- 708 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SAHİLDE CİNAYET
Cinayet Büro elemanları bir günlük izin koparmanın neşesiyle ertesi günü buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldılar. Ayrı ayrı semtlerde oturuyorlardı. Polis memuru İlhan Kâğıthane taraflarında sobalı olduğu için ucuz bir ev bulmuştu. Nasıl olsa yatmadan yatmaya kullanacağım, kışın da elektrikli sobayla idare ederim, düşüncesindeydi. Yeni memur sayılırdı. Beş yıldır bu teşkilatın içindeydi. Fırsat bu fırsat biraz para biriktirmesi lâzımdı. Eğer platonik aşklarından birini ağına düşürür de nikâha oturursa kime emmi dayı diyecekti. Babası annesi de zaten yoksul insanlardı. Boş zamanlarında fazla evde çakılıp kalmazdı. Olta takımı almıştı. Doğruca ya Hasköy’deki ya da Galata Köprüsü’ nde soluğu alır, akşama kadar ne yakalarsa onlarla eve dönerdi. Hem arkadaşlık kurduğu usta balıkçılardan balıkçılığın püf noktalarını öğrenmeye çalışırdı.
Komiser Nebi, o gece rahat uyudu. Dünyanın en mutlu insanı kendisiydi sanki. Nihayet Komiser Semra’ nın kalbinden içeri girebilmeyi başarmıştı. Yarın için Bebek’ teki balıkçı lokantalarından birinde oturup âşklarını ilân etmenin birinci gününü kutlayacaklardı.
Komiser yardımcısı Semra tarafında da durumlar aynıydı. Mutluluk rüzgârında semalarda dalgalanan uçurtmalar gibiydi. Komiser Nebi az daha suskun kalsaydı gözlerini kapatıp kendisi teklif edecekti.
Komiser Nebi, ertesi günü saat on sularında uyandığında kelebekler gibi havada uçuyordu. Banyoya girip çıktı, sakal tıraşı oldu, yüzüne kokulu losyonlardan sürdü. Oysa eski eşinden ayrıldığından bu tarafa bıraktığı gibi duruyordu aynanın yanında, kapağını bile açmamıştı. Bugün çok önemli bir gündü. Onunla çok güzel saatler geçirecekti. Bugün ödüllü bir gündü, son saatine kadar dolu dolu yaşayacaktı sevgilisi Semra’yla birlikte. Mutfakta kahvaltısını yaptıktan sonra salona geçti, çiftli koltuğa uzunlamasına yatmadan sehpanın üzerindeki dünkü gazetelere göz gezdirdi. Meslek alışkanlığından olsa gerek üçüncü sayfalardaki cinayet, araba kazaları, hırsızlık, gasp haberlerine göz gezdirdi.
“Oh be şunlardan bir günlüğüne de olsa uzak kalıyorum ya dünyanın en mutlu insanı sayılırım.”
Duvardaki saate baktı, saniyeler hızla ilerliyordu, akrep dokuza yaklaşıyor, yelkovanın akrebe ulaşması için arada on mesafelik bir zaman dilimi kalmıştı. Erken kalkmayı alışkanlık haline getirdiği için fazla yatmazdı. Çiftli koltuğa uzanmıştı ki telsizdeki kulakları sağır eden cızırtıyla hopladı.
“Hayırdır, inşallah bir terslik yoktur.”
Başka bir polis memuruna ait ses, soğuk duş etkisi yaptı.
“Cinayet Büro Komiseri Nebi ve ekibine acilen duyurulur. Başkomiser Hamza’nın emri! En kısa zamanda merkeze intikal etmeniz gerekmektedir.”
Telsizin mandalına bastı.
“Emir alınmıştır. Tamam. En kısa zamanda merkeze intikal edeceğiz. Kesinlikle yeni bir cinayet, ulan beş kuruşluk neşemiz vardı onun da içine ettiniz, ne olurdu sanki şu kör olası cinayetlere bir gün mola verseydiniz, sanki atlı kovalıyor peşinizden.”
Cep telefonundan yardımcısı Semra’ yla polis memuru İlhan’ı aradı. Başkomiseri Hamza’ nın emrini söyledi. Onların da neşeleri kaçmıştı ama “tamam, geliyoruz,” demekten başka çareleri yoktu.
