- 842 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
DEPREM MUCİZESİ (ANI)
Bu günkü tarihten tam 29 yıl önceydi. Erzincan’dayız, Yıl 1992 Mart ayı, Kış kışlığını yapıyor, özellikle Şubat ve mart aylarında; meteoroloji uzmanlarının söylediği gibi Sibirya soğukları Yozgat, Sivas bölgesinden başlayıp, Erzincan ve Erzurum üzerinden geçip 10 gün kadar bölgede kasıp kavuran kuru soğuklar, daha sonra ülkemizden çıkıp gidiyordu.
Ramazan ayının son çeyreğine girmiştik. Gece soğukları zaman zaman -20/-35 dereceye kadar düşüyordu ve Sibirya soğukları etkili oluyordu. Bu dönemde; Benzinle çalışan araçların bile benzinleri donarak çalışmayacak kadar soğuktan etkileniyordu. Gözün görebildiği her yerde karlar ve buz vardı. Sibirya soğukları yenice geçmiş gitmiş, Hafif lodos esintisi başlamıştı.
Evet; Havalar çok soğuk geçiyordu ama insanları çok sıcak olan Erzincan’da Ramazan ayı idrak ediliyordu. Atamayla gelen diğer memurlar gibi bende memuriyetimin dördüncü yani son yılım haziran ayında dolacak, batıda bir şehre atamam yapılacaktı.
Şehirde nerdeyse herkes mutluydu, Soğuk nedeniyle mevsimsel bir asayiş hâkimdi. Gündüzlerin kısa olması nedeniyle, Rahat ve kolay bir Ramazan ayı geçiyordu.
Ailemle; Batıya Geri dönüşle ilgili hayaller kuruyor, planlar yapıyorduk, 23 Nisan’dan sonraki yakın bir zamanda; Çevre illere, Karadeniz yakın olduğu için dönüşten önce 1-2 günlük Karadeniz turu yapmayı planlıyorduk. Eşim ikinci çocuğumuza, üç aylık hamileydi doğum muhtemelen yeni atanacağımız yerde olacaktı. Başka hayallerimizde vardı.
13 Mart 1992, Ramazan ayı nedeniyle bir aile dostu iftara çağırmıştı. İftar için arkadaşın evine gittik. İftar sonrası, aracımla kalabalık olmayan kenar semtte fazla büyük olmayan bir camide teravih namazını kılmaya gittik. İmamın hemen arkasındaki ilk saftaydım. .
Saat 19.09, yatsı namazı ve teravih namazını bitmiş imam sağına tarafına selam verdiği anda sallantı başladı. İlk anda sallantıyı hisseden birkaç kişiyle birlikte imam da kaybolmuş muhtemelen dışarı çıkabilmişti. Önce bir şey anlamadım. İmamın önünde durduğu Mihraptan tuğlalar düşmeye başladı, geriye kalan cemaat, hemen ayağa kalkıp camiden dışarıya kaçmak için çalıştılar. Bu arada Sallantı şiddetlenmeye başladı. Önce hızla aşağıya doğru inip tekrar hızla yukarı çıkıp sonra sağa sola doğru sallanıyorduk.
Ne yapacağımı bilemiyordum. Kelimeyi şahadet getirip; Dizlerimin üzerinde doğrulup arkaya baktığımda, camii cemaatinin toplu olarak adeta, yakar topu oynayan çocuklar gibi bir sağ taraftaki duvara, sonra sol taraftaki duvara çarpıp geri dönüyorlardı. Birileri yere düşüyor diğerleri yere düşenlere basarak çiğneyerek tekrar öbür duvara gidiyorlardı.
Masa tenis topu gibi bir sağa bir sola gidip gelmeler esnasında ayakta durmak mümkün değildi, Tam bu sırada aniden her yer zifiri karanlık oldu. Ne cami içinde ne dışarda hiç ışık yoktu, tanımlayamadığım uğultulu tuhaf bir gürültü vardı. Sonra sessizleşti, durgunlaştı hiç ses çıkmaz oldu. Herkes Şok olmuştu, sarsıntı geçer geçmez; İçerden ve dışardan birdenbire Çığlıklar başladı.
Sonradan öğrendiğime göre, 6,8 şiddetinde (bana göre 7 ve üzeri) deprem, 40 saniyeden fazla sürmüş, bize göre ise saatlerce sürmüştü sanki hiç bitmeyecek gibi gelmişti.
Sallantı sonrasında herkes kapıya hücum etmiş, birbirini çiğneyenler, bağıranlar, tekbir getirenlerle birlikte panik içinde camiden çıktık.
