- 278 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SONSUZLUK AĞACINA ÇIKAYIM DİYENLER KAVAĞA ÇIKTILAR(!)
“Derken, şeytan ona şöyle diyerek vesvese verdi: "Ey Âdem! Sana, sonsuzluk ağacıyla eskimez, çökmez mülk ve saltanatı göstereyim mi? “TAHA/120
“Nihayet, ikisi de ondan yediler. Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı. ”TAHA/121
İnsan öyle bir varlık ki, sonsuz yaşama isteği en çok varmak istediği bir hedeftir. Bu hedefi yakalamak için asli yaratılış fıtratını da bozguna uğrattığını idrak edememektedir. İnsanın bu isteklerini yaşıyor olması veya ona yaklaşması, dönüşü çok güç olan çıkmaz bir yola girmektir. Âdem ve Havva (as)’in kendileri için taksim edilen ve bir sorumluluğu olmayan mutlu ve huzurlu bir ortamdan kovulmalarının sebebi, orada sonsuz kalma ve ebedi mülk sahibi olma isteği olduğuna şahit olmaktayız. Bu durum Ademoğlu’nun hepsinde var olan bir gendir. Bu genin istekleri yaşama egemen olduğu zaman, insanın doğru bir yörüngede yaşadığını iddia etmesi inandırıcı olamaz.
Sonsuzluk ağacı ile eskimeyen çökmeyen sürekli kalıcı bir mülkün sahibi olma isteği, aslında müstağnileşmenin en açık tanımıdır. Âdem yaratıldığı zaman, Rabbimiz onu topraktan yarattıktan sonra kendi ruhundan üfleyince, böyle bir güzelliği ve yaratmayı yaptığı için tüm meleklere ve İblise, bu yüceliğimden dolayı bana secde edin ve onun varlığını kabullenin demişti. Buradaki secde yaratılan Ademe değil, Yaratıcının şanına yüceliğine ve böyle bir yaratma yapmasından dolayı onun doğrudan kendisinedir. Yoksa Allah kendi yarattığına neden başka yarattıklarını secdeye zorlasın bu doğrudan kendisine şirk koşulmasını istemek olur ki, bu da Allah’a iftira olur. Ancak buradaki istek Allah’ın yüceliğini kabullenerek onun neleri yaratmaya muktedir olduğunu onlara göstermekti. Bu yücelik karşısında tüm melekler Allah’ın önünde secdeye kapanırken, İblis ’in nankörlük yaparak Âdem üzerinden bahaneler ileri sürüp doğrudan Allah’a asi olduğunu görmekteyiz. Bu başkaldırı şeytani bir gelenek haline gelerek, Ademoğlu’nun varlık sahnesindeki yolunun en tehlikeli virajı olarak hep devam etmiştir. Bu virajı geçemeyen her bir Âdemoğlu büyük kazaları göze alarak son sürat gaza basmayı marifet bilerek, süreklilik arzusunu ortaya çıkarmış ve haddi aşarak müstağniler arasına girmiştir.
İlk kovulmanın temel nedeni, Ademin içindeki sonsuz yaşama ve ebedi mülke sahip olma arzusuysa, sonraki süreçte de durum aynı olmuş ve bütün bir Ademoğlu’nun yaşamını kuşatır olmuştur.
Allah dışında bütün bir kâinatta sınırsız ve sonu olmayan yaşam özelliği olan hiçbir varlık yoktur. Bunun içindir ki, insan bunu idrak etmediği veya unuttuğu zaman yapacağı yanlışlar ve hataların sayısını saymakta zorluk çeker. Yaratılmış olanların mutlak sonu da vardır, bu sonlu yaşamda, kâinatın sonsuz varlığı gibi hareket etmek Allah’ın hudutlarını çiğnemek demektir. Hudutları gözetmeyenlerin en belirgin özelliği haddi aşmak ve sınırsız bir istek bataklığına doğru gitmek olur. Bu bataklıklar yeryüzü nimetlerinin alanıyla sınırlı bir bataklıktır. Oysa bu bataklığa doğru çekilen insan, burayı çok değerli, sonsuz mutluluk ve huzur adası olarak oraya gitmektedir.
