SİNEM GELİN
SİNEM GELİN
Kaderin cilvesiydi, fidan gibi bir gençken evlendiği kocası şimdi askerden koltuk altı değneği ile hareket edebilen halkın ‘’topal’’ diye çağırdığı birisi olarak gelmişti… Tek eksiklikleri topallık olsaydı keşke. İşin kötüsü köyün en yoksullarından da biriydi.
Sinem gelin, omuz hizasına kadar uzamış örgülü saçları, zayıfça bedenli, güleç yüzlü, renkli gözlü daha yirmisine yeni girmiş mahallenin en güzel gelinlerinden biriydi…
Kocasının askere gidişinin altıncı ayında sarı saçlı, ela gözlü, hokka burunlu, gülünce gözlerinin içi gülen dünyalar güzeli bir kız çocuğu doğurmuştu. Yıllar önce evlenmelerine rağmen bir türlü çocukları olmayan abi kardeş, aynı evin ayrı odalarını paylaşıyorlardı. Evin bir bebeğinin olması en çok da onları sevindirmişti. Yıllardır çektikleri çocuk özlemlerini adını da kendilerinin koydukları ‘’Sevim’’ bebekle gideriyorlardı…
Hasan’ın askerden yarı sakat olarak dönmesi abi Hüseyin’in ve eşi Cemile’nin canını sıksa da ‘’kaderdi’’ yapılacak bir şeyleri yoktu. Şimdiye kadar kendi çocukları olmamıştı ama artık evlerinde bir çocuk vardı. Aralarında herhangi bir küslük, anlaşmazlıkları yoktu. Hatta kardeşinin düğününe yardım etmiş, başlık parasına bile katkıda bulunmuştu… Hüseyin’in bu hali ve Sevim bebek iki aileyi daha da yakınlaştırmıştı.
Sinem gelin evin dış işlerini görüyor, yengesi de ev işlerini çeviriyordu. Neredeyse anne kız gibi geçiniyorlardı şimdilik. Evlerinin elli metre kadar karşısındaki iki gözlü ahırlarının bir gözünde birkaç inek ve buzağıları diğerinde de bir çift öküzleri ve biraz uzağındaki ağılda ise koyunları vardı. Sinem gelin inekleri sağar, buzağılarını da emzirdikten sonra yerine koyardı. Koyunları ve inekleri evin arkasındaki geniş bahçeye salar, süt kovasını alır eve gelirdi…
Eve geldiğinde yengesi Cemile sabah çorbasını pişirmiş, sofrayı ortaya koymuş, bir kenarda Sevim bebekle oyalanırken bulurdu. Annesini gören Sevim bebeğin ağlama sesini duyar duymaz:
‘’Gelin eline sağlık. Dünyanın işini gördün. Elini ayağını yıka da bebeğini emzir’’ demesiyle evde bütün dikkatler Sinem geline ve evin altıntopu Sevim bebeğe çevrilirdi… Sinem gelin bebeğini emzirirken kaderin başına ördüğü yazgıya isyan edecek gibi olsa da ‘’kaderimmiş’’ deyip içini çektiğini bebeğine hissettirmeden onu uyuturdu. Bebeğin beşiğinde uyumasıyla hep birlikte sofraya otururlar sabah kahvaltılarını yaparlardı.
Günler böyle rutin bir şekilde geçerken zaman ilerliyor, ekinleri ekme zamanı da geliyordu. Hüseyin abisi ile Sinem gelin öküzleri koşup ekin ekmeye gittiklerinden evde Sevim bebek yengesi ile kalıyordu. Sevim bebek hafifçe saçlarına ak düşmeye başlamış, karakaşlı, kara gözlü, kilosuna dolgunca kırklı yaşlarına yeni girmiş Cemile hanıma da alışmaya başlamıştı. Yıllardır bir bebeğinin olmaması Cemile hanımı, Sevim bebeğe o kadar özlemle bağlamıştı ki…
Günler böyle gelip geçerken Hüseyin’in bacağının iyileşmesi için çareler de arıyorlardı. Etraftan duydukları tavsiyelere de uyarak abisi kardeşini şehirdeki hastaneye götürmüştü… Doktorların ‘’ameliyat ederiz ama riskli bir iştir. İmza vermeniz gerekir’’ diye söylemesiyle arada kalan abisi kardeşini tekrar eve getirdi. Eve döndüklerinde akşam yemeğinden sonra bu konunun konuşulmasını düşünmekteydi. Hüseyin daha gençliğinin başında, sırım gibi delikanlıyken askerde geçirdiği bir trafik kazası ile sakat kalması onu da her geçen gün umutsuzluğa sevk ediyordu.