***
Başkomiser Hamza, pek mutlu görünmüyordu ama o da yapılan ihbarı değerlendirip görev icabı üzerine gitmek zorundaydı.
“Tatilinizi yarıda kestim ama biliyorsunuz ki öncelikle asli görev gelmekte. Beykoz Büyük Şehir Belediye Sosyal Tesisleri’nin bulunduğu Çubuklu-Beykoz Sahili’nde yetmişbeş yaşlarında bir erkek cesedi bulunmuştur. Cinayet mi, eceliyle mi öldü bundan sonrası size kalmış arkadaşlar. Bunu da bulursanız, izin süreniz iki güne çıkacak, bilesiniz.”
Komiser Nebi’ nin gülümsemesinde gizli bir öfke vardı.
“Bu gidişle ödüllü izin kullanmak hayal bize Başkomiserim.”
“Hele şu cinayeti de aydınlığa kavuşturun bu sefer söz.”
“Katiller, dur durak bilmiyorlar ki. Mübarekler kana susamışlar, gece gündüz demeden hiç boş durmuyorlar. İnsan bir iki gün dinlenir be.”
“Hadi kolay gelsin.”
“Sağolasın Başkomiserim.”
“Ha şunu diyecektim, az daha unutuyordum. Şu bizim cinsellikle ilgili ders vardı ya. Sizi bu dersten muaf tuttum. Yani bir şeyler hazırlamanıza gerek yok.”
“Tamam, komiserim. Çok teşekkür ederiz.”
***
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden Anadolu yakasına geçtiler. Kavacık Kireçocağı Caddesi’ nden Beykoz istikametine devam ettiler Burunbahçe Otobüs Durağı’nı geçtiler, Paşabahçe’ye çok az kala trafik lambalarından sola dönüp Büyük Şehir Sosyal Tesisleri girişinden Çubuklu Sahili’ne indiler. Kendilerinden yarım saat önce gelen Olay Yeri İnceleme, bankın üzerine sırt üstü yatan yetmişbeş yaşlarındaki adamın etrafına Olay Yeri İnceleme Şeridini çekmişler, Komiser Hulusi, etrafta kayda değer bir şeyler bulmaya çalışıyordu.
“Başkomiserim Hamza, vukuatı savcıya bildirmiştir. O da birazdan gelir,” dedi Komiser Nebi. Konuşmasına devam etti.
“ İlhan, sen görgü tanıkları var mı yok mu, bizi izleyenler insanlardan araştır, şu anda denize girenleri çıkart, ifadelerini alalım. Hatta az ileride balık tutan balıkçıları da buraya toplayalım, ben etrafı kolaçan edeyim. Semra sen de her ihtimale karşı etrafı dolaş ki benim gözümden kaçan bir şeyler olabilir. En ufak bir delil, olayı aydınlatmaya yeter de artar bile.”
“Tamam Komiserim. Şimdi denizdekileri çıkartırım, “dedi İlhan.
Öncelikle cansız yatan adamın fotoğraflarını değişik perspektiften çektikten sonra hemen denize doğru seğirtti. Deniz hafif dalgalıydı. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen beş altı kişi denizin dalgalarıyla şakalaşıyorlar, kendi aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden iki kişinin iyi yüzücü oldukları denize fazla açılmış olmalarından belliydi. Islık çalıp onları da çağırdı. Fazla uzaklaşmayanlar zaten meraktan neler oluyor diye denizden çıkmışlar, polis memuru İlhan’ın ayaklarının dibinde kümelenmişlerdi.
Olay Yeri İnceleme Komiseri, bankın üzerinde cansız yatan adamın etrafındaki boş bira kutularını, çekirdekleri, cips ambalaj kağıtlarını, sigara izmaritlerini ayrı ayrı delil torbasına doldururken Komiser Nebi’ ye döndü.
“Komiserim, burada dünya kadar delil var. İki üç günlük çitlenen çekirdek kabukları var. Ha keza bira kutuları da öyle. Eskilerle yenileri birbirlerine karışmış. Yani bir sürü parmak izi çıkacak demektir. Bu sefer işimiz zorlaşacak. Bu kadar parmak izinden katili bulabilirsek helal olsun bize, diyeceğim.”
Nebi güldü.
Takma kafaya, benim ekip sağlamdır. Her türlü karışıklığın altından kalkmasını bilir.
