- 334 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
HANEDANLARA CANIMIZ HEBA MALIMIZ FEDA (!)
Bir devlet hanedanın özel mülkiyeti gibi yönetilirse, devlet olmaktan çıkar ve hanedanın tapulu malı haline gelir. İslam ülkeleri olarak bilinen toprakların nasıl yönetildiğini merak edenler varsa bu anlatımın tam da kapsamına girerler. Krala iletelim bu sorun çözülür deniyorsa ülke bir kralın malı gibi algılanır. Şayet bir devlette sadece yönetim koltuğunda olanlar bir sorunun hallolmasının tek yetkilisi ise orada kurallar değil, şahısların yönetimi egemendir. Şahıslara mal edilmiş bir devlette insanların doğumla ölüm arasındaki yaşamları ipotek altına alınır.
Oysa devlet bir kurallar ve hiyerarşik yapılanma örneğidir. Herhangi bir şahısla alakalı değil sorunların hallolması, meşru ve kurallar çerçevesi içindeyse adama gerek yok doğrudan çözülmesi gerekir. Ancak böyle ülkelerde sorunlar çözülmek ve sulh ile tatlıya bağlanmak için, devlet kurumları tarafından el atılmaz. Hanedanın büyüklüğünün kanıtlanması için sorunlar ona kadar ulaşmak zorundadır. Çünkü çözüm ve sorunlar sadece onun kanalından çözülebilir anlayışını yaygınlaştırmak için böylesi bir düzenek kurulur.
Devlet, özel mülkiyetin yönetimi gibi yönetilmeye başlamışsa, orada insanlık yararına ve geleceğin huzuru için beklentiler küçülmek zorundadır. Çünkü hanedan kendi malını istediğine savurur, istediğine kısar, dilerse hazinesinin anahtarlarını haramilere teslim eder, ancak kimse ona hesap sorma hakkına ve cesaretine sahip olamaz. Adamın özel mülkiyetini nasıl kullandığını sormakla böyle bir bilgi almak arasında hiçbir fark gözetilmez.(!) Onun içindir ki Hanedandan geri bildirim alınmak istendiği zaman, siz kim oluyorsunuz da benim ne yaptığımı soruyorsunuz, size hesap vermek zorunda mıyım, haddinizi bilin şeklinde aşırı refleks geliştirildiğine şahit olabilirsiniz. Hanedan devletin başkaları tarafından ortak kullanımının olacağını asla düşünmez ve orasının kendisine babasından kalan bir miras ve kendisinin de sonrakilere bırakacağı bir miras olduğunu gözünü kırpmadan ifade eder.
Padişahlık sisteminin insanlığı itibarsızlaştırıp, kapı kulu haline getirdiği anlayış çağdaş kabul edilen İslam toplumlarındaki tüm devletlerin devlet yapılanmasında rahatlıkla görülebilir. Hanedan mensupları Devletin imkanlarını istedikleri gibi kullanabiliyor ve o kullanımlarından dolayı herhangi bir yere hesap vermek zorunda değillerse, hesap sormak için düşünce geliştirenlerin bile hesabı görülüyorsa, devletin Hanedanın özel mülkiyeti olmadığını kim söyleyebilir. Tapunun kimde olduğu değil, kimin nasıl ve muhayyer bir şekilde kullandığı önemlidir. Tapusu ben de olsa da arazim başkaları tarafından kullanılıyor, istediği ürün ekiliyor ve üzerine binalar konduruluyor ancak zorda kalındığında bana müracaat ederek benim arazimle ilgili bazı hesabı olanların yanlış işler yaptığını söyleyerek arazime sahip çıkmamı benden isteyenler şimdi bana iltifat mı ediyorlar, yoksa zararı yine benim sırtıma vurarak daha rahat arazimi kullanma mı peşindeler? Buradaki ince noktayı anlamayan toplumlar, ülkelerinin tapusu kendilerinde olsa da kim tarafından nasıl ve ne amaçla kullanıldığına iyi baksınlar, ondan sonra o toprakların gerçekte kim için olduğunu anlasınlar. Tapusu bizde ama kullanım hakkı başkalarında olan devletler, tamamıyla özel mülkiyet anlayışıyla yönetilir. Onun içindir ki, bir kişinin birçok alanda görevli olduğuna ve oraya uğramadan çok ciddi maaşlar aldığına şahit olursunuz, oysa o işleri daha güzel ve daha verimli yapacak liyakatli insanlar olsa da devletin, Milletin ortak mülkiyeti olduğuna inanılmadığı için hep Hanedana hizmet edecekler bu görevlere getirilerek, onlara imkanlar oluk oluk akıtılır, diğer yandan da her şey sizin için yapılmaktadır, cümleleri kullanılarak insanlar ciddi bir duygusal körlük karanlığına taşınarak akıllarını o karanlıklara bırakarak daha rahat yaşamanın yollarını aramaya çıkarlar.