‘’Abi böyle yaşamaktansa ya kurtulurum, ya da ölürüm! İkisi de benim için kurtuluştur’’ demesine rağmen Hasan abisi ikircikte kalmış ve eve gelmeye karar vermişti…
Akşam evde yemeklerini yedikten sonra Hasan abileri Sinem geline çocuğu yatırıp gelmesini tembih etti. Sinem gelin:
‘’Tamam abi’’ diyerek öteki odaya bebeğini emzirip uyutmaya gitti. Biraz sonra geldi. Hasan abileri:
‘’Doktor ameliyat ederiz ama daha beter olabilir veya ölüm riski de söz konusudur. İmza vermeniz gerekir dedi’’ deyince Sinem gelin ile Hüseyin göz göze geldiler. Cemile yengeleri bir Hüseyin’e, bir de Sinem gelinin yüzüne baktı:
‘’Adam o ne biçim söz, ağzında yel alsın’’ derken yer döşemesinin üzerine elinin tersiyle iki defa vurdu. Daha fazla kendini tutamayarak hıçkırıklar içinde gözyaşlarına boğuldu. O an kafasının içinden geçen ihtimalleri tahmin etmek çok da zor değildi. Töre vardı ve acımasızdı…
Hasan abileri:
‘’Eskiler; akşamın hayrından, sabahın şerri iyidir derler. Siz de karı koca aranızda bir daha düşünün. Beni ortada bırakmayın. Yarın sabah kararınızı verin. Ona göre ne olacaksa olsun…’’
Hüseyin ve Sinem gelin daha gençliklerinin baharındaydılar. Evin altıntopu, sevinç kaynağı Sevim bebeğin ağlama sesiyle Sinem gelin pratik bir şekilde oturduğu yerden kalktı. Ardından Hüseyin de oturduğu sedirin üzerinden koltuk altı değenin yardımıyla kalktı, odasına geçerken abisi ve yengesine:
‘’Allah rahatlık versin’’ diyebildi… Onların da yüzlerindeki kaygılı ifade gözden kaçmıyordu…
***
O gece Hasan abisi ve karısı gece geç vakte kadar bir türlü uyuyamadılar. Boşa koydular dolmadı, doluya koydular almadı. Bir ara karısı:
‘’Adam bu oğlan tedavi olacak gibi olsaydı askeri hastanede tedavi ederlerdi. El âlemin ağzına bakıp da gencecik yaşta…’’ dedi lafın gerisini getiremeden hıçkırıklara boğuldu. Cemile hanım kaderine mi ağlardı? Gelin geldiğinde daha küçücük bir çocukken yarı kadar elinde büyüyen kayınına mı ağlardı? Onu kendi bile bilemiyordu… Çaresizlik içinde yatakta birbirilerine bile sarılamadan herkes kaldığı şekilde uyuyakalmıştı. Anadolu insanının üzerine güneş doğmazdı. Bu genel kural gibi görünse de erkekler bazen kuralın dışında kalsa da kadınların üzerine kesinlikle güneş doğmazdı, doğmamalıydı. Töre, görgü, görenek böyleydi. Anadan, atadan böyle görmüşlerdi.
