- 582 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Yine
Doğu Anadolu kasabalarında kızları ilkokuldan sonra pek okutmazlardı. Hele de yetişkin kızların, okul formaları içinde de olsa öyle cümle ahalinin önünde bayrak taşıması pek görülecek şey değildi. Allahtan babam çok ileri görüşlü bir adamdı ve diğer kız babalarının aksine baştan sona yıldızlı pekiyilerle dolu karnemi, bir gurur belgesi olarak ceketinin iç cebinde taşırdı. Diğer yandan bu durum benim okulumda başarısız olma şansımı yok ediyordu. Uzun sözün kısası sırtıma yüklenen onca sorumluluğuma rağmen, derslerimde başarısız olma gibi bir lüksüm söz konusu değildi. Bu gün düşünüyorum da iyi ki öyleymiş şartlarım. Yoksa şimdi bu satırları yazmak yerine, orta yaşlı bir adamın bilmem kaç çocuğunun anası, bir ev hanımı olacaktım. Okumaya dair hayallerim de bir bohçaya tıkılıp el yapması çeyiz sandığımda küflenecekti.
Çocuklar, ah o çocuklar, ne de heyecanlıydılar gıcırdayan tahta merdivenlerden üçer beşer zıplayarak inerken! Her defasında , onları öyle gördükçe adeta yüreğim ağzıma gelirdi. Ben sekiz kardeşin en büyüğü olduğumdan, bir abla gibi değil de, sanki bir anne yüreğiyle titrerdim, hepsini o şamata içinde görünce. Yıllar geçmesine rağmen üzerimdeki o devasa sorumluluk duygusunun kaynağı, sanırım binlerce “abla anneden” biri olduğumdanmış. Geceleri kalkıp kardeşlerim nefes alıyorlar mı, ya da birine bir şey oldu mu diye az telaş etmemiştim. Uzun kış gecelerinde lapa lapa yağan kar, çatılarımızın üzerini beyaz bir yorgan gibi örterken, ben de kardeşlerimin üzerinden kayan yorganları örterdim aynı şefkat ve masumiyetle. Sobamız sönmesin diye iki kürek kömür atar, gece lambasının ışığında en vefalı dostlarımla, yani kitaplarımla buluşurdum böylesi gecelerde. Ve köşe başında narin bir mırıltı ile akan sokak çeşmesinden dinlerdim meşguliyetlerinden dolayı annemin sesinden dinleyemediğim ninnileri.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.