- 434 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
795 - HAREKET
Onur BİLGE
Hava çok sıcak ve bunaltıcıydı. Fakat bu gece Berat Kandili olduğu için neredeyse hepimiz oruçluyduk. Virane’de, her zamankinden çok daha fazla ruhani bir hava vardı. Biz hadislerle ayetlerle uğraşırken Neslihan Hanım incelme derdine düşmüştü. Kabak çiçeği gibi sonradan açılmak böyle bir şey olsa gerekirdi. Rahmetlisinin arkasından aylarca evden çıkmayan kadın, eve girmez olmuştu. Zincirden boşanmış gibiydi. Yürüyüşlerden sonra yanımıza geliyor, günün haberlerini veriyordu. Işıl ona “Ayaklı Gazete” adını koymuştu. “Yapma Allah aşkına! Bir mümine lakap takmak hoş bir şey değil! Kul hakkı diye bir şey var! Allahtan kork!” dedim ama aldırmıyor. Başka sıfatlar da yakıştırıyor. Bahtiyar Bey’den sonra ona da takmış galiba. O zaten Define’ye kim yaklaştıysa, ona düşman oluyor.
“Bir aydır her gün beş kilometre yürüyorum. Ayaklarımı tekrar geri aldım. Kaslarım mı erimiş, ne olmuş, bacaklarım sanki bana ait değildi. Giyeceklerime sığamaz olmuştum. Epey inceldim. Fark ediliyor, değil mi?” diye sordu. Ellerini beline koymuş, karnını çekebildiği kadar içeriye çekmiş, arzı endam ediyor, övgü bekliyordu. Bahtiyar Bey de masamızdaydı. O da şöyle bir süzdü onu ve:
“Ben de spora başladım. Haftada beş gün yüzüyorum. Spor yapıyorum ve saunaya gidiyorum. Bir ayda fark etmez mi! Edecek tabi ki! Ben sizi en son on beş gün kadar önce görmüştüm. Fark edilecek kadar kadar incelmişsiniz.” dedi. O da teklifsizce masaya otururken:
“Teşekkür ederim Bahtiyar Bey! Sizin de spora başlamanız çok iyi olmuş. Sürekli oturuyoruz. Bedeni hareketsiz bırakmak, kendimize yaptığımız en büyük kötülüklerden biri... Az daha sağlığımı kaybedecektim.”
“Evet kesinlikle öyle! Az daha tıknefes olacaktım! Nefes almam düzene girdi. Göbek yok oldu. Şimdi çok daha iyiyim.”
“Haliyle fazla kilolar diyaframı sıkıştırır. Konuşmanızdan bile anlaşılıyordu. Kalbiniz de rahatlamıştır.”
“Evet! Ben de işyerinde hep oturuyordum. Karın bölgesinde yağlanmadan rahatsız oldum. Aslında boyum uzun. Aldığım kiloları bir nebze kaldırır ama belli bir yaştan sonra fazlalıklardan kurtulmak zorlaşır. Demir tavında güzel çağında...”
Neslihan Hanım’ın değişmesini, hayata dönmesini en çok Define istemişti. Onun bu hale gelmesinde emeği çoktur. Ancak son zamanlarda güzel görünme konusundaki çabaları haddinden fazla mı geldi dedeye, ne oldu bilmem, sohbet esnasında onun usulca ağzını aramaya karar vermiş olmalı ki konu evlilikten açılınca ona döndü ve soruyu patlattı:
“Neslihan Hanım kızım, sen ne düşünüyorsun evlilik konusunda? Hani uygun biri çıkarsa karşına...”
“Yok Ağabey, yok! Allah korusun! Ağzından yel alsın! Benim keyfime diyecek yok! İstediğim zaman yatıyorum, istediğim zaman kalkıyorum. Dilediğimde dışarıya çıkıyorum. Rahatça arkadaşlarıma, komşularıma gidiyorum. Huzur içinde yaşıyorum. Özgürlüğün ne kadar değerli olduğunu yeni yeni anlamaya başladım, inanır mısın? Meğer ben esirmişim! Esaret bitince de, kendimi yıllarca mahkûm ve mahrum ettiğimi fark ettim. Meğer özgürlük ne güzel bir nimetmiş de haberim yokmuş! Allah senden, yerden göğe kadar razı olsun! Beni kabuğumdan çıkardın! Aynaya bile bakmayı unutmuştum ben! Hakkını nasıl öderim, bilmiyorum!”