Semra, etraftaki ağaçların altlarını dolaştı, duvara çizilen kalp resminin odacıklarına yazılan isimlerin baş harflerine gözleri takıldı. K., C. Baş harfler üzerinden isimler türetti. Duygusallığı bırakıp cansız yatan adama odaklandı.
“Baş harflerin bu adamla ilişki olabilir mi, acaba? Bu olsa olsa asi gençlerin işidir. Adamın ahı gitmiş, vahı kalmış zaten.”
***
Çok geçmeden 112 Acil’ den beş dakika sonra savcı damladı olay yerine. Doktor gerekli incelemeleri yaptı, savcıyla konuştu.
“Kalp krizine benziyor ama her şey Adli Tıptan gelecek nihai sonuca göre şekillenecek. Hele bir otopsi yapılsın. Maktulün dört beş saat öncesi kalp krizi geçirme olasılığı çok yüksek. Şimdi saat on olduğuna göre sabahın erken saatlerine denk geliyor, maktulün ölmesi.”
Cinayet Büro Komiseri Nebi, Savcıya görgü tanıklarının ifadelerini alacaklarını, ondan sonra daha detaylı bilgi verebileceklerini söyledi.
“Adamın üstünü aradınız mı?”
“Aramadık sayın Savcım, sizi bekledik.”
“Arayın.”
Polis memuru İlhan, ellerine eldivenleri taktı. Adamın üzerinde kısa kollu tişörtü vardı. Tişörtün yaka cebinde bir şey yoktu. Pantolon ceplerinden de hiçbir şey çıkmadı.
“Adamın kimliği de çıkmadı, dedi Savcı.
“Tamam, siz ifadeleri bitirin.”
Daha sonra Adli Tıp Görevlilerine döndü.
“Siz de maktulü Adli Tıp’a götürebilirsiniz.”
***
Cinayet Büro ekibi kaldıkları yerden görevlerine devam ettiler.
Maktulü ilk gören tanık, sabahları erkenden sahili dolaşıp geceden içilen bira kutularını, şişelerini toplayıp satan kırkbeş yaşlarında insanın suratına bön bön bakan kişiydi. Adı Mustafa. Konuşurken hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi sağa sola bakıyordu. Sanki böyle olaylara defalarca tanık olmuş gibi çok rahattı.
“Her zaman ki gibi erkenden kalkıp sahile indim. Benim işim bira şişelerini, kutularını toplayıp hurdacıya satmak. Geçimim bundan. Başka iş bilmem. Yaz mevsimi olduğu için buralar sabaha kadar sarhoşlarla, alemcilerle dolup taşar. Ben de bunların sayesinde ekmek yerim. Bu sabah yine erkenden geldim, işimi yapmaya devam ediyorum. Baktım az ilerimdeki bankta adam sırt üstü öylece yatmış, duruyor. Önce adam kafayı iyice çekmiş, sızıp kalmış sandım. Şişeleri toplayarak o tarafa doğru yaklaştım. Adamda çıt yok. Genelde içkiden zom olmuş insan horlayarak uyur. Bunda en ufak tıs yok. Şüphelendim. “Hişt hemşerim,” dedim ama adamın nefes alıp verişi bile yok. Ne yalan söyleyeyim korktum. Hurdacı olduğum için başıma gelmedik kalmadı. Bu zamana kadar nelerini görmedim ki. Şimdi bu etrafımızdaki insanlar, işin gırgırındalar belki de. Ama ben öyle değilim. Adamın sağlığı değil, ölüsü kıymete biner. Adamın yanından uzaklaşırken onun yanında aldığım bira kutusunu bile aldığım yere geri bıraktım. Aha da şu bira kutusu. Onda benim parmak izim var. Katil olarak bütün suç benim üzerimde kalırsa seyret o zaman gümbürtüyü. Hiç yere savcının damına girmek de var işin ucunda. benim diyeceklerim bunlar komiserim.”
Semra, “ bizim kadar deneyim kazanmışsın bu işlerde Mustafa.”
“He, öyle komiserim. Ne demiş başıma gele gele öğrendim her şeyi, demiş.”
“Müsterih ol, sen kendinden emin olduktan sonra inşallah kötü bir şey çıkmaz.”
