DARAĞACI
Donuk bir kadın yüzüyüm. Simsiyah saçlı, ilk kez yüzü kireç taşı gibi. Donuk ve soğuk. Öyle ki o malum taşı hatırlatıyor insana. Kadın bana bakıyor, ben kadına. Donuk ve soğuk kadının bakışında üflenmiş çok mum var. Alacalı bir düşüş yok artık başının üstünden çenesinin uçlarına. Göz kapakları sedefli değil, dudakları Fransız öpücüğünü andırmıyor. Siyah bir zülüf, göz kapakları 500 yıllık ağaç gibi, dudakları mor, mosmor. Ölü soğuğunu andırıyor çehresi. Yani andırıyorum, aynadaki kadın, ben. 90 küsur falanım. Asırlar geçmiş benden de ben asırlardan geçememiş gibiyim. Derin sohbetler ediyorum dost masalarında. Bir kahkaha atıyorum bir uzun soluklu, donuk ve soğuk kadın oluyorum. Kendimi anlatırken bile sıfat bulamıyorum. Zweig’den beridir de betimlemelerden hoşlanmıyor gibi yapıyorum. Kafam karışık diyorum, benim biraz kafam gidik. Biraz başkalaşınca sohbetler hemen deli saçması ilan ederler, bilirsiniz. Sanki cümlelerimin sabıka kaydını çıkarıyor gibiler. Bir iz, bir kanıt bulsalar asarlar darağacında sözlerimi. Gençmiş, iki dudak arasıymış, sanrıymış demezler, demediler daha önce. Sallandırdılar cümleleri, nefesi kesilen insandı, geriye kalan kalabalıklar arasında gömlekli düşünceler. Her şey öldürülür de peki ya düşünceler?