“Ağır Mübarek gün! Hakkım varsa helal olsun! Sözü mü olur! Ancak yalnızlık bir ömür sürmez ki! Tabii ki özgürlük gibisi yoktur da... Çocukların evlenecek yarın tek başına kalacaksın. O zaman biraz geç olmaz mı?”
“Sanırım yine de istemem! Yalnız başıma yaşarım.”
“O kadar kesin konuşma! Büyük lokma yut, büyük laf söyleme!”
“Evlenmek istemiyorum. Çünkü bana karışılmasını çok istemiyorum.”
“Bana kalırsa iyi düşünmen lazım! Neden karışsın sana, düzgün bir adam olursa!”
“Dünya iyisi bir adamla evlendim, bak başıma gelenlere! Çok mutluyduk ama hastaymış. Nerden bilebilirdim! Söylemedi ki! Saklamış. “Neden sakladın hastalığını benden?” diye sordum “Söyleseydim benimle evlenmek istemezdin ki!” diye cevapladı. Onunla zevklerimiz aşağı yukarı aynıydı ama bakalım bu defa öyle birisi çıkacak mı karşıma ve biz bu yaştan sonra uyum yapabilecek miyiz! O zamanlar ikimiz de gençtik. Üzüm üzüme baka baka kararır misali birbirimize göre şekillendik. Zevklerimiz onunla neredeyse aynı olduğu ve hemen hemen her konuda anlaşabildiğimiz halde, haberlerine ve maçlarına dayanamıyordum! Bir de hesap verme meselesi var. Şimdi yan başına dön başına... Allah’tan başka bana hesap soracak kimse yok! “Nereye gittin?” diyen yok “Nerde kaldın?” diyen yok! Elimdeki ilmeği boynuma mı takayım! Aman kalsın!”
“Karşılıklı saygı sevgi olursa aranızda aman aman bir problem çıkmaz. Kimse kimsenin zevklerine müdahale etmezse mesele kalmaz. Nikâh altında olmak gerekir. Allah evlenmemizi istiyor. “Kadınları neden nikâhlamıyorsunuz?” diyor. O zaman o kadar dul yetim kalmış savaşlardan. Kadınlar çocuklar perişan, aç, muhtaç...”
“O zamanlar çok savaş varmış. Erkekler harplerde ölüyorlarmış. Dediğin gibi kadınlar çocuklar dökülmüş kalmış... Eşim gibi biri çıkmaz ki zaten karşıma. O bana anlayış gösteriyordu. Bir de hasta olduğundan halsizdi ve çoğu zaman uyuyordu. O zamanlarda ben de radyo dinliyordum, elişleri yapıyordum. Gezmeme tozmama da karışmazdı, Allah için ama yine de ben onu bırakıp keyfimce sağa sola gitmez “Ne olur ne olmaz! Adama bir şey olursa vicdan azabı çekerim!” diye başından ayrılmazdım. Can sıkıntısından elişleri yapardım. Bazen yakınırdı onlardan. “Ne olacak sanki bunlar? Neden bunlara bu kadar önem veriyorsun? Gözlerine yazık!” diyordu. Her an kendisiyle ilgilenmemi istiyordu. Bu da bir süre sonra sıkıcı oluyor, işkenceye dönüyor.”
“Bu zamana kadar sana: “Oturarak başarıya ulaşanlar sadece tavuklardır.” demiştim. Çok şükür ki gökyüzünde güneş olduğunu fark ettin! Şimdi artık başka bir pencereden bakma zamanı... Bence henüz gençken, dinçken başının çaresine bakmalı, kendince bir düzen kurmalısın. Farkındasın ya da değilsin ama bu zamana kadar yalnız fedakârlık yapmış, mutluluk oyunu oynamışsın. Birazcık da kendin için bir şeyler yapmalısın.”
“Bir hastayla yaşamak nasıldır, bilir misin Ağabey! Penceresiz boş bir duvarı seyretmek gibi bir şeydir. Belki daha da beter... Penceresiz, kasvetli bir odada yaşamak mı desem ne desem... Hep birilerine bağlı yaşamaya mahkûm etmişim kendimi. Birileri de birilerine bağlı... Zincirse, En Büyük Güç ve İrade Sahibi’nin elinde… Bunun böyle olduğunu bile bile, birilerinden bir şeyler beklemiş durmuşum. Hiçbir şey değişmemiş yine de.”