“İnşallah komiserim, yoksa çoluk çocuk açlıktan geberirler. Komiserim sigaran varsa bir sigara verir misin, kafam iyice karıştı valla.“
Komiser Nebi, çıkarıp verdi.
“Yak bakalım, sabah sabah ciğerlerin bayram etsin.”
***
Sıradaki görgü tanığı konuşmaya başladı. Altmış yaşın üzerindeydi. Tepedeki saçlar tek tük kalmış, yandakiler tamamen kar beyazı olmuş, sabahları erkenden gelip yaşının geçkinliğine aldırış etmeden bu zamana kadar öğrenmeye bir türlü fırsat bulamadığı yüzmeyi öğrenmek için sabah erkenden gelir, bir saat göbek hizasını geçmeyen yerlerde çırpınıp dururdu. Hayattan kopmayacaksın derdi kendi kendine. Ölümü hiç aklına getirmez, yaşadığı her anın tadını çıkarmaya çalışırdı. Kafasını sokmadığı iş kalmamıştı. Şimdilerde iyi bir yazar olacağım diye tutturmuştu. Parasıyla üç roman bastırmış, bu yüzden eşiyle papaz olmuştu. Kadıncağız, “Sen hep hayali şeylere paraları göm, mısmıl bir şey yapayım, deme,” diye çıkıştıkça, “Ben öldükten elli sene sonra adım duyulacak,” diye kendini savunurdu. Eşi ise sayıp dururdu.
“Vay senin ölüne de, dirine de.”
Şimdi ise böyle gizemli bir cinayet olayına tanık olması arayıp da bulamadığı aksiyondu.
“İşte tam bana göre bir macera. Adam niye öldü, katil kim? Ben olabilir miyim, ya da şişe toplayan adam. Ya da balıkçılardan biri? Büyük ihtimalle hurdacı olmalı. İngiliz yazar Shakespeare ne demiş, “Olmak ya da olmamak.”
“Anlat bakalım, babalık. Fiğ yutmuş güvercin gibi ne düşünüyorsun?”
“Yeni yazacağım polisiye hikâyeye konu buldum da efendim. Sevincimden küçük dilimi yuttum âdeta.”
“Neyse yazarlığın senin olsun, anlat bakalım neler neler gördün?”
Komiserim, her sabah olduğu gibi aynı saatlerde sahile indim. Denize girip biraz yüzecektim. Baktım benden önce gelen birkaç kişi bu cansız yatan adamın başında toplanmışlar, ona öylece bakıyorlar. Kendi aralarında polise haber verelim de gelsinler diye konuşuyorlardı. Merak edip onların yanına gittim. Sanki daha önceden böyle ölen birini görmüş gibi adama sakın dokunmayalım, polise haber verelim, dedim. “Bizde telefon yok, sen de varsa sen et dediler. Anladım ki herkes polise gidip ifade vermekten kaçıyorlar. Ben tedbirli adamımdır, kimliğim, maskem, telefonum her zaman yanımdadır. Polise telefon eden bendim, komiserim. Bu işin peşini bırakmayacağım, katili kesinlikle bulmalıyım. Yazacağım roman iyi bir polisiye olmalı.”
Komiser Nebi, “la havle,” çekti içinden “Bu millet iyiden iyiye kafayı yemiş, kimisi kendini cinayet polisi, kimisi de polisiye yazar sanıyor valla.”
Oradaki balıkçıların hepsinin de ifadeleri alındı. Altı kişiydiler. Balıkçıların ifadeleri, aşağı yukarı hep aynıydı.
“Bizim yüzümüz denize sırtımız, kayalıklara çevrilidir komiserim. Burada top atılsa dönüp bakmayız. Zaten sabaha kadar kimin gelip kimin gittiği belli değil. Genellikle geceleri burası alemcilerin meskenidir. Kafayı çekip karı kız oynatanı mı dersin, çırılçıplak denize gireni mi dersin, ne ararsan var. Bunun için böyle şeylere alışığız, dönüp bakmayız dediğimiz hep bu yüzdendir, komiserim.”
