- 511 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
ANITKABİR
Öğretmenliğimin ilk yılları… Bir elimde harita, bir elimde yardımcı kaynaklar…. Öğrencilerime bir şeyler öğretmek için adeta çırpınıyorum… Hepsi gözlerimin içine bakıyor, hepsi istekli…
“Anlıyor musunuz?” diye soruyorum arada bir. Anlattıklarımı bir kaç kez özetleyip pekiştiriyorum. Hep bir ağızdan;
“Evettttttt” diye cevap veriyorlar “Anladık öğretmenim. Anladık… Evetttttt! Evetttttt…”
Mutluyum, keyfime diyecek yok. Sınav öncesi sözlü yoklama yapıyorum. Sınavda soracağım soruların benzerlerini soruyorum amacım bilmedikleri bir konu kalmasın.
8. Sınıflara giriyorum. Mustafa Kemal, Ankara’yı neden milli mücadelenin merkezi seçmiştir, sorusunu yöneltiyorum. Bir ders önce anlattığım bir konu. Tüm sınıfa defalarca tekrar ettiriyorum. Bir kez daha sorumu tekrar ediyorum. Tüm parmaklar havada uçuşuyor, bahtiyarım… Bir öğrencim ötekilerden farklı neredeyse kanat takıp uçacak, parmağı gözüme girdi girecek…
Söyle evladım diyorum onun o heyecanına ortak olarak. Mustafa Kemal neden Ankara’yı milli mücadelenin merkezi seçmiştir? Heyecan dorukta zaferlerime bir zafer daha eklemek üzereyim. “Öğretmenim”
“Evet, söyle delikanlı; Mustafa Kemal, Ankara’yı neden milli mücadelenin merkezi seçmiştir?”
Ve zafer arzum bir anda hezimete dönüşüyor…
“Öğretmenim Anıtkabir Ankara’da olduğu için...”
“!!!!!!!!!!”
İşte öğretmen olmak böyle bir şey. Aylarca çalışıp çabalıyorsunuz ve sonuç bazen böyle hezimetle sonuçlanabiliyor.
Hiç bir vakit ağzınızdan çıkmayan bir ifadeyi öğrenciler kendi hayal süzgeçlerinden geçirip sizin karşınıza koyabiliyorlar. Ve ben ders işlerken yıllar önce verilen o cevabı unutmayarak dersimi daha dikkatli işliyorum.
“En azından Ankara’nın merkezi konumunu veya batı cephesine yakın oluşunu söyleseydi iyiydi.” diye hayıflanıyorum, aradan bunca yıl geçtikten sonra bile…
Hakan Gezik/ Tarih Öğretmeni