- 331 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ne Yakın Ne Uzak
[ikiyanayasla
Bugünlerde bir günümüz diğerine hiç uymuyor. Mübarek ayda yeterince su içebilmek için geceleri uykudan feragat etmemiz zaruret halini alıyor. Yoksa gündüz akşama kadar marmara çırası gibi yanarız da buna itfaiye bile bir çare olmaz. Bazı günler sabahtan yaptığım uzaktan eğitim dersleri esnasında insan için uykusuzluğun açlık ve susuzluktan belki daha öncelikli bir ihtiyaç olduğunu acı tecrübeyle idrak ettiğimi düşünüyorum. O zaman evde sahuru iki saat kadar öne alıyorum. Onu da çocuklar istemiyor. Böylece orta bir yol arayışı içinde bir de bakmışız üç hafta su gibi akıp geçivermiş.
Çiftçilik belgesi veya bir tarla tapusu ile dışarı çıkma kısıtlamasından muaf olunduğunu öğrendiğimden beri her hafta sonu köyüme gitmeyi niyetlenip sonradan vaz geçmiştim. Bir şeyler üretene devlet tarafından teşvik edilmesini çok takdir ediyorum. Köyümde bağım. bahçem vardır hamdolsun.
Nihayet geçen hafta sonu"Ya Allah Bismillah" deyip saat 8 gibi bazılarının "demir at" dedikleri motosiklete atlayıp yola koyuldum. Sanki ülkeyi bir hanedan yönetiyordu ve ben o hanedanın imtiyazlı bir mensubu olarak herkes evlerinden çıkamazken yollarda rüzgar gibi ilerliyordum. Üstelik bahar gelmiş, ovalar yeşil bir deniz gibi gözün alabildiğine uzanıp gidiyordu. İçinde bulunduğum anı hayatımda bir dönüm noktası gibi unutmayacaktım.
Motor tutkum elli yaşıma yaklaşırken yani biraz geç başlamıştı. Neden onca yılı motordan uzak kalarak geçirmiştim? Aklıma geldikçe kendime kızıyordum. Her şeyde bir hayır olduğuna inananları hiç anlamıyorum. Belki bunda bir hayırlı taraf vardır, ama ne olduğunu nereden bilecektik?
Genellikle gittiğim biraz daha kestirme yoldan değil, Bu defa ana yoldan gitmiştim. Bu yol tıpkı "L" harfi gibiydi. Bir kere dönülen kavşağı dışında ok işareti gibi düz gitmek dikkat dağıtıcı bir hal olabilirdi. Neyse ki yirmi dakika sonra hiç bir problemle karşılaşmadan sağ salim köyün girişindeydim.
Çocukluğumun hatıraları içinde sabah erken kalkmak ve bitmeyen tarla işleri vardı. Anne babamız ne derlerse yapardık ki bu benim için hep övünç vesilesi oldu. Böyle bir yerde vakit geçirmek zordur. Ancak durmadan çalışmanız halinde canın sıkılmaz. Önce mezarlığa uğradım. Bizim aileden benim bildiğim beş kişi ebediyete intikal etmiş, burada yatıyorlar.Allah rahmet etsin. Bir müddet dua ettim. Ve aklıma bir şairimizin şu dizeleri geldi :" Ölüm bize ne uzak ne yakın bize ölüm! Ölümsüzlüğü tattık ne yapsın bize ölüm." Kalanların ise maalesef buradakilerden pek farkları kalmamış benim için. Belki çoğunu kalbime gömmekten başka çare görünmüyordur. İnsan kalbi de mezarlık olabiliyormuş. Görünen sadece menfaatçilik, ilgisizlik ve sevgisizlikti. Köyde yaşarken böyle değildik. Bilakis bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş haldeydik.
On yıl kadar önce bir ustaya aile mezarlığı olacak şekilde bir düzenleme yaptırmıştım. İyi görünüyordu. Ömrüm hep gurbette geçti lakin anladım ki bir insanın ölmüşlerinin kabirleri bile onu memleketine bağlıyordu. Başka uzak bir yere gitmek ve yerleşmek düşüncesi bile içimde soğuk bir rüzgar olup esiyordu.
Ezberlemiş gibi bir sonraki uğrak yerim köyün merkezinde en işlek bakkal dükkanı sahibi değerli arkadaşım Abdullah’ın mekanı oldu. Bu mevsimde onu bulamazdım. Telefonla aradım. Bağda olduğunu söyledi. İlk okul arkadaşımdı. Bağ budamayı o öğretmişti bana. Hal hatır faslı derken bir süre sohbet ettikten sonra "seni işinden gücünden alıkoymayayım" deyip kapattım.
Son olarak köyün batı tarafında ve aşağısında bir dönümlük bahçeli evleri içinde yaşayıp giden ablamla eniştemi ziyaret ettim. Beni görünce sevindiler. Ablamın kiloları çok fazlaydı. Dizilerinden ameliyat olması gerektiğini söyleyen doktorlara "Ameliyattan sonra iyileşme in veya daha beter olma ihtimalim nedir?" diye sormuş. Her şey olabilirmiş. Bu durumda doktorlara itimat edemediği için Allah’a tevekkül edeceğini söylemişti. Salgından dolayı ablamın elini öpmekten halas edilmeme seviniyordum. Onların bu yerleri şehirde olsa paha biçilmezdi. Uzun süre kalmamak koşuluyla eşim de çok severdi burayı. Bahçede üzüm asmaları, kiraz, ceviz, armut, ayva gibi envai meyve ağaçları bulunuyordu. Fakat hepsi meyve verecek büyüklüğe ulaşmamışlardı. Hayvan olarak kedi ve yirmi kadar tavuk, birkaç keçi besliyorlardı. Salgın döneminde böyle doğal akışı içinde köyde yaşayanların hayatına her zamankinden daha çok imreniyorduk. Fakat bir kere tercihimizi şehirde yaşamaktan yana koymuştuk. Bizim çocuklar üç dört yıl öncesine kadar şehirli olmaktan mağrur, hindi gibi kabararak köyden nefret ettiklerini söylerlerdi. Şimdi ise benden köye yeni bir ev yapmamı istiyorlar. Cevap olarak şimdilik "nasipse bir çaresine bakarız" deyip geçiştirebiliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.