- 915 Okunma
- 8 Yorum
- 5 Beğeni
ANI DEFTERİMDEN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Köy Enstitüsü mezunu 24 yaşındaki bir yıllık öğretmen Rafet Gümüş amcam ince hastalığa (verem) tutulmuş ve son demini yaşıyordu.
1960 yıllarının tıp şartları şifaya yetmemiş, doktoru; "eve götürün hastanızı" diye taburcu etmişti.
Tıp çaresiz kalır da, umut çaresizliği tanımıyor olmalı ki, "verem otu" denen kocakarı ilacı varmış.
Dedem; son bir umut, "son çare" olarak kocakarı ilacı için Zile panayırına gidecekti.
Dedem Amasya’danTokat’ın Zile panayırına gitmek için at arabasına tam "deh" diyeceğinde ağlayarak beni de götürmesi için çok yalvarmıştım. Dayanamadı demek ki, kıyamadı yakarışıma ve;
-Atla!!! tez atla!!! dedi arabaya...koştum, tuttu kanadımdan bindirdi...
Ebem arkamızdan avaz avaz bağırıyordu.
-Ahmeeet!!! Ahmeeet!!! el kadar sabiyi nere götürüyooonnn... İndiir indiirrr...
Dedem dinlemedi bile, deeh, deeh dedi gittik...
Köyümüzden aheste aheste çıkıp düştük yola. Ayvalıpınar, Terziköy derken, Çiviköyünü geçtikten sonra yolda bir adam el etti bize.
-Tırssss... durrrr... diye bir taraftan atlara seslenerek, diğer taraftanda atların gemine asıldı ve arabayı durdurdu dedem.
Yolcu;
-Selamın aleyküm, nerden gelirsiniz, yolculuk nereye yoldaş?
Dedem;
- Gediksaray’dan geliriz, Zile’ye, panayıra gideriz.
-Oooo... Ne tesadüf, ben de Zile’ye gidiyorum, iyi denk geldiniz.
-Atla birader, hadi bin, o yol yürümekle bitmez.
Adam arabaya atlayıp bindi, tütün kesesinden kalın bir sigara sarıp dedeme uzattı.
Dedem döven taşı ve kav ile pamuğa çaka çaka yaktı ve sigarasını tüttürdü.
Adam da dedemin sigarasından kendi sigarasını yaktı. Muhabbet ede ede yolculuk devam etti.
Birkaç köy daha geçtikten sonra bir çeşme başında mola verdik. İkisi de elini yüzünü çarpa çarpa yıkadı. Ben de onları taklit ettim.
Atların başına içi saman ve arpa dolu torbaları takıldı yemleniyorlar.
Bizim ve adamın ekmek çıkıları da açıldı ve ortak bir sofra kuruldu.
Yemekler yendi, çeşmeden atlar sulandı ve tekrar yola koyulduk. Üç dört saat gittik. Öğleden sonra bir tepeyi aşar aşmaz Zile göründü. Dedem ve adam yeni bir sohbete başladı.
Adam:
Hayırdır, Zile panayırında ne işiniz var?
Dedem; Rafet amcamın verem hastalığını buğulu gözlerinden patır patır yaşlar dökerek uzun uzun öyle bir acıklı anlattı ki, adam da ben de ağladık.
Dedem ;
İşte böyle yoldaş, biz verem otu bulmaya geldik, bugün geri döneceğiz, yatılı gelmedik, sen niye geldin? bugün döneceksen beraber gidelim, sefil olma yolda yolakta... Dedi.
Adam;
-Yahu yoldaş Zile’ye gelinceye kadar verem otundan hiç bahsetmedin, keşke söyleseydin benim evde vardı, verirdim ya!!!
Hem bu verem otu dediğin bizim dağlarda yetişir, Zile’ye de bizden gider, bu ottan nasıl ilaç yapılır en iyi benim anam bilir...Ben panayırdan at satın alıp, binip gelecektim. Atı alayım, beraber dönelim, anam ilacı yapsın al götür, para pul istemez, şifalar olsun... Dedi. Anlaştılar.
O ara, Zile’ye girmiştik.
Birkaç saat panayır gezildi. Kimi atları uyuz, kimi yaşlı, kimini de huysuz, terbiyesiz diye beğenmediler.
At alınamadı ama dedem adamı rahatlattı. Bizim köyden almaya karar verdiler.
Panayırdan ebemin ısmarladığı pazen ve basmayla amerikan beyaz kaput bezi ile yolda yiyecek olduğumuz birşeyleri alelacele aldılar, ben ençok zile pekmezine simit batırmayı sevdim.( İlk defa simitin tadına bakmıştım.)