İnsan, kendi yaratılış hamurunun ne olduğunun anlaşılması için tefekkürü yaşamının en önemli dinamosu haline getirmelidir. Tefekkürden yoksun, idrak melekeleri çalışmayan bir bünye her zaman sınır tanımaz ve sonsuz yaşama isteğine aday bir varlık olup çıkar. Bu isteğin oluşması ve frenlenmesi, aslında insanın imtihan edilmesindeki en büyük özelliği de ortaya çıkarmaktadır. İmtihanlar hep bu özelliğin çok baskın ve kontrol edilmesi güç bir yapı olmasından dolayı kaybedilmektedir.
Nimetlerle donatılan ve tüm imkanlara sahip olduğunuz bir ortamdan neden insan bir anda kovulur. Bilmediğimiz birçok nedeni olabilir, ancak benim idrak ettiğim en önemli faktör, bu imkanların kaybolma korkusu ve bunları kaybetmeden onların hepsinin kontrolünü kendimde toplamalıyım anlayış ve isteğidir. Aslında bu istek, ebedileşme hastalığının da ortaya çıktığı anlardır. Âdem ve Havva’nın içinde oluşan bu ebedi yaşama ve mülke sonsuz sahip olma isteği, onların yaşamının altını üstüne getirdi ve ellerinde olan en güzel nimetlerin de ellerinden gitmesine neden oldular. Sınırlı olan bir varlığın iç dünyasında oluşan sınırsız yaşam isteği ve mülkün tek sahibi olarak, mülkü tasarrufuna alma çabası, yaratıcının koyduğu düzeni bozma çabasıdır. Bu çabalar, Âdem ve Havva ile başlangıç yaptı, Ademoğlu olarak ondan türeyenlerin dünyasında çok ciddi bir maraz olarak kaldı ve yaşama egemen oldu. Oysa Rabbimiz Âdem oğlunu uyarmıştı, “Ey Ben-i Âdem iblis sizin atanızı saptırdığı gibi, sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…”Uyarısı bütün bir boyutuyla dikkate alınmadığı için insanlık kendi cehennemini imar etme yarışında sonsuz yaşama kuleleri kurmaktalar bu dünyada…
Yaratılmış olan varlık insan, yaratıcının kendisine faydalanması için sunduğu nimetlerin tamamına sahip olarak, kendi cinslerine veya kendisi gibi yaşam hakkı olan diğer canlılara yaşam hakkı tanımadan hep benim olmalı diye debelendiği dünyanın içinde sadece ifsat kaynağı olur. Çünkü yaratılmış olan diğer varlıkların yaşam hakkını gözetmeden, hep sahip olma hırsının doyumsuz bir mendeburu haline gelen bu varlık düzeni bozmaktan başka bir fiile sahip olamaz. Demek ki, insanın yeryüzünü fesada götürmesinin temelindeki en belirgin etken, sonsuz yaşama ve sınırsız mülkiyete sahip olma hırsıymış. Bu hırsın farkına varılıp insan yaratılmış olduğu alana çekilmezse, bu istek Cennetten Ademi çıkardığı gibi bizi de yaşadığımız bu ortamdan yere batıracaktır.
Allah’ın bizim için çeşitli nimetlerle donattığı bu gezegenin içindekilerle tatmin olmadan, sürekli daha fazlasına sahip olmak ve tüm evreni kendi kontrolüne alarak hükümran olma hırsı taşıyanların geleceği akıbeti bize anlatmaktadır. İblis sakın sizin de başınıza bir bela getirmesin…”Ne yazık ki başımıza getirdiği belaların altında inim inim inleyen zavallı bir insanlık var.
Her ne kadar Allah kendi ruhundan bize üflemiş olsa da bu bizim bir yaratılan olduğumuzu unutturmamalı. Yaratılan olduğumuzu unuttuğumuz anda dünyanın dengesini bozma yarışına gireriz. Geçmişte yaşamış Karun bunun en güzel örneklerinden biridir. “Karun’a şımarma,Rabbin’nin sana verdiği ile sen de insanların hakkını gözet, Allah fesat çıkaranları sevmez dediklerinde, hayır ben fesat çıkarmıyor, aksine düzeltiyorum, insanlara arada bir veriyorum, âmâ ben bunları kendi bilgi beceri ve imkanlarımla elde ettim diyerek tüm ihtişamı ve debdebesiyle insanlar arasına çıktığında sonsuz bir güç sahibi gibi kendisini biliyor ve etrafındakiler de ona öyle bakıyordu. Ancak Allah, onun o haddi aşmasından dolayı azap onu yakaladığında ne kendisine yardım edebildi ne de yardım edilenlerden oldu, köşkünü ve kendisini yerin dibine geçirdi. İşte bu örnek haddi aşarak tek malik ve mülkün denetiminin kendisinde olduğunu iddia edecek kadar müstağnileşenlerin gelebileceği en yüksek mertebe(!) ancak bu kadar olabilir.
