- 358 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
AH O ESKİ RAMAZANLAR
Her ramazan muhabbetinin değişmez kelamıdır. Yaşı büyük olanlar derin bir iç çekerek “Nerede o eski ramazanlar?” diyerek başlarlar söze. Yaşlandım mı nedir benim içimden de aynı şekilde başlamak geldi yazıya.
Ramazan deyince zihnimde canlanan pek çok hatıra var. Hemen telaşlanmayın hepsini yazacak değilim. Zaten tamamını yazmaya kalksam orta hacimli bir kitap çıkar ortaya. Anadolu’nun her köşesinde birbirinden güzel geleneklerimiz var. Bu gelenekler yöreden yöreye küçük farklılıklar gösterse de genelde birbirlerine benzerler.
Mesela bizim memlekette köylerde hemen her evin önünde bir fırın vardır. Önceden insanlar ekmeklerini bu fırınlarda yaparlarmış. İhtiyaca göre de haftada bir ya da iki kez yakılırmış bu fırınlar.
Çocukluk günlerimden hatırlıyorum önceden köyümüzde düğünlerde davetiye dağıtılmazdı. Onun yerine bu fırınlarda pişirilen ve somuna benzeyen ekmeğin arasına helva konulur, düğün sahibi köydeki bütün evleri teker teker gezerek bu ekmeği ikram edip sözlü olarak düğüne davet ederdi. Modern hayatın olumsuz yansıması ve geçim kaygısıyla insanlar göç edince gittikleri yerlere, geleneklerini, göreneklerini, törelerini de götürdüler.
Önceden köyde hemen her evin önünde rastladığımız fırınlar artık ilçede belirli noktalarda müşterek kullanılır oldu. Başka yörelerde var mı bilmiyorum ama bizim ilçemizde hemen her mahallede bu toprak fırınlardan vardır.
Tek bir farkla, artık bu fırınlar günlük ekmek ihtiyacı için yakılmazlar. Sadece ramazan ayında kullanılırlar. Fırının bir görevlisi olur. Fırını kullanacak olanlar yeteri kadar odunu kendileri getirirler. Sabah erken saatte caba denilen toprak kaplara hazırlanan yemekler fırına atılır ve fırının ağzı kapatılır. Akşam iftardan yarım saat önce herkes gelir cabasını alır. Kolay gibi göründüğüne bakmayın. 70-80 tane cabanın içerisinde size ait olan bulmak o kadar kolay olmaz. O yüzden ayırt edici işaretler koymak gerekir.
Ona rağmen karışıklıklar olur ancak osrun teşkil etmez. Bir sonraki gün yine fırın başında helalleşilir.
Bizim memleketin değişmezidir. Ramazan boyunca iftar sofrasında mutlaka keşkek olur. Sahurda ise komposto ve bizim yörenin ağzıyla söylemek gerekirse biş çöreği yani yağlı ekmek. Ramazan ayının bir diğer değişmesi ise elbette misafirlerdir. Misafirin bereket getirdiğine inanılır. O yüzden adeta herkes davetler için birbiriyle yarışır.
Neyse biz yine birlikte geçmişin siyah beyaz koridorlarında yürüyelim biraz.
Küçükken teravih namazı çok sıkıcı gelirdi. O yüzden ilçemizde teravih namazını en hızlı kıldıran Samancı Camii’ne giderdik. Aslında mescit demek daha doğru olur çünkü çok küçük bir camiydi. İlçenin neredeyse bütün çocukları ve taze gençleri hep bu camide olurdu. E o kadar çocuğun olduğu camide de haliyle haylazlık eksik olmazdı.
Dün gibi hatırlıyorum, yine bir gün hazırlığımızı yaptık ve Samancı Camii’nin bahçesine doluştuk. Biraz muhabbetten sonra ezanı duyar duymaz yerimizi aldık. Ama bir de ne görelim, imam efendi değişmiş. Bu imam namazı ışık hızıyla kıldıran bizim imama hiç benzemiyor, başka biri.
Dördüncü rekatın sonunda tahiyyattayız ama imam efendi bir türlü selam vermiyor. Hemen yanımda oturan –kulakları çınlasın- Namık, öfkeli ve bitkin bir şekilde, camideki herkesin duyacağı bir ses tonuyla; “Rabbenağfirli veli valideyye velil mü’minine yevme yekumû’l hisab” deyiverdi.
Kendince imam efendiye “Hocam biz bitirdik, de haydi!” mesajı veriyordu. Arkadaki çocuklar ve gençler gülüşse de ön saftaki birkaç yaşlıdan oldukça sert bir ikaz almıştı o gün Namık. Namazdan sonra öğrendik, meğer bizim jet imam izne ayrılmış yerine de başka biri gelmiş. Tabi o ramazan bir daha Samancı Camii’ne uğramadık. Yeni adresimiz Çarşı Camii oldu.
Dedim ya tamamını yazsam kitap olur. Ama teravih namazına dair kısa bir şey daha anlatmak isterim.
İstanbul’da yaşayanlar bilir. Vatan Caddesi üzerinde Molla Fenari İsa Camii vardır. Aslında 900’lü yıllardan kalma bir Ortodoks Manastırı olan bu yapı İstanbul’un fethinden sonra camii olarak kullanılmaya başlanmıştır.
İstanbul’da yaşadığım dönemde bu caminin teravih namazıyla ilgili hatrı sayılır bir namı vardı. Öyle ki halk kendi arasında bu camiye MOLLA FERARİ adını takmıştı. Hatta gazetelere haber dahi olmuştu.
Geçen yıl geçmiş ramazanların özlemiyle yanıp tutuşurken şu illet pandemi hayatımızı öyle bir tarumar etti ki geçen yılı bile mumla arar olduk. Dilerim Allah’tan dünyanın ve ülkemizin üzerine kara bulut gibi çöken bu musibetten tez zamanda kurtuluruz.
Bunun yanı sıra en kalbî niyazımdır. Dilerim bu kutlu ay Kırım, Doğu Türkistan, Batı Trakya, Türkmeneli ve Güney Azerbaycan coğrafyasında zulüm altında inim inim inleyen soydaşlarımıza; Burma, Arakan, Filistin, Eritre, Mora ve belki de ismini bile duymadığımız coğrafyalarda sırf inançlarından dolayı zulüm gören kardeşlerimize huzur, barış ve esenlik getirir.
Bilirsiniz ramazan manileri meşhurdur. O günlerden dilimize dolanan bir maniyle son verelim yazımıza;
Bu aya hürmet gerek
Nimete şükür gerek
Mübarek ramazanda
Hakka ibadet gerek
Ramazan-ı şerifiniz kutlu olsun.