Dışarda, Her yer kapkaranlıktı hiçbir şey görünmüyordu, Ayakkabılarımızı giyememiştik, zaten bulmakta, almakta mümkün değildi. El yordamıyla bulabildiğimiz herhangi bir ayakkabıyı alıp giyemeden kendimizi dışarı attık.
Dışarısı da ana baba günü, sanki mahşer yeri gibiydi. Ay ışığında zar zor seçebilen, Evlerin Bahçe duvarları devrilmiş, kaldırım gibi yerde dümdüz olmuştu. Gündüz başlayan lodosla karışık ve hafif yağmur da çiseleyince soğuk havayı iyice yumuşatmış ama yine de sıcaklık -15 civarındaydı, Her yerde 10 cm kadar da sulu kar vardı. Bu nedenle, Bahçe duvarı kaldırımlarında yürümek daha iyiydi.
Yanımdaki arkadaşımla camideki kargaşada birbirimizi kaybetmiştik. Aracın yanına vardığımda arkadaşımla buluşabildik.
Amacım; Aracımızla bir an evvel arkadaşın evine, hamile eşimle kızıma ulaşmaktı. Onlara ne olmuştu acaba, merak içinde heyecanla eve giderken; Aracın ışığını gören depremzedeler, ışığa yakalanmış kelebekler gibi aracın önüne doğru gelip el-kol kaldıran hareketlerle yardım istiyorlardı. Kimse kimseye yardım edecek durumda değildi. Herkesin yardıma ihtiyacı vardı.
Karanlık ve yıkıntılar sebebiyle yönümüzü şaşırmış, sokaklarda birkaç tur attıktan sonra ancak arkadaşın evini bulabilmiştik.
Arkadaşın oturduğu Apartmanı tanıyamadık. Dört katlı apartman üç kata inmiş, birinci kat yok olmuştu, kuzeye bakan duvarlar, yukardan aşağıya doğru yeni kesilmiş karpuz dilimi gibi bir metreden fazla açılarak yarılmış, en üst kat daire odalarının içi aşağıdan bile görünüyordu. Evler sobalı olduğu için her yerden dumanlar çıkıyordu.
Merdivenle çıkmak istediğimizde, merdivenlerin engelli rampası gibi dümdüz olduğunu fark ettik. Araçtan el feneri alıp hemen en üst katta olan arkadaşın dairesine çıktığımda odaların boş, sobanın devrilmiş ve yangın çıktığını bazı eşyaların kısmen yanarak sönmüş olduğunu gördüm.
Her yerde bağırış çağırış vardı ve kimse kimseyi duyamıyordu. Bende eşimi ve çocuklarımı bağırarak aradım cevap alamadım. Tekrar tekrar yıkık daireye çıkıp acaba karanlıkta göremedim mi diye kontrol ettim yoklardı.
Daha sonra eşim ve kızımla buluştum. Arkadaşımda buluştu. Aynı apartman dairesinin birinci katında oturan karı koca meslektaşımın eşi ve çocukları rahmetli olmuş, kendisi camide olduğu için kurtulmuştu. Bizden yardım istedi ama yapacak bir şey yoktu.
Şehrin telefon santralı devre dışı kaldığı için birkaç saat tüm Türkiye ile bağlantı kurulamamış, Amatör telsizcilerin konuşma ve haberleşmeleri neticesinde duyulabilmişti.
İldeki SSK hastanesi tamamen yerle bir olmuş hastanede çalışan ve lojmanında kalan hemşirelerin biri hariç hepsi hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Eşimi ve kızımı ilk ulaşım taşıtıyla hemen kendi memleketime göndermiştim. Bu arada eşim düşük nedeniyle anne karnında çocuğumuzu kaybettik.
Bir süre sonra hizmetimi tamamlayıp batıdaki ile döndüm.
Yıl 1994 aylardan 13 Mart, oğlum dünyaya geldi. Tesadüf mü Allah’ın hikmeti mi bilinmez.
Kulağına ezanı ve gameti ben okudum. Adını BAĞIŞ koydum.
YORUMLAR
Bağış adı dikkatimi çekti ne kadar anlamlı bir isim hikâyesi olması ise ayrı bir güzellik kaleminiz güçlü gerçekten ve de daim olmasını dilerim.
Battal BAŞARAN
12 mart 1992 de de biz depremi yaşadık, o sabah eşim vefat etti, Erzincan depremi olduğu gün de defnedildi o yüzden belki de hiç unutmam o günü, mekanları cennet olsun.
Battal BAŞARAN
29 yıl geçse de travmalar unutmak mümkün değil...
Allah size sabır versin....