6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1626
Okunma
AY YÜZLÜM
Kaybedilmemesi gereken değerlerden biri de geçmişimizdir. Geçmişimde yaşadığım acı bir anıyı dillendirmek istedim, ne kadar zor olsa da yaşananlar izleri derinlerimizde kalır, kaldı da.
Bir sevdanın tohumlarının ekilmesi nasıl zor bir iş ise biçilmesi de o kadar kolaymış. Bunu anlamak için acıda olsa bir tecrübe yaşandı adı eskimiş olan bir şehir de. İki yıl önce yeşillendirmeye başladığı aşkını o güne kadar çiçekler açtırmış ve meyvelerini toplamaya başlamıştı. Birbirine bu kadar çok yakışan iki güzel insan bu şehri kendilerine cennet yapmışlardı. Eski bir şehirde eskimeyen bir aşktı doğan. Güneş her gün gözlerinin içinde doğup her gece içinde batıyordu. İçlerindeki coşkuyu, aşkı yüreklice serebiliyorlardı sevgi çuvalının üstüne. Bir pınar olup ardı arkası kesilmeden akıyorlardı, akıyorlardı da geçtikleri her yeri tatlı bir bahar havasında eserek peşlerinden sürüklüyorlardı.
Bir vakit geldi sevdiği kız düştü uzak memleket yollarına. Her gidişin bir dönüşü vardır mutlaka. Kavuşacakları günü beklerken zamansız gelen haberle, mevsim dışı kuruyan yaprak gibi kalmıştı bir başına. Yerlerde buldu kendini savrulurken adımların önünde, ardında. Kulaklarında hep onun sesi bir şeyler mırıldanıyordu, dikkatini toplamaya çalıştı neydi anlattıkları diye. Bu bir müzikti ezgileri şu an bile kulaklarında ”gidişim öyle bir gidiş ki hep yanındayım “. Ses yumuşacıktı ve hoşça kal diyordu. Elleri boş gözleri güneşsiz kalakalmıştı. Kanatlarını koparmıştı acı, yanıyordu hem nasıl yanıyordu içi, belki de bu yüzden birden kuruyuvermişti, kaçmak istemişti geldiği yere, geri dönmek için Yaradan’ın huzuruna çıkıp “beni de al, beni de al” demek istemişti. İstemek az kalırdı yalvarıyordu “ beni de beni de”… Katılırcasına ağlamaya başladı, acısı yüreğinin tenha köşelerine bile ulaşmıştı. Ömür kısa, narin, yaşanmalı her nerde nasılsa!
Nuray o kadar güzeldi ki hem yüreği hem kendisi, bahtının da güzel olması gerekirdi, olmadı. Yaşanmışlıkları ve yaşayacakları ve yeni kurmaya başladığı hayatı için verilmiş sözleri vardı. Şimdi ise beyaz bir esvap giyecekti, ilk defa giydiği bir beyaz kıyafet ona yakışmayacaktı, emindi, o bir melek olmalıydı kanatsız. Bir kara yüz gelmiş kapkara elleriyle yüreğini durdurup alıp gitmişti… Diğer kazazedelerin hepsinde kırıklar, sıyrıklar, morluklar varken, ansızın gelen kara yüz tertemiz lekesiz önüne katıp götürmüştü ay yüzlüyü… Annesi hep “ay yüzlüm” derdi, ışıl ışıl bakışları, pırıldayan bir teni vardı. Saçları sarı kumral, güneş ışıklarıyla göz kamaştırıcıydı. Enteresan olan kazadan sadece onun ölmesi hatta hiçbir kaza belirtisi olmadan ölüme yenik düşmesiydi… Bir tek çizik, bir tek morluk bile yoktu, sanki ölmemişte bizleri seyredercesine gülümsüyordu, ne yazık ki tükenmişti nefesi... Kadere karşı eğilmişti narin bedeni. Evet, ağzından düşmeyen ölüm, karşısına bu şekilde çıkmıştı. Belki kendi çağırmıştı ölümü.
Hatırla beni gideceğim yanından
Gidişim öyle bir gidiş ki
Hep yanındayım
Birleşip ayrılan yolun farkındayım…
İlhan İrem’in şarkısındaki bu sözler ölümünden sonra evin her köşesinden (tuvalet aynasında, dolabından, banyo dolabından, telefon defterinden ve çantasından) küçük kâğıtlara yazılmış olarak bulundu. Belki kendi çağırmıştı ölümü. “Gidişim öyle bir gidiş ki”. Bu bitiş öyle bir bitiş ki başka yaşantının da başlangıcı idi aslında, yüzündeki ifade hiç soğuk değildi, sıcacık bir gülümseme vardı. “Bana üzülmeyin, ağlamayın ben mutluyum” der gibi yeni bir kapıdan içeri girmiş el sallıyordu. Sadece ve sadece takıldığı bir tek şey vardı “ah zavallı düşlerim” . Henüz çok erkendi, yapacak o kadar çok şeyi vardı ki hepimiz gibi… Giderken arkasında bıraktığı o hayatının adamı dediği, o canım dediği şimdi ne yapacaktı onsuz, annesi kime diyecekti “ay yüzlüm” diye…
Sevdiğini toprağa verildiği 25 Nisan gününün akşamı, boş evinin yalnızlığına daha fazla katlanamayarak dışarı çıktı ve içgüdüsel olarak beraber gezdikleri okulun içindeki Japon bahçesinde gezinmeye başladı. Sık sık yaptığı gibi… Her çiçekte, her ağaçta, bastığı her yerde ay yüzlüsüne bakarcasına dalıp dalıp gidiyordu sessizliğine. Koyu ağaç gölgelerinde çıkıp gelecek gibi umarsız bir bekleme sarıyordu özlemli yüreğini. Gitmek yakışmamıştı sevdiğine yarımlığı düştükçe kararan esrik yüreğine öfkeler paralanıyordu Japon bahçesinde… Hayallerini düşleyip ellerini sıktıkça kana boyanıyordu avuçları. Nisan yağmurlarıyla uğurladığı gözleri ıslanarak düşüyordu o sevdikleri Japon bahçesine. Bir zamanlar kahkahalarıyla çınlayan seslerin yerine hüzün sessizliği çöküyordu. Gidişin öyle bir gidiş ki! Zaman seni yendi geride kalan beni düşünmeden diyordu.
Genç adam gözlerini sildi, yerinden doğruldu ve bir çiçek koparıp her zaman yaptıkları gibi bahçenin tam ortasında duran havuza yavaşça bıraktı bu nazlı çiçeği, tıpkı sevgilisini uğurlar gibi. Evinin yolunu tuttu, karanlığa kopardı çiçeğiyle kendini. Ay her gece penceresinden baktıkça acısını yüreğine gömdü sustu sustu. Dolunaya şarkılar söyledi hüzünlü yüreğinin sesiyle;
Hatırla beni gideceğim yanından
Gidişim öyle bir gidiş ki
Hep yanındayım
Birleşip ayrılan yolun farkındayım