra şaka yapmıştı.
“İnşallah! Benim için dua et İhsan!” dedi sükûnetle dede.
“İnşallah, Allah’ın istediği gibi bir kul olursun dede! Amin!”
Akşam yakındı. Ağaçlarda ve çatıların kenarlarında cıvıl cıvıl kuş sesleri vardı. Onların da kendilerine göre zikirleri olduğunu söylüyordu dede.
“Topluca zikrediyorlar. Elleri yok, kolları yok! Onları öyle yaratan Allah, rızıklarını hazır ettiriyor. Uçup uçup konuyor, yiyip içip doyuyorlar. Bizim rızkımız, emeğimize bağlanmış. Aczimiz azaldıkça gayretimizin çoğalması gerekiyor. Yeni doğandan iş beklenemez. Çiğnemek bile bir iştir. Onun rızkı, en kaliteli şekilde, her an hazırda, ihtiyaç anında ağzındadır. Dişleri çıkmaya başladığında ısıracak, koparacak, alacak, daha sonra da çiğneyerek yutacak.”
Kuş seslerine ağustos böceği sesleri karışıyordu. Dede fark etmiş olsaydı, onlardan da bahseder, yan gelip yattıklarından söz ederdi. Gözü, aramıza yeni katılan, yanımıza ara sıra gelen Hüseyin’in bıyıklarına takıldı. Ona sataşmak gelmiş olmalı içinden ki:
“Ne o bıyıklar öyle oğlum! Sütü çorbayı süzerek mi içiyorsun?” dedi.
“Sen de benim bıyıklarıma taktın dede! Ben zaten çok çirkinim. Bıyıklarım da çirkinlik aksesuarım...”
“Oldu olacak, bari sakal da bırak da tam olsun! Onları ya bir şekle koy, ya da kes at!”
“Kesilecek yer bıyık değil, başım...”
“Allah, kesilsin diye mi verdi! Kesersen tekrar çıkmaz, ona göre...”
“O zaman ne bıyık kalır, ne de çirkinlik... Kurbiyet, kurban olmaktır! Öyle değil mi dede?”
“Sadece yakın ol, yeter!”
“Siz yakınlıktan bahsederken çok şey düşünmüştüm. Düşündüklerim hiç bir şey değilmiş demek ki!”
“Kâinat, tümüyle hiç! Biz de hiç bir şeyiz. Fakat bizi bir şey yapan, yani mühim olan, Allah’ın var oluşu, O’nunla aramızdaki irtibat ve bu irtibattaki yakınlık... Asker, teslim olmadan senin gibi biri ama sonra... Silah altına girdiğinde, o kıyafeti giydiğinde öyle mi ya! İnsan da kendi başına bir şey değil. Bağlı olduğu yer önemli olduğu için o önemli sayılıyor. Eşrefi mahlukat oluyor. En zor şey, kul olabilmek. Sevgiliye en son söylenen mübalağalı, güzel fakat sakıncalı bir söz vardır ya hani! “Ben senin kulun kölenim!” derler. Kul olabilmek... “Allah’ım! Bana: “Kulum!..” de yeter!” derdi analığım.”
“Öyle değil miyiz? Bal gibi de istediği gibi kullanmıyor mu bizi?” dedi Hüseyin. Bir şeyler demek istiyordu. Yanlış mı başlamıştı nedir... Dede hemen karşı tarafa geçti:
“Ne demek? Biz O’nun verdiği her şeyi kullanıyoruz. Beden, yiyecek, içecek, hava, mekân ve mekânda sayısız nimet, bir o kadar da hizmetkâr... Melekût âlemi nimeti ayrı... Rahman suresini hatırla! “O halde Rabbinizin hangi nimetini inkâr ediyorsunuz?” Hangi nimetini yalanlıyorsun? Bizi nasıl kullanıyor? Tarlasını mı sürdürüyor? Sürüsünü mü yaydırıyor? Hizmetinde mi bulunduruyor? Ne yapabiliriz? Ne yapabiliriz ki O’nun için? Keşke yapabilseydik! İyi ki ihtiyaçtan münezzeh ve bizden bir iş istemiyor! İstemediği halde dediğine bak! O’na kul olduk diye bizi köle olarak mı kullanıyor! Bize köleler ihsan etmiş! Yerde gökte ne varsa bize döne döne hizmet ediyorlar!”
“Kahvaltı, köleciğim, kahvaltı... Acıktık!” dedi Duygu Ahmet’e. İftar vakti yakındı. O da nişanlısına en yakındı.
“Emredersiniz Hanım Ağam! Emredersiniz! Köleniz her an emrinize âmadedir efendim!” dedi Ahmet, gülümseyerek. Kalktı ve ocağın başına geçti. “Oruçluya hizmetten daha güzel ne yapabilirim!” diye ekledi. Dede, bugünkü sohbeti şöyle tamamladı:
“Allah kuluna çok yakındır. Buna Akrebiyet-i İlâhiye, yani İlahi yakınlık denir. Allah her şeye, her şeyden daha yakındır. Bir de Hakikât-i Akrebiyet-i İlahiye vardır ki o da Allah’ın insana yakın oluşunun hakikâtidir. Şah damarından daha yakındır. Kanında, canındadır.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 797