***
Sosyal Tesisleri giriş kulübesindeki kamara kayıtlarının maktulün ölüm saatine denk gelen bölümleri Emniyet’e götürülerek acilen incelendi. Altı tane 34 plakalı araba girmiş, henüz çıkmamış, yirmi tane yine 34 plakalı değişik markadaki araçlar, belirli aralıklarla girmişler; birer, ikişer, üçer saat aralarla sahili terk etmişler. İçlerinden bir araba vardı ki bütün şüpheleri üzerinde topluyordu. Camlarına siyah film çekilmiş Edirne plakalı siyah Mercedes… Araçların trafik GBT.’ lerinden vukuatlı olup olmadıklarına bakıldı. Arabaların çoğunun trafik cezalı oldukları görünüyordu.
Komiser Nebi, “ Bu 22 plakalı arabadan çok işkillendim, Semra,”dedi. “Bunun şeceresini sen bir araştır, sahibi kimmiş, kiralık mıymış?”
Çok geçmeden arabanın Edirne’den Rent A Car şirketine ait olduğu anlaşıldı.
Semra, “Nebi Komiserim araba, Edirne’den kiralanmış.”
“Sen kiralama şirketini ara bakalım, kim ya da kimler tarafından ne zaman kiralanmış.”
Çok geçmeden arabanın Edirne’den üç kişi tarafından kiralandığını, bu üç kişinin kimlikleri hatta aracın konum belirleme aleti sayesinde nereye gittikleri bile belli oldu.
Nebi Komiser, masanın üzerindeki kağıda yazdığı isimler üzerinde kafa yormaya başladı. Ölen adamın adı soyadı, Mehdi Çam. Trabzon doğumlu Beykoz nüfusuna kayıtlı, Almanya’ da ikâmet etmekte, 77 yaşında. Filiz Çam, 27 yaşında Beykoz doğumlu, Beykoz nüfusuna kayıtlı, Mehdi Çam ile evli, Almanya’da ikâmet etmekte, Turgut Yılmaz 30 yaşında Samsun doğumlu ora nüfusuna kayıtlı Almanya’da ikâmet etmekte.
Polis Memuru İlhan, içeri girdi, eksik bir şeyleri tamamlayamamanın verdiği eziklikle öksürdü.
“Komiserim, Adli Tıp’tan gelecek bilgiler iki gün sonraya kaldı. Bilgisayarlar siber saldırıya uğramış, deniliyor. “
“Adli Tıp’a gerek kalmadı sayılır. Bütün deliller şu anda önümde. Önümde ki üç isimden biri maktul, diğer ikisinden biri katil. Ya da ikisi de katil. Şimdi bunları elimizle koymuş gibi bulacağız. Adresleri de belli. Turgut Yılmaz her ne kadar Samsun doğumlu olsa da o da burada.”
“Nasıl yani komiserim,” dedi İlhan.
“Nasıl olacak. Bence maktul, gizli aşkın kurbanı olmuş durumda. Buram buram yasak aşk kokuyor bu hikâyede. Bak şimdi şöyle olduğunu düşünüyorum. Bakalım teorime katılacak mısın İlhan. Bunların üçü de Almanya’da çalışan gurbetçilerimiz. Kadın yaşlı adamla evli. Genç olan Turgut ise kadının dostu. Kaza süsü vererek adamdan kurtulmak istemiş olabilirler. Planları acemice. Neden başka yerlerde kayalıklardan denize atmamışlar da buradaki deniz manzaralı mesire yerinde adamı bankın üzerinde bırakmış olsunlar. İşte burayı çözemedim.”
“Sen, ne diyorsun Semra?”
“Ben çözemedim komiserim. Siz çözmüşe benziyorsunuz. Tespitiniz bana mantıklı geldi.”
“Neyse, ipin düğümünü bulabilirsek çorap söküğü gibi gelecek gerisi. Hadi şimdi şöyle balıkçı lokantasında bir şeyler yiyelim. “
“Ben gelmesem olmaz mı, komiserim. Siz kafanıza göre takılın ben yemekten sonra sizi burada beklerim.”
“Bizimle gel İlhan, hem dertleşiriz. Demiştim ya yeni gelen kızı kaçırma, diye. Biraz önce koridorda ayak üstü lafladık, evlilik konusunda ağzını yokladım. Kısmet, kafama göre birisi olursa neden olmasın, dedi. Ben de bizim cinayet bürodaki arkadaş tam sana göre, diye kulağını çıtlattım.”
İlhan, mahcup bir edayla gülümsedi.