İslam ülkeleri, üçüncü dünya ve Latin Amerika ülkelerinde durum hep böyle devam eder. Ondan dolayıdır ki, Hanedanların mal varlıkları tüm halkın mal varlığından daha fazladır. Onlar rahat yaşar onlardan arta kalırsa, halkın önüne atılır,afedersiniz köpeğe atılan ekmek parçaları gibi…Hanedan yönettiği halkın sadece bir yük ve onları sırtında taşıdığına inandığından, onların yaşamlarıyla ilgili ciddi bir iyileştirme sürecine girilmesini hiç düşünmez. Telef olmaları böyle düşünmekten daha iyidir, onun açısından…Telef olmanın maliyeti sırtta taşımaktan daha az çıkar çünkü,o zaman da özel mülkiyetten bir şeyler boşa gidiyormuş gibi düşünülür dolayısıyla rahatsızlık baş gösterir. Hanedan bu rahatsızlıkları kaldıramayacağı için az dağıtıp çok israf ederek kendi itibarını göğün yedinci katına çıkarmayı hedefler. Bu anlayış aslında onun zihninde bir ölümsüzlük algısını da beraberinde getirir. Yani anlayacağımız Hanedanlıkların olduğu ve ülkelerin, yöneticilerin özel mülkiyeti gibi görüldüğü yerlerde ezilenlerin kim ve kaç kişi olduğu hiç önemli değil, kimlerin ne kadar ve ne zamana kadar doyurulması gerektiği çok önemlidir. Yukarıda belirtiğim coğrafyalardaki ülkelerin istisnası olmaksızın hepsinin böyle bir çıldırmışlık psikolojisine göre yönetildikleri bir gerçektir.
Bunları söylerken bu ülkelerin çok iyi olduğunu göremeyerek hep olumsuzluklarını söyleyen bir yanım varmış gibi algılanmasın…Olumsuzlukların tahlilini yaparken nereden kaynaklandıklarını araştırdığımız da yönetenlerin travmatik ruh hallerinin böyle bir sonuca toplumlarını götürdüğünü göreceksiniz. Devlette çalışan bir yöneticinin neden devlet kurumlarında birden fazla görevi olur dersiniz. Fırsat eşitliğinin ve hukukun olduğu yerde böyle bir uygulamanın olması mümkün olabilir mi, ülkelerinde işsizlik almış başını gitmiş ve liyakatli insanlar psikolojik bunalımlar yaşarken bir kişinin sürekli korunup kollanması mümkün olabilir mi? Elbette imkansızdır.Devlet Özel mülkiyet gibi düşünülmezse, Hanedan kendisine yakın gördüklerini her kurumun yöneteni ya da üyesi olarak atayıp onlara milyonlarca paraları aktararak onları beslemeyi düşünmez. Bilir ki, Devlet yönetimi belli bir periyotta kendisine emanet edilmiştir. Bu emaneti en güzel şekilde yıpratmadan ama geliştirerek sonraki haleflerine teslim etmek onun görevidir. Durum böyle algılandığında özel mülkiyet gibi devlet yönetilmez ve liyakat esas alınır ve insanlara adil davranmak birinci ve öncelikli eylem haline gelir.
