- 417 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
ÖMER'İN KIRMIZI TÜYLÜ HOROZU
“27 Mayıs olayının üzerinden kaç bahar geçti, bilir misiniz? Nereden bileceksin hocam... Sen o zamanlar daha çok küçüktün." Dedi, sıvasız taş duvara sırtını yaslayan yaşlı adam. Alıç ağacından bastonuyla yerde anlamsız çizgiler çizerek anlatmaya başladı.
...
Mercimekkale karakolunda görevli iki jandarma, Şehitlik tepesinden görününce orta yaşlı adamlar ve gençlerin tümü köyün içinde kayboldular. Şehitlik tepesinin doğu tarafı köye kuşbakışı bakar. Köyün ilk girişi, her taraftan rahatça görünen nahır yoludur. Kuzey rüzgarı estiği günlerde dik bayırın boz toprağı, tozu dumanı köyün üzerine savrulur. Tepenin düzlüğünde iki top meşe ağacı, büyük ağacın altında da bir mezar var. Mustafa’nın büyük oğlu rahmetli Nusret orada yatıyor.
Köyün girişinden itibaren dar sokaklar hayvan pislikleri, çöp yığınları, toz, başıboş dolaşan köpekler ve sineklerle doludur. Bu köyde ne çok sinek vardır. Evlerin önüne dökülen peynir suları, ayran ve çökelek artıklarına çöküşen sinek bulutları bir inip, bir kalkıyor. Yokuşun dibindeki ilk evin sefalet ve pisliği etrafa yayılmıştı. Çöp dolu bir tümsek birkaç evin ortasında pis kokuyordu. Açlıktan bir deri bir kemik kalmış kara tüylü sahipsiz bir köpek, çöplükte bulduğu kemiği iki ön patisinin arasında kemiriyordu.
Köyün ilk girişinde nahır alanından küçük dönemeçli bir yokuşla çıkılır. İlk evin hemen alt tarafında üç tarafı açık gübrelik ve çöplük var. Eşelenen tavukların etrafında Ömer’in kırmızı ibikli horozu gururla dolanıyordu. Ala tüylü horoz, biraz sonra başına geleceklerden habersiz karşıdan gelenlerin farkında olmadan uzun uzun öttü. Çöplüğün öte yanında çeperden örülü kuzu ağılında birkaç topal koyun yeşil otlardan nasipleniyorlardı.
Çocuklar meraklı gözlerle damların üzerinden jandarmaları gözetlerken, gençler ve orta yaşlı adamlar köyün içinde kısa sürede yok olmuşlardı. Kim niye korkuyor bilinmez, hatta kim ne suç işlemiş sorulmaz, ama adettendir, köye gelen jandarmadan kaçarlar.
Köyün ilk girişinde yabancıları karşılayan Şerif’in zağarı Gümüş, jandarmaları da karşılamıştı. İncecik sesiyle aralıksız havlayarak gerisin geri kaçarken, diğer köpekleri de uyandırmış oldu. Bir anda evlerin önünden, duvar diplerinden, evlerin arkalarından köpek havlamaları yükseldi. Hüseyin’in Belan’ı damın üzerine çıkmış habire ürüyordu.
Gülizar’ın büyük gelini Zinet yazlık dış tandırı yakmış, yeni tutuşan tezekler aralarından koyu bir duman kıvrılarak, Hacıların damı üzerinden köye yayılmıştı. Başka tandırlar da yakılmıştı, tezek kokusu duman kokusuna karışmıştı. Koyu bir duman Şehitlik tepesine doğru yükseliyordu.
Evlerin alacakaranlığına çökelek, ayran kokusu ve sinek vızıltıları sarmıştı.
Muhtar Şehmuz’un dul annesi Gülşe kadın anadilinden başka dil bilmezdi. Gülşe kadın köpeklerin ürümeleri üzerine dış tandır evinden hızlı adımlarla çıktı. Kuzu ağılının çeperlerinden tutundu, karşıdan gelenlere baktı. Gözlerini birkaç kez kırpıp burnunu çekti, leçeğinin ucuyla gözlerinin nemini sildi. Esmer yüzü kırış kırıştı. Başındaki soluk leçeği çözülmüş, yamalı hırkasının önü açılmıştı. Endişeli ve nemli gözlerle rampayı çıkan jandarmalara baktı.
