- 456 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
789 – ÜÇ AYLAR
Onur BİLGE
Ahmet çayları getirdi. Hepimize dağıttı. Dede çay almadı. Börekten bir parça kesti, kurabiyeden de bir tane aldı, getirilen yiyecek paketinden yırttığı bir parça kâğıdın arasına koydu. Kalanlar paylaşıldı. Mahir:
“Dede, oruçlu musun?” diye sordu. Define laf karıştırdı. Cevap vermek istemedi. Galiba ibadetine başkalarını ortak etmek istemiyordu. Biliyoruz ki ibadet yalnız ve ancak Allah içindir! Farzları gizlemeye gerek yoksa da nafilelerde gizlilik esastır. Sorusuna cevap alamayınca yine kendisi devam etti:
“Memleketteyken, üç aylar bu kadar sıcak günlere gelmezdi. Ben de annemle babamla beraber Recep ve Şaban aylarında da oruç tutardım. Öğleden sonra vakit geçmek bilmezdi. Kendimi dışarıya atardım. Elimde otuz üçlük tespih, yürüyüşe çıkardım. Dönüşte bir akrabama veya bir arkadaşıma uğrar, oruç açmak için bir lokma bir şey yerdim veya su içerdim. O zaman ona da otuz ya da altmış oruç bırakmış olurdum. Recep ayında bir günlük oruç otuz, şaban ayında altmış gün sayılıyormuş ve oruçluya oruç atırana da tutanın sevabının aynısı yazılıyormuş. Bu şekilde onların da faydalanmalarını sağlamış olurdum. Yemeğe kalmazdım. Evde yemeyi tercih ederdim. Küçükken daha mı dindardım bilmem ki ne olmuş bana! Kızdım kendime şimdi! Boksör adamım bir de! Allah bu kadar güç kuvvet, sağlık sıhhat vermiş... Yazıklar olsun bana!..”
“Bu sözlerinle, göstermelik oruç tutanlardan çok sevap kazanmışsındır İnşallah! Geç değil! Bu gece sahura kalkarsın, arkası gelir. Miraç yakın! Nasılsa Kandil öncesi, günü ve sonrası üç gün tutuyorsunuz.”
O öyle hayıflanınca ben de özendim. Diğer arkadaşlar da heveslendiler. Hep beraber oruç tutmaya niyetlendik. Bu arada Define, onun önünde yiyip içmek istemediğimizi fark edince:
“Allah aşkına çekinmeyin! Yiyin için! Ben etkilenmem öyle şeylerden!” dedi.
“O zaman hakkını helal et dede!” dedi Mahir. O da helal etti ve meşhur sandalyesinden kalktı, yününü biraz dışa çevirerek oturdu. Rahat olmamızı istiyordu.
Epeydir pipo yoktu elinde. Biz de kalp rahatsızlığı nedeniyle tütünü azalttığını zannediyorduk. Meğer o başından beri oruçluymuş da haberimiz yokmuş. Neslihan Hanım:
“Necmettin Ağabey! O zaman o ayırdıklarınla aç orucunu bu akşam da bize de yazılsın otuz gün oruç sevabı!” dedi, gülümseyerek. Dede:
“Onun için ayırdım zaten. Akşama kadar sizin ve benim namıma zikrederler İnşallah!” dedi. Işıl:
“Onlar da mı zikredecek dede? Onlar cansız değil mi!” diye sordu. Cevabı Kur’an’dan geldi:
“Canlı cansız her şey Allah’ı zikreder! Siz onların zikirlerini anlayamazsınız.”
“Aferin Mahir! Acaba sence nasıl zikrederler?”
“Dede, bence yaratılanların her biri: “Allah’tanım!” diye zikrediyordur. Çünkü ben etrafa baktığımda, gözüme ilişen her şey bana: “Minallah!” diyor gibi geliyor. Canlı cansız gördüğüm her şey bana Allah’ı hatırlatıyor. “Sübhanallah! ya da “Allahuekber!” diyorum. Doğrusunu Allah bilir dede!”
“Evet Mahir! Tebrik ederim seni! Zikrin hakikâtine ermişsin! Bence de hal diliyle öyle diyorlar. Tabii ki doğrusunu Allah bilir.” Işıl:
“Bu aylarda yapılan diğer ibadetlerin ve iyi işlerin de karşılığı kat be kat verilirmiş. Babaannem olarak bildiğim kadın öyle söylerdi. Bana da din konusunda bildiklerimin çoğunu o öğretmişti. Ben de onu andığımda “Allah ondan razı olsun!” diyorum.”
“İyilere yakın olanlar, iyilere ve iyiliklere meyledenler, iyilerden olurlar. Bunun aksi de geçerlidir. Onun için ne olursa olsun iyilerle ve iyiliklerde olun! İbadet ve iyilikte yarışın!”
“Allah dilemedikçe biz dileyemeyiz. Bizden birisi bir şey istediyse, onu bize Allah göndermiştir. Onun için geri çevirmememiz lazım. Az sadaka çok bela savar! Cebimizde paramız yoksa, bir çift tatlı sözümüz, bir tebessümümüz de mi yok! Öyle değil mi dede?”
“Evet, oğlum! İyilerden olmak o kadar güzel ve o kadar kolay!”
“Buraya geldim mi eve gitmek istemiyorum Necmettin Ağabey! Bu senin çocukların var ya beni buraya bağlıyorlar. Virane her zaman cıvıl cıvıl... Bunlar ne kadar güzel insanlar! Nasıl topladın sen bunların hepsini buraya?”
“Allah verdi onları bana. O gönderdi. Allah’ın verdiği her şeyde güzellik var. O çok güzel çünkü. Evet, sıcak bir yuvamız var. Yazın biraz dağınık, güzün daha çok ve daha samimi oluruz. Hem artık daha da artacağa benzeriz. Azalmayalım İnşallah! Gelinler gelecek, damatlar gelecek, torunlar falan... Bazılarının okulları bitti. İş hayatına atıldılar. Buradakiler de sırada... Ufukta güzellikler var. Mutluluklar olsun İnşallah!”
“Sizi tanımak, sizinle komşuluk etmek ne güzel! Bursa’da sizin varlığınızdan habersiz olan kişiler ne kadar şanssızlar! Biz ne kadar şanslıyız! Burada öyle güçlü bir birlik beraberlik var ki hayran olmamak imkânsız! Güzelliğiniz de burada zaten! Çünkü her şey eşle dostla güzel! Burada arzu edilen her şey var ve her şey bir arada yapılmakta... Konuşma, tartışma, yeme içme, öğretme öğrenme, paylaşma yardımlaşma... İyilikten ve güzellikten yana akla ne gelirse burada mevcut! Onun için bir kere takılan ayrılamaz oluyor! Ayrılanın da gönlü burada kalıyor.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 789
YORUMLAR
Çünkü her şey eşle dostla güzel.
Yukarıdaki metindeki hayatı, sohbeti özler olduk. Bi hastalık çıktı. Ortalığı darmadağın etti. Sadece maddi bedenlerimiz değil, muhabbetle beslediğimiz kalplerimizde bu kötü durumdan payına düşeni aldı. Gitgide birbirimizden uzaklaştık. Kalblerimizle birlikte.
Sımsıcacık bir sohbet havasını teneffüs ettirdi bana öykünüz. İçerinde manevi atmosferin yoğrulduğu güzel bir öykü okudum sayfanızda sayın Hoca m. Tebrik, takdir ve saygılarımla. Sağlıcakla kalınız vesselam...