“Hemen hemen herkes için durum aynı... Hayat sadece senin için öyle değil ki! Dünyaya getirilenler, imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Herkesin hayatı farklı ama kimse dört dörtlük mutluluk içinde değil. O duvarı aşmanın bir yolu vardı. O yolu buldun. Şimdi de hayatını bir düzene sokma zamanı... O yolu da bulursun istesen. Bekleyen değil beklenen olmayı başarabilirsen...”
“Kader rüzgârı hangi taraftan eserse, nereye sürüklerse... Bakalım günler nelere gebe... Yaşayacağız, göreceğiz, ömrümüz varsa.”
“Kendini hoş tutmaya bak! Her insan kendisini bir şeylerden dolayı mükâfatlandırmalı bence. Sen de bu teklifimi yabana atma! Ben her zaman senin iyiliğini istedim. Çünkü sen benim dostumsun.”
“Aynı duygular içindeyiz. Ben de seni en yakın dostum olarak kabul ediyorum. Öyle yoğun bir mücadeleden çıktım ki bahsettiğin konu henüz bana çok uzak... Belki ilerde... Belki öyle biri çıkar ki karşıma, ağzım dilim bağlanır! Ne diyeyim? Nasip!”
“Ben de çok sıkıntılı bir hayat yaşadım ama kapıp koyuvermedim kendimi. Sen de vazgeçme, hayatına dahil olacak güzelliklerden. Bu evlilik olur, kendini geliştirme olur, iş hayatına geçiş olur. Dünya her an hareket halinde... Her şey hareket halinde... Hareketsiz görülen cansız nesnelerde bile bir hareket var. Elektronlar hareket halinde...”
“Bu gece bir arkadaşta toplanacağız. Zannedersem sabaha kadar ibadet edeceğiz. Şimdi eve gideceğim. Doğru duşa... Üstümü değiştirdiğim gibi o arkadaşın evine... Akşam yemeğini hep beraber yiyeceğiz. Bana da durmak yok. Hayatımda çok şey bitti ama bu benim için her şey bitti demek değil.”
“İbadet edeceksiniz. Af dileyeceksiniz Allah’tan ve bir şeyler isteyeceksiniz. Acaba Neslihan Hanım kızım ne isteyecek geleceğe dair?”
“Kendim, eşim ve evlatlarım başta olmak üzere cümlemiz için af, sağlık ve iki cihanda da mutluluk... Başka ne istenir ki!”
“Bunlara ilaveten yalnızlık dileyeceksin, öyle mi?”
“İnsanlardan aldım alacaklarımı. Onun için yalnızlık istiyorum, en azından bir süre... Çünkü insanlar, beklentileriyle boğuyor ve istekleriyle üzüyorlar beni. Herkes herkesten bir şeyler bekliyor. Medet umuyor. En iyisi herkesle mesafeyi korumak...”
“Boş ver insanları sen! Önce kendin dimdik olmaya bak ki insanlar senin etrafında olsunlar.”
“Aralarında hep öyle oldum. Ne borç istedim, ne yardım... Neredeyse tamamı asalak takımı... Etrafımda ve beklemekteler ama hep benden bir şeyler beklemekteler. İşlerine yardım, para, vakit... Tahammülümü zorlamakta olanlar da yok değil hani.”
“Sen, vermek istediğin kadar vereceksin. Yardım da bir yere kadar. Her zaman ve aynı kişiye değil. Elinin erdiğince, gücünün yettiğince... Yeri gelince...”
“Dahasına dahasına talip oluyorlar. Bunları kullanmak lazım aslında. Fakat ben alışmamışım ki kimseyi kullanmaya. Hep fedakârlık eden olmuşum. Onun için korkuyorum ya tekrar tongaya basmaktan!”
“Ben de öğrenemedim kimseyi kullanmayı! Hep kullanılan oldum. Onun için de hep zarar ettim dünyalıktan yana. Hep benden gitti. Hep veren oldum, alan değil... Ancak karşılık beklemedim hiçbir şey için. Teşekkür bile... Yaptıklarım, önceleri insanlık gereğiydi, sonra da Allah rızası için oldu. Karşılığının tamamını O’ndan bekliyorum.”
Biz de Berat Gecesi için hazırlandık. Birlikte iftar ettik ve geç vakte kadar ibadetle meşgul olduk. Sonra huzur içinde dağıldık.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 795
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.