İlk horozların ötmesiyle evin kadınları kalkmış yüzlerini yıkayıp ocakta akşamdan kalma külün içinde eşeleyip çıkardığı közle odunları tutuşturmuşlardı. Sinem gelin isten iyice kararmış güğümün içini su ile doldurup ocakta daima duran üçgen bir sac ayak üzerine koydu. Her ikisinin de geceyi ağlamaklı geçirdikleri göz bebeklerindeki kızarıktan ve göz altlarındaki şişlikten anlaşılıyordu. Cemile hanım bir ana sevecenliği ile Sinem gelinin yanına oturdu.
‘’Ah kızım! Aslan gibi bir koca diye geldin, asker eyledin. Geriye yarım bir adam geldi. Biz buna ‘’kader’’ diyelim. Adamların pek böyle şeylere akılları ermez. Onlar elin söyleyeceklerine kulak verir. Gel bu oğlanı bir daha hastaneye gönderme. Bir çaresi olsaydı koskoca askeri doktorlar tedavi etmeden gönderir miydi? Bak bu doktor da daha beter olma veya ölüm riski var demiş. Onun için de imza istemiş. Ben bunu bilir bunu söylerim…’’ deyince sanki bir ana kız gibi birbirilerine sarıldılar. Hıçkırıklara boğularak, ocakta yeni yaktıkları ateşin başında öylece bir müddet kala kaldılar.
Sinem gelin dış kapıyı açtı. Sabah güneşi daha kızıllığını yitirmemiş, doğum sancısı geçirircesine yüzü şekilden şekle giriyorken bir yandan da yeni bir günü müjdeliyordu. Evin avlusunun çaprazında kalan, üstü kapak taşlarla örtülü dikdörtgenimsi kümesin kapısını açtığında tavuklar kendilerine her sabah yem veren Sinem gelinin eteklerinde dolanmaya başladılar. Çil horoz kanat çırpıp yüksekçe bir yere sıçrarken etrafındaki küçük horozlarda can havliyle kaçıştılar. Çil horozun sıçradığı yeden ü üürü üüü diye uzunca ötüşü, uyanamayanlara sabahı müjdeler gibiydi…
Sinem gelin merdivenden içi yarı kadar su dolu süt bakracı eline alıp ahırın yolunu tuttu. Ahır kapısının gıcırdama sesi ile buzağıların sevincinden sağa sola çarpan kuyruk sesleri, ineklerin inlemelerine karıştı. Sinem gelin önce sağacağı ineklerin memelerini bakraçtaki su ile yıkadı. Sonra da bir bezle kuruladı. Annesi de bir Çerkez kızı olan Sinem gelin bu konularda çok titizdi.
Buzağıların yerinde duramaz kıvraklığı, sevinçlerinden kuyruklarını bir o yana bir bu yana sallayarak emmelerine Sinem gelin de iki eliyle ineğin üç memesini saklayarak yardımcı oluyordu. Emdiği memenin sütünün azalması ile başını ineğin memelerini adeta süsercesine vurmaya başlayınca, Sinem gelin ineğin daha fazla canı yanmasın diye gençliğin de verdiği çeviklikle buzağıyı tuttuğu gibi ahırdaki bölmesine yerleştirdi. Daha sonra ineğini sağdı, süt bakracını yüksekçe bir yere astı. Önce koyunları, sonra da inekleri evlerinin arkasındaki bahçeye saldı. Artık bu sabahki dışarı işleri bitmişti… Köy yerinde hayvanları rahat ettirmeden evde huzur içinde olunamazdı. Gönül rahatlığı ile süt bakracını aldı, düşünceli bir şekilde evinin yolunu tuttu.
Anadolu’da genellikle öküzlerin, atların bakımları erkek işiydi. Eşek zaten bakım istemezdi. O garibimi sokağa da salsan ‘’kaderim’’ der bir şekilde karnını doyururdu… Ne bir tımar görürdü, ne de gümüş takım eğeri olurdu.