“Semra Komiserim, valla utandırıyorsun beni.”
“Niye ki İlhan. Elini çabuk tutmazsan açıkgözün biri kuşu kapıp götürür, bilmiş ol.”
“Orası doğru, elimi çabuk tutayım, o zaman Komiserim.”
Hep birlikte güldüler.
***
Öğleden sonra akşama doğru ilginç gelişmeler oldu. 155’ e verilen kayıp ilânı çok geçmeden Cinayet Büro’ya intikal etti.
Kayıp başvurusu yapan kadının adresine Cinayet Büro Komiseri Nebi, ekibiyle birlikte damladı. İhbarı yapan Filiz Çam’dı. Kadın bu vakte kadar neden beklemiş olabilirdi. Oturduğu ev oldukça lükstü. Beykoz Soğuksu’da üç katlı müstakil villa tipli evdi. Etrafı duvarlarla örülü çift demir kapılıydı. Zile bastı. Bir süre sonra diafondan görüntüyü izlediği muhtemel, dikkatli bir ses, yanıt verdi.
“Kim o?”
“Cinayet bürodan geliyoruz hanımefendi.”
“Tamam, açıyorum.”
Dış kapı otomatik olarak açıldı. Her iki tarafında değişik güller olan bir arabanın geçebileceği genişlikte olan yoldan villa kapısına yaklaştılar. Kadın, kapıda polisleri bekliyordu. Filiz Çam, misafirlerini salonda kabul etti. Tahmin ettiğinden de güzel, çıtı pıtı bir bayandı. Konuşması eski İstanbul lehçesiydi. Oldukça kibar, dikkatli, gereksiz yere konuşmayan zeki bir duruşu vurdu. Konuşurken çok üzgün olduğunu vurgulamaya çalışıyordu.
Komiser Nebi, “olayın sağlıklı bir şekilde aydınlatılması için baştan anlatınız,”dedi.
“Her yıl bu zamanlar Almanya’dan kendi arabamızla gelir, on-onbeş gün buradaki villamızda, onbeş gün de ülkemizin değişik yerlerinde tatil yapar, döneriz. Bu yıl üç kişi geldik. Almanya’dan ahbamız sayılır aynı zamanda en iyi aile dostumuz olarak da kabul edebilirim, çok saydığım sevdiğim her yönden güvenebileceğim Turgut Yılmaz , bu yıl ben de sizinle gelebilir miyim, hem size yol arkadaşlığı yapar hem de şoförlüğünüzü de yapmış olurum, diye teklif edince eşimle kabul ettik. Eşim yaşlı olduğu için uzun boylu araba kullanamıyor. Ben her ne kadar kendime güveniyor olsam da Turgut’un direksiyonu benden iyi olacağı için bize mantıklı geldi teklifi. Onun ailesi burada, Samsun’dalar. Henüz Almanya’ya götüremedi. Pasaport işlerinde sorun çıkıyormuş sanırım. Sonuçta götürecek tabi ki. Bölük pörçük yaşantı olmaz, değil mi. Neyse efendim. Edirne’ye girmiştik ki arabamız bozuldu. Servisine bıraktık. Bir parçası Almanya’dan gelmesi gerekiyormuş. Biz de boş yere orada bekleyemezdik. Araba kiralayıp yolumuza devam ettik, sağ salim evimize kadar geldik. Bir akşam yatıp dinlendikten sonra Turgut, izin isteyip Samsun’a ailesinin yanına gitmek istedi. Eşim bu konularda çok hassastır tabi ki ben de. Bizim arabayla işimiz olmaz. On gün kadar kendi villamızda dinleneceğiz, dedik. Sen otobüslerle rezillik çekme, al bu arabayla git gel, dedik. O da tamam dedi. Sabah kahvaltılarımız yaptık. Eşim tutturdu, ben eski balıkçı arkadaşlarımı özledim. En azından onlara takılır tekneyle gezer, eski günlerimi yad ederim, zaten benim kuşaktan iki-üç kişi kaldı. Giderken beni sahile kadar bırak, ben akşam taksi tutar eve dönerim, demişti. Madem öyle ilaçlarını da almayı ihmal etme. Tansiyonun falan düşer bir yerlerde yığılıp kalırsın Allah korusun, diye tembihlemiştim. İşte böyle buraya kadar hiçbir terslik olmadı. Ne olduysa ondan sonra oldu. Eşimle birlikte Turgut evden arabaya binip çıktılar, eşim akşam oldu dönmedi. Herhalde arkadaşlarını özledi, arkadaşları bırakmadılar, diye düşünmüştüm.”