Demek ki, yeryüzündeki tüm olumsuzlukların temelinde, insanın bulunduğu ortamda sürekli ve sınırsız yaşama isteğinin olduğu muhakkak. Dünya ve içindekiler sadece yaşamın huzurlu ve mutlu olması, yaratıcıya kulluk yapmak ve sorunları hafifletmek için bir araç olarak bilinse yeryüzünde fesat oluşmaz. Aç insanlar olmaz, zulüm gözyaşı ölüm saldırı savaşlar cinayetler hırsızlıklar vuku bulmaz ve yaşamın amacı daha net anlaşılır. Ancak insan, hesabını görecek başka bir gücün mutlak mahkemede hesap soracağına inanmadığı ve tüm hesapların sahibinin kendisinin olduğunu gördüğü sürece, yaşamı olumsuzluklar ve sınırları aşındırmakla geçeceği muhakkaktır. Sınır aşındıranlar sınırsız olamazlar, sınırları koyan ve bir düzen belirleyen Allah mutlak güç ve kuvvet sahibi olduğu için, onun belirlediği düzende sınırlar hep aynı evrenin kuralları ve işleyişi değişmiyor çünkü o kendisine muhalif bir eylem içinde olmaz. Onun yasasında asla bir değişim bulamazsınız çelişki de barındırmaz. Ancak yaratılmış olan ama kendisini bir yaratıcı sanan zavallı insanın hayatı çelişkiler üzere devam etmektedir. Bu kadar çelişkili yaşamı ortaya koyan insan olsa olsa hesabı dürülecek başı ve sonu belli bir damla sudur. Bir damla suyun kendisini sel baskınları yapacak kuşatıcı bir su gibi yaşaması ne kadar da basit ve sıradan bir yaşamdır. Ey insan kendine dön ve kendini tanı, kendini tanımazsan seni tanıtacak kitabının önüne geleceği günlerin çok yakın olduğunu bilesin…
Allah yerin ve göklerin tek sahibi öncesi sonrası olmayan hesap görenlerin en hızlı olanıdır. Böyle bir yaratıcının efendinin mülkünde köle bile olamayacak düzeyde özelliklerimiz olmasına rağmen, bizi yücelterek Halifelik mevkiine çıkaran Allah’a karşı asi olmakta hiç mi utanç duymuyoruz. Bize, yiyiniz içiniz israf etmeyiniz, benim mülkümde malik sizmişsiniz gibi davranmayın, yaratan benim ama yarattıklarımı yeryüzünde planlayıcı ve dağıtıcı olarak sizi görevlendirdim. Sizin göreviniz yığdıkça yığmak değil, benim kullarımı benim yarattığım nimetlerle buluşturacaksınız. Onlar da ihtiyaçları kadar alsınlar, diğerlerini de başka ihtiyaç sahiplerine bıraksınlar. Böyle olursa yaşadığınız evrende size asla huzursuzluk mutsuzluk gibi belalar gelmez. Açlık gibi hastalıklar size uğramaz. Herkes birbirini örter cennetteki yaprakların Âdem ve Havva’yı örtmesi gibi, böyle değil de İblisin torunlarının size verdiği vesveseyle dünyaya egemen olmak ve sonsuz kalma isteklerinizle dünyada cirit atarsanız bu dünyanın dışında kendinize başka bir mekân aramak zorunda kalabilirsiniz.
Ey İnsan sen bir yaratılansın, yaratıcı gibi davranmaktan hiç mi utanmıyorsun, Bu çirkefliğin girdabından çıkmazsan hayatın daha da çirkefleşecek, bak son istasyona varmadan önce son çıkıştasın…İdrak et ve kendine gel Allah’ın mülkünde tüm kulların haklarını hakkıyla dağıt…Karun’a inen sana da gelmeden evvel…
Selam saygı Muhabbet ve dualarımla, rabbim bizi idrak eden ve isteklerini katındaki değerlerle daim eylediğin kullardan eyle…Biz bir kuluz sen ise Allah biz senin indireceğin her hayra muhtacız bizi zalimler güruhundan uzak eyle…
Erol KEKEÇ/07.05.2021/15.48
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.