Jandarmalar kuşluk vakti köye girdiler. Meraklı bakışlar altında muhtar Şehmuz’un evine vardılar. Orta yaşlı bir kadın kendi diliyle onları içeri buyur etti. Kadın Türkçe konuşmasını bilmiyordu. O yıllarda Handris’te askere gidenlerin dışında kadınlar ve çocuklar Türkçe konuşmasını bilmezlerdi. Askerde öğrenenler de çok bozuk bir şive ile ancak konuşabiliyorlardı. Değirmenci Azet askerliği boyunca Türkçe konuşmayı öğrenememişti. 1980’li yıllara kadar Handris’in köylerinde okul yapılmadığı için çocuklar da anadillerinden başka dil bilmezlerdi.
Handris’te yıllarca jandarmalar kimsenin gözünün yaşına bakmadan görevini yaptılar, aldıkları emirleri aynen uyguladılar. Arama adı altında girdikleri evleri darma dağın ettiler. Jandarma korkusu, tahsildarların vergi toplama baskıları bellerini kırmıştı.
Köyün çocukları muhtar Şehmuz’un evinin önündeki çöplükte toplanmışlardı. Konuşan olmadı, meraklı gözlerle evin kapısına ve penceresine bakıyorlardı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra muhtarın dul annesi Gülşe kadın bir elinde ağaç saplı bir satır, -ağaç sapın yarısı yanmıştı- diğer elinde kanatlarından yakaladığı küçük oğlu Ömer’in kırmızı tüylü horozunu yere yatırdı, kör satırla boynunu kesmeye çalıştı. Bıçak kesmiyordu, horoz çırpınıyordu, çocuklar bakıyordu. Zor bela kesilen kafası kadının elinde kalmıştı, tüylerinden kan damlıyordu. Horoz can çekişiyordu, kadın ayağını gevşetince başsız gövde hop zıplayıp hop durdu, çöplüğün içinde çırpınarak tozu dumana katarak can verdi. Çocuklar bağrışarak başsız horozun çevresinde toplandılar.
Gülşe kadın el çabukluğuyla jandarmaların yemeğini hazırladı.
Handris’in köylerine gelen jandarmalar yemeklerini yemeden önce kimseyle muhatap olmazlar, geliş sebeplerini söylemezlerdi. Köylü korkudan soru sormaz, muhtarın sorularını da umursamaz tavırlarla geçiştirirlerdi.
Köyün birkaç yaşlısı Muhtar Şehmuz’un misafir odasında toplandılar, meraklı gözlerle jandarmalara baktılar. Jandarmalar oralı olmadı, kendi aralarında ne konuştukları belli etmeden sessizce gülüşüyorlardı. Yaşlılar da kendi aralarında sessizce Kürtçe konuştular.
Büyük bakır siniyi muhtarın kardeşi Ömer getirdi, odanın orta yerine koydu. Mutfak tarafından önce tandırdan yeni çıkmış lavaş ekmeyi, kaşıkları dizdi. Arkasından kızartılmış horoz etini ve suyuyla pişirilmiş bulgur pilavını getrdi, siniye yerleştirdi. Oda tereyağı koktu. Ayranları unutmamıştı, geri çekilerek kapının arkasında ellerini önünde birleştirerek hizmette bekledi.
Muhtar Şehmuz:
“Komutanım de buyurun, yemekler soğumasın.” Diyerek jandarmaları sofraya davet etti. İki jandarma horozun birer budunu aldılar, kaşıkla pilava daldılar. Kimse sofraya davet edilmedi, muhtarı da. Muhtar Şehmuz onlara bakmakla yetindi, yaşlıların iştahı kabardı yutkundular, jandarmalara ve sofraya hayranlıkla baktılar. Ömer ayakta bekliyordu, sofradaki kızarmış et kırmızı tüylü horozunun etiydi. Ömer bilse bile ne yapabilir ki! Etleri ve pilavı lavaş ekmekle yediler, üzerine yayık ayranını içtiler, hiçbir şey demeden sofradan çekildiler.
Ömer sofrayı kaldırdı, horozdan kalan kemik artıklarını köpeğin önüne attı.
Bilinen tek şey herkesin yüreğinde gizli bir korku saklıydı. Hiç kimse neden korktuğunu açıklamıyordu. Handris’te büyük küçük, çoluk çocuk fark etmez; her yürek korkuların, endişelerin izlerini taşır.