“Peki dönmesi geciktikçe sahile inip tekne sahiplerine sormayı düşünmedin mi?”
“Dedim ya, gecikince arkadaşları bırakmamıştır, hatta gece gelmeyince bile yine denizde sabahladılar, diye içimden geçirmiştim. Denizi seviyor çünkü. Sabah da dönmeyince panikledim. Telefonunu da üzerine almamıştı, “ne olur ne olmaz, denize düşürürüm,” diye evde bırakmıştı. “
Komiser Nebi ve ekibi pür dikkat kadını dinliyorlardı. Hatta Semra, kadının soğukkanlı, bir o kadar da dikkatli bir şekilde olayları anlatışına hayran kaldı.
Komiser Nebi, “dün sabah Çubuklu Sahilinde yaşlı bir adam cesedi bulundu. Umarım kocanız değildir. Ölen kişinin kocanız olup olmadığını, olayın aydınlatılması için bizimle gelmeniz gerekmektedir Hanımefendi.
Kadının kendini sahte bir telaşeye vermesi Komiser Nebi’ nin gözlerinden kaçmadı. Semra’nın da bütün dikkati Filiz’in üzerindeydi. Artist olsa ancak bu denli rol yapardı.
***
Morgda ceset gösterilince baygınlıktan yere yığıldı. Ayıldığında “ evet, kocam bu, “ dedi sonrasında kendi kendine ağıt yakmaya başladı.
“Adli Tıptan sonuçlar gelene kadar kocanızı morgda bekletmek zorundayız Hanımefendi. Yarın her şey belli olur. Cenazenizi istediğiniz yere defin edersiniz.”
Filiz Çam, inceden inceye timsah gözyaşları dökerken “bundan sonrasında ne yapmalıyım, “diye düşünmekteydi.
“İsterseniz eviniz gidip dinlenebilirsiniz Filiz Hanım, hastane köşelerinde kendinizi yıpratmayın. Ne yapalım mukadderat. Ölenle ölünmüyor maalesef. Hayat devam ediyor. Size her konuda yardımcı olacağız. Ha, az daha unutuyordum. Eşinizin kullandığı ilaçların adlarını biliyor musunuz.“
“ Vallahi isimlerini aklımda tutamıyorum. Tansiyon ilacı vardı, şeker hastalığına karşı kullandığı ilaç vardı, kalp ilacını düzenli kullanırdı. Bacaklarında romatizmalarına karşı da kullanırdı. Bir sürü yani, hangisini saysam.”
“Desene eczane deposu gibiydi.”
Gülecekti, gülmekten vazgeçti. Anında renk değiştirebilecek özelliğe sahipti Filiz Çam.
“Semra, sen Filiz Hanım’a eşlik et, evine kadar bırak, olmaz mı?”
“Olur komiserim.”
***
Adli Tıptan beklenen delil sonuçları geldi.
“Nihayet siber saldırıları defettiler, demek ki. Anlaşılan dosyaları kurtardılar, “dedi İlhan.
Adamın kalp krizi geçirdiği doğruydu ama kanında yüksek oranda Viagra isimli ilacın etken maddesi olduğu ortaya çıkmıştı.
Kafası iyiden iyiye karıştı Komiser Nebi’nin.
“Sen ne diyorsun bu işe İlhan?”
“Valla viagralık işim olmadı bu zamana kadar komiserim.”
Nebi, güldü.
“Sanki bizim oldu canım.”
Neyse ki kadının konuşmalarını çaktırmadan kayıt etmişlerdi. Telefonun ses kayıt düğmesini basıp konuşmaları yeniden dinledi.
“Bu adamın “balıkçı arkadaşlarımı özledim,” demesi tamamen kadının uydurması olabilir arkadaşlar. Adam sahilde ölü bulunuyor, adamın kanında viagra etkisi çıkıyor. İnanılacak gibi değil. Benim bildiğim viagra yatağa girmeden önce alınır. “
Son cümlesinden sonra polis memuru İlhan hınzır bir gülümseme takındı.