‘’Sinem gelinin eve gelmesiyle genellikle Sevim bebeğin ağlama sesi aynı anlara rastlardı. Bu bir alışkanlık mıydı, yoksa bebeğin içgüdüsel bir sezişi miydi bilinmez…
Sabah kahvaltısına oturduklarında Hasan abileri:
‘’Gelin, neye karar verdiniz?’’ diye sordu. Önce bir sessizlik oldu daha sonra Hüseyin:
‘’Abi sana daha önce de söyledim. Böyle yaşamaktansa ya kurtulurum, ya da ölürüm! İkisi de benim için kurtuluştur’’ dedi… Cemile hanım:
‘’Hüseyin, o ne biçim söz. Bak küçücük bir çocuğun var. Bir çaresi olsaydı, askeri doktorlar iyi ederdi. Zaman neyi gösterir bilinmez ama şunun şurasında hep birlikte ayakta durmaya çalışıyoruz. Çok şükür ayrımız yok, gayrımız yok’’ demesiyle sofradan şöyle yan dönerek analı kızlı gibi iki kadın birbirine sarılırken hıçkırarak akan gözyaşlarını oyalı yazmalarının kenarlarına siliyorlardı. Abisi eşine ve çevresine karşı sakin bir yapıda olduğu için ‘’Sabah sabah kesin zırıltıyı’’ demedi… Sofrada bir sessizlik hâkim oldu. Ama bir karar verilmedi diye düşünürken Hüseyin:
‘’Abi ben şansımı denemek istiyorum. Kızım büyüdüğünde okulda arkadaşlarının ‘’topalın kızı’’ demelerine dayanamam. Beni hastaneye götür’’ demesiyle herkes boynunu büktü. Ya gider de gelmez se! Ya eskisinden de beter olursa! Kaygıları sardı her yanı…
Hastaneye varışlarının ertesi gününe ameliyat kararı alındı. İmzalar atıldı. Servis önünde kardeşinden güzel haberler vermesini bekleyen doktorlardan biri üzgün bir ifadeyle ameliyathaneden çıktı. Hasan ona bir şeyler soracak oldu ama sanki o an dili tutuldu. O sırada da doktor köşedeki merdivenlerden yukarıya çıkmıştı. İçinden ‘’belki de başka bir hastanın doktorudur’’ diye geçirdi. Daha sonra üç kişilik bir ekip daha çıktığında çömeldiği yeden doğruldu. Daha o bir şey sormadan içlerinden biri:
‘’Hüseyin Çömez’in yakını siz miydiniz? Maalesef hastanız ‘exst’’ kurtaramadık. Başınız sağ olsun’’ deyiverdi. Kardeşinin kara haberine yanan yüreği daha fazla ayakta kalmasına yetmedi. Bayılıp yere yığılırken hasta bakıcılardan biri yere düşmeden kolundan kaptı. Bir sandalyeye oturttular. Tansiyonu ölçüldüğünde ‘’tansiyonu düşmüş’’ dedi hemşire. Bekleme odasına alındı. Biraz sonra ayıldığında sararmış, rengi kaçmış bir bedenin gözlerinden akan yaş, devlet dairesi, hastane gibi yerlere giderken giydiği, pek de yeni sayılmaz gömleğine damlamıştı. Cebinden çıkardığı mendille alnındaki boncukla şan terleri silerken ‘’Ah gardaşım ah! Şimdi ben ne diyeceğim o el kadar sabi bebeğe’’ diye ağlamaya başladı. Etrafındakilerin ‘’vah vah!’’ deyişlerini duymuyordu bile…
***
Binbir zorlukla köyüne getirdiği kardeşini toprağa verme talaşı sarmıştı mahalleliyi. Ev kadınlarla dolmuş, ağıtlar dışarıya taşar olmuştu. Köyün gençleri gösterilen mezarın yerini çoktan hazır etmişlerdi. Cenazenin yıkanıp kaldırılması esnasında evin önündeki çoğu kadınlardan oluşan topluluk ağıtlara, ağlaşıp durmalara sahne olurken; imamın:
‘’Ey Cemaat! Ağlaşmayı bırakın da şu cenazeden bir ibret alın…’’ sözleri biraz sakinliğe yol açsa da Sinem gelinin feryadı yürekleri deliyordu. Helallik alındıktan sonra sala konan Hüseyin’in cenazesi gençlerin omuzunda mezarlığın yolunu tutarken kadınların ağlaşması, feryat figan edişleri birbirine karışmıştı…
***
Birçok insan töre gereği çocuğun babasız, Sinem gelinin de kocasız kalmaması için Hüseyin’in abisi ile evlenmesi gerektiğini düşünmekteydi. Töreydi, mantık, makullük aranmazdı ve bu gayet de normaldi. Cenaze definedildikten sonra evleri gelen gidenlerle doldu taştı bir hafta boyunca…
Kardeşini toprağa vereli daha bir hafta bile olmamıştı. ‘’Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor’’ geceleri doğru dürüst uyuyamıyordu. Rüyasında kardeşi Hüseyin’i görüyor. Ter su içinde uyanıyordu. Karısı eşinin geceleri bu tedirgin edici davranışlarına bir anlam veremiyordu. Gecenin tam da kan uykusunda eşinin:
‘’Hayır! Hayır olamaz!’’ diyerek ağlamaklı bir halde yine ter su içinde yatağından doğrulmasıyla kendisi de uyanan Cemile Hanım:
‘’Hayırdır adam! Bir şeyden mi korktun? Ter su içinde kalmışsın’’ diye telaşla sorarken bir yandan da uyku sersemliği içinde, gecenin karanlığında, el yordamıyla üzerini değiştirmek için kendisine temiz çamaşır arıyordu.
‘’Yok bir şey’’ dedi. Tam yorganı üzerine çekerken...
‘’Adam terli terli yatma. Zaten üzerimizde bir uğursuzluk dolaşıyor. Şu temiz çamaşırları giy’’ dedi. Yarı uykulu bir şekilde eşinin de yardımıyla üzerindeki ıslak iç çamaşırlarını değiştirerek tekrar yatmışlardı...
Bir akşam yemeğinde Hasan:
‘’Gelin, şimdi söyleyeceklerime iyi kulak ver. Sen bizim evimizin gelini, kardeşimin bize yadigarı olan Sevim bebeğin anasısın. Bizlerle bir abi kardeş gibi yaşayıp bebeğini büyütebilirsin. Daha gençsin, münasip biriyle bebeğini bize bırakıp evlenebilirsin. Ben töre falan dinlemem. Birinin bu töreye karşı koyması gerekiyorsa, o da benim’’ dedi. Bu sesleri duyan Cemile hanım çok rahatlamıştı. Yüzündeki tebessümle kocasına baktı. Evden bir cenazeleri çıkmamış olsaydı, töreye meydan okuyan kocasının boynuna sarılacak ‘’aslan kocacığım, sana da bu yakışırdı’’ diyecekti. Ama kendini zorladı, sakinliğini muhafaza etti. Sinem gelin boynunu büktü.
‘’Abi daha acımız çok taze. Ben bebeğimi bırakıp da bir yerlere gitmem’’ diyerek kalktı Hasan abisinin elini öptü. Benim abilerim yok. Sen zaten benim abimdin, abim olarak kalacaksın’’ dedi. Adeta bir an için dertlerini unutmuşlar, geleceği konuşuyorlardı… Sevim bebeğin öteki odadan ağlama sesi duyulunca Sinem gelin kalktı odasına geçti. Sevim bebeği emzirirken ‘’bak güzelim bu dünyada benim her şeyim sensin’’ diye içinden geçirirken gözyaşlarını tutamıyor, hem de bebeğine daha sıkı sarılıyordu…
Karıkoca baş başa kaldıkları odada biraz daha oturduktan sonra onlar da odalarına geçtiler. Cemile hanım kocasının söylediği sözlerin şokunu halen üzerinden atamamış. Rüyada mı? Uyanık mı olduğunu anlamak için neredeyse kendini mıncıklayacaktı…
Salih KOÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.