2021 yılını yarıladığımız şu günlerde dünyaya doğru bir pencereden baktığımızda bu acınası zillet hallerinin ne hikmetse İslam olduğunu söyleyen ülkelerde görülmesi hakikaten içler acısı…Oysa bu toplumların daha şeffaf ve adil yönetilmesi gerekirken, karanlık ortamlarda avcılık yapmak hanedanların birinci tercihi, karanlıkta yakalanan avların da yine orada pay edildiğine şahit olmaktayız. Bunlar aydınlık ortamlardan pek hoşlanmazlar, aydınlanmak ve durulmak için ortamın havasını değiştirmek isteyenler çıkarsa, ortalığı toz duman deryasına gark ederek onları da nefes alamaz duruma getirebilirler. Onun içindir ki kimse ortamın aydınlanması için mücadele etmeyi göze alamaz, sonrasında da bu karanlıkların önceki karanlıklardan daha az karanlık olduğunu anlatmaya başlayanlarla ortalık dolup taşar. Sana da o karanlıkları dayatmaya çalışırlar, sen kalkıp kardeşim ben karanlıklarda yaşamak istemiyorum, aydınlık bir ortamda ömür tüketmek hedefim dersen, şap diye suratına gelen karabulutla nefesin daralır. Demek ki önceki karanlıkları istiyorsun, hayır ben aydınlıkta yaşamak istiyorum diye diretirsen, herkesin karanlıktan hoşlandığı bir ortamda aykırı bir ses aydınlık istiyorsa mutlaka bunun dışarıda bağlantıları vardır veyahut da karanlıklara sızmaya çalışan bir piyon olabilir damgasıyla yine karartılırsın. Yani anlayacağınız herkes kararmak zorunda, yoksa tehlike oluşturur ve hanedanların hanedanlıkları sona erebilir.
Bir devlet, Hanedanın özel mülkiyeti gibi, israfta sınır tanımaz bir hastalıktan arındırılmadığı sürece itibarını kaybederken, Hanedanların harcayarak elde ettikleri itibar, devleti itibarsızlaştırabilir. Buradan şunu rahatlıkla söylemek mümkündür. İslam ülkesi olarak bilinen ülkelerin devletlerinin itibarı hanedanlarının itibarına feda edildiği için, hanedanları dünyanın ilk 100 zengini arasına girerken, devletler ise sondan sıfır noktasında zurnanın son deliğine denk gelmekteler. Bunun tek sebebi ise yönetenlerinin, devleti özel mülkiyetleri gibi görüp har vurup harman savurmalarındandır. Hanedanlar harman savururken halkları da gözlerine kaçan samanın tozlarından gözlerini açıp kendilerine gelemediklerinden hanedanların kapılarında kapı kolu olmanın ötesine geçememiş bir mal hükmündedirler. Devletin özel mülkiyet, halkın da canlı bir mal olarak algılandığı Yerlerde, halkın ezilmesi ve sürekli aşağılanarak o kaleden bu kaleye top gibi yuvarlanması tercihli bir kader haline gelir. Şükür(!) bizim ülkemizde bu saydıklarımıza hiç şahit olmuyoruz en azından demokrasiyle yönetiliyoruz(!)
Sahiden nasıl bir devlet yönetiminde yaşamak istersiniz, her ne kadar tercih hakkınız olsa da hanedanlıktan asla taviz vermeyiniz(!)
Selam ve muhabbetle, muhabbetli ortamlara aydınlık zeminlerde buluşmak ümidiyle sağlık sıhhat ve afiyet dileklerimi iletiyorum…
Erol KEKEÇ/06.05.2021/16.58
YORUMLAR
anlamlı güzel bir yazı olmuş kaleme sağlık. Demokrasinin D si kaldı Cumhuriyetin C si Adaletin A sı. İslamiyetin İ si. Yaralı vicdanlar şaşkın. pişkinler halinden memnun alışkanlıklarına devam. Vatandaş nereden tutsa elinde kalıyor. El mahkum yüzde doksan susup ya sabır diyor. yüzde onda daha yok mu daha yok mu. Çok yaşa Padişahım
Demokrasi: ''Ben yaptım oldu ''söylemi ile bağdaşmaz.Bir kişi nereye kadar yetebilir ki?..Atadıklarını denetleyemeyenler patlayan damarlardaki kanın önüne geçemezler.Seçilenlere değer vermek ve seçenlere de kulak vermek lazım.Yoksa seçenler tuttukları kulağı bırakıp başka kulak ararlar..Vekil asilin gölgesidir.Asil olmaz ise ne ışık kalır ne de gölge..Adalet mülkün temelidir.Saygıyla..
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!