“Neyse işimize dönelim. Sanırım artık evde arama yapmanın zamanı geldi.Adamın kullandığı ilaçların hepsini görmemiz gerekiyor. Henüz yolda olmalılar. Sen derhal Semra’ ya mesaj çek İlhan. Kadını ürkütmesin.”
“Semra, kadınla birlikte eve gir, adamın kullandığı ilaçları kesinlikle bul ve oradan biz gelene kadar ayrılma.”
Araba, villaya yaklaşmak üzereydi. Mesaj iletisine gözleri takıldı Semra’nın.
“Tamam,” diye yanıt yolladı.
Kadın, dışkapıyı açtı.
“Çok teşekkür ederim memure hanım. Size zahmet verdim. Eğer zamanınız varsa kahvemi içebilirsiniz.”
“Sizi mi kıracağım efendim.”
Semra’nın olumlu yanıt vermesi kadının moralini bozdu. Hiç beklemiyordu bunu. Hemen dönüp gidecek sandı.
Salona geçtiler. Semra’nın gözleri ilaç kutularındaydı. Filiz Çam, müsaade isteyip kahve için mutfağa geçti.
Kahvelerin içimi bitmemişti ki villanın zili uzun uzun çaldı. Bu Turgut olamazdı. Bir haftadan önce dönemezdi. Diafondan gelenleri polis olduklarını görünce panikledi. Bir şeyler ters gitti ama ne?
Nebi Komiser, polis memuru İlhan salondaki yerlerini alırken kadının huzursuzluğu her halinden belli oluyordu.
“Adli Tıptan gelen deliller sizin aleyhinize işliyor Filiz Hanım. Kocanıza aşırı dozajda viagra vererek kalp krizine sebebiyet verip kasten öldürmekten sizi gözaltına almak zorundayım.”
Bu sırada Semra birden yerinden fırlayıp vitrinin içerisinde dağınık vaziyette duran ilaç kutularını alıp masanın üzerine serdi.
Komiser Nebi, tir tir titreyen kadına dönüp “konuşsan iyi olur.Emin ol, Emniyetin sorgu odası buradan bin kat daha kötüdür. O yüzden şimdi bize her şeyi bir bir anlat.”
“ Kocamla parası için evlenmiştim. Aramızda yaş farkı uçurumdu. Doğal olarak benim cinsel ihtiyaçlarımı karşılayamıyordu. Evliliğimizin ilk zamanları çok düşük dozda doktor kontrolünde viagra alıyor, öyle birlikte oluyorduk. Sonrasında benim başkalarıyla ilişkilerime göz yummak zorunda kalmıştı. O da biliyordu ki ben onun torunu yaşındaydım. Hatta Turgut’la olan ilişkimizi bile görmemezlikten geliyordu. İş bu boyutta olunca yani benim ilişkilerime göz yumunca kocama karşı art niyet beslemez oldum. Yeter ki canı sağ olsun, diye geçiştiriyordum. Nasıl olsa bütün serveti benim emrimde, istediğim gibi kullanıyordum. Edirne’den buraya kadar arabayı Turgut kullanmıştı. Sosyal tesislere girmemiz tamamen tesadüf oldu. Sahile inince denizle yüz yüzeydik. Dışarıya çıkıp biraz deniz havası çektik ciğerlerimize. Bir ara eşim tansiyonum düştü herhalde, şu banka oturacağım, ilaçlarımı getir dedi. Ben de o esnada yol yorgunluğundan olsa gerek tansiyon ilacı yerine viagradan iki tablet vermişim. Ondan sonrası malum. Eşim çok geçmeden oturduğu banka yığılıp kaldı. Ölmüştü. Ben Turgut’la ne yapacağımızı şaşırdık. Tek tük arabayla gelenler vardı. Paniklemiş halde olay yerinden uzaklaştık. Eve giderken kafamdan böyle bir senaryo yazdım.”
“O kadar ilacın içinde vere vere viagra mı verdin adamcağıza be Filiz Hanım. Zavallı amcanın sonu kötü olmuş. İtirafını da yaptığına göre seni Savcılığa sevk ediyorum. Artık o seni nereye yollayacağını daha iyi bilir. Şu Turgut’u da getirelim yanına da ekip bozulmasın. ”
A. Sarıkaya