Karanlık gecede bütün köy erkenden uyumuştu. Düşmanlıkların, kinlerin, sevdaların, korkuların, kaygıların ve yiğitliklerin üstüne kalın bir uyku yorganı örtülmüştü. Jandarmalar o gece kalın yün döşeklerde uyudular. Sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra dışarıda güne karşı eski iki tahta sandalyeye oturmuşlardı.
Sarı yüzlü olanı, çanta evrakından bir zarf çıkardı, muhtar ve yaşlı bir kaç kişi meraklı gözlerle soluk renkli zarfa baktılar. Jandarma umursamadan listede yazılı askerlik yoklaması gelmiş gençlerin isimlerini okudu. Koyun çobanı Menan’ın askerlik yoklaması da gelmişti, Muhtar Şehmuz’un kardeşi Ömer’in de...
"Listede adları yazılı olanlar ilk yoklama için bizimle karakola gelecekler. Oradan, askerlik şubesine götüreceğiz. Bu bir emirdir."
Başka söz söylemdiler.
08 Mayıs 2021
Mehmet AKIN
YORUMLAR
kutlarım hocam olan kırmızı ibikli horoza olmuş..gül diyarından selamlar
Mehmet Burhan AKIN
Biz de; al duvaklı lalelerin süslediği Muş Ovasından turnaların avazıyla selamlarımızı iletiriz, tüm dostlarımıza...
Saygılarımla Efendim.
Mehmet Burhan AKIN
Biz de; al duvaklı lalelerin süslediği Muş Ovasından turnaların avazıyla selamlarımızı iletiriz, tüm dostlarımıza...
Saygılarımla Efendim.
Mehmet Burhan AKIN
Biz de; al duvaklı lalelerin süslediği Muş Ovasından turnaların avazıyla selamlarımızı iletiriz, tüm dostlarımıza...
Saygılarımla Efendim.
-IspartaGülü-
Yaşananlar tam da hayatın içinden, ortasından. Kim bilir o geçmişten gelen, yılların ne güzellikleri ile birlikte bir dolu acıları da var... Küçük yerlerde yaşananların mutlaka toplum ve insan hayatıyla çok büyük ilintisi var... Kutlarım yürekten Mehmet Burhan Hocam...
Mehmet Burhan AKIN
Doğru bir tespit... geçmişten kalma sıkıntılar birikince toplum üzerinde etkisi de çok büyük olur tabi ki. Aklı selim ile hareket edenler durumdan bi haber gibi davranarak hayatlarını yönlendirmesini bildiler, fevri davrananların yaptıkları bellidir kaç senedir, gitmedi bir türlü karabulutlar yörenin üzerinden. Güzel günlerin geleceğini ümitle bekliyoruz.
Sağduyunuz için teşekkürler değerli üstadım.
Saygılarımla Efendim.
Sayın Hocam
Anlamlı tasvirlerle, yöresel söylemlerle süslenmiş
çok güzel bir yazıydı.
Bazen görevliler işlerin kolay yürütülmesi için,
kendilerine verilen yetkileri kendi egolarını tatmin için
kullanabiliyorlar. Doğrudur korkarlar jandarmadan.
Hele şu kesilen horoz anlatımı.
Sanki yanımda horoz kesilmiş gibi etkilendim.
Ben de size babamdan dinlediğim bir jandarma hikayesi anlatayım.
Yazınızda olduğu gibi iki jandarma bir köye gidiyorlar.
Acıkınca yemeleri için onlara iki tayin ekmek verilmiş.
Köy girişinde:
"Nasıl olsa Muhtar bize tavuk keser" düşüncesiyle tayinlerini
bir bükün dibine atmışlar.
Olacak bu ya, muhtar "açmısıniz?" diye sormamış.
Onlarda utanmışlar açız demeye.
Geri dönüşte tek umutları bük dibine attıkları tayinde
"İnşallah tayinlerimiz duruyordur" umudundalar.
Bir şey olmadığını görünce çok sevinmişler:
" Darıldınız mı biraz evvelki sözümüze.
Yağlı gibi görünüyorsunuz şimdi gözümüze."
İştahla yemişler katıksız tayini tabii.
Selam ve Saygıyla Hocam...
Mehmet Burhan AKIN
Kalem işte...
Söz konusu doğa, insan ve toplum olunca kalem haddini biliyor sanırım, saygısızlık yapmadan gördüklerini, bildiklerini, duyduklarını makul bir şekilde ifade etmeye çalışıyor.
Yorumunuz çok değerli oldu;
Saygılarımla Efendim.