Yola koyulduk ve dedem atları tırısa sürmeye başladı. Nihayet adamın köyüne geldik. Anası verem otu ilacı yaparken, oğlu tavuk kesti, kızı tüylerini yoldu, karısı da bir kazan nohutlu tavuklu bulgur pilavı yaptı. Yanında tılkı (yayık) ayranı... Ohhh... yeme de yanında yat...
Semaver fokur fokur kaynıyordu. Çalakaşık sofrada yedik, çaylar sohbetle içildi. Akşam üzeri bizim köyün yolunu tuttuk. Adam da bizimle gelmeye, atı alıp ertesi gün dönmeye karar vermişti.
Mehtaplı bir gece yolculuğu başlamıştı. Gökte yıldızlar ve ay o kadar net parlıyordu ki, iğneyi yere düşürsen bulursun sanki.
Arabada sırtüstü yatıyor, mehtabı seyrede seyrede, yıldızları saya saya, elimi uzatsam ayı tutacak gibi sanarak köyümüze geldim.
Yorgunluktan cılkım çıkmış olmalı ki, o gece hemen uyumuşum. Sabah semaverin cızırtılı ve fokur fokur sesine uyandığımda simidim yanıbaşımda, dedemin panayırdan aldığı "kara lastik gizlavet ayakkabım" da koynumda idi.
İçim sevinçle doluydu, artık yepyeni bir lastik ayakkabım vardı, ben de diğer arkadaşlarım gibi pınarın oluğuna kara lastik ayakkabımla girip ayakkabıma su doldurup "vorçk vorçk" diye ayaklarımla ses çıkartabilirdim. Ençok imrendiğim içine su giren lastik ayakkabıyı vorçk vorçk öttürmekti.
Odadan çıktığımda etraf çok kalabalıktı, bütün köy bizim eve ağmıştı.
Rafet emmimin odasına girmek istedim ama almadılar içeri. Odadan ağıtlı sesler geliyordu.
Kapı aralığından baktığımda ebem saçını başını yoluyor, feryadı figan ediyor, dedem de başını öne eğmiş, boncuk boncuk gözyaşlarını sicim gibi döküyordu.
Babam ve büyük amcam yanyana dizüstü oturmuş ağıtta yarışır gibiydiler.
Annem beni kucaklayıp dama çıkarttı, gözlerinin yeşili koyulaşmış, beyazı da kan çanağı gibiydi. Burnunu çeke çeke ağlıyor, ofluyor, püflüyordu. Hiçbirşey anlamıyordum.
Anneme;
-Noldu anne? dedim.
Annem:
-Rafet emmin vefaat etti yavrum, bak selası veriliyor. Dedi.
-Vefaat ne demek anne? Sela ne demek?
-Allaha gitmek oğlum, ölmek... dedi.
Beş yaşındaydım, sadece civcivler ölür, insanlar ölmez biliyordum. Hiç insan ölüsü görmemiştim ki...
Ben içeriden merdivenli, iki katlı, altı ahır ve samanlık, üstü iki odalı ve ortası "hayat" (ara salon, açık balkon) olan evimizden aşağı bakıyordum.
Erkekler emmimi yukarıdan omuzlarda indirip, evin avlusunda yanan ateşte kaynayan kazandaki suyla yıkadılar, beyaz gömlek giydirdiler, hiç seslenmiyordu, bir tahta sandık içinde aldı götürdüler.
Evimize giren çıkan hiç eksik olmuyordu, evimiz dolup dolup boşalıyor, her gelen kıyamet kopartıyordu sanki, ben de onlarla beraber ağlıyordum, ama neye ağladığımı bilmiyordum.
***
Köy Enstitüsü mezunu Rahmetli Rafet emmimin becerisi çoktu. Harika keman, mandolin ve kaval çalar, çok güzel resim yapardı.
Bana da derdi ki; senin adını ben Erdem koydurdum dedene. Hastalığım iyi olsun bu müzik aletlerinin hepsini çalmayı sana öğreteceğim... Sen adın gibi erdemli olacaksın, seni asker yapacağım...
***
Aklım ermeye başlayıp, ilokulu bitirip, ortaokula başladığımda kafama koymuştum.
Askeri okula gidecektim.
Yaşıtlarım yaz tatilinnde top oynarken ben ders çalıştım.
İzmir Güzelyalı Kuleli Askeri Hava Lisesininin sınavını birincilikle kazandım. Mülakatı üstün başarı ile verdim. Okula başladım. En büyük hayalim gerçekleşmişti. Süper bir pilot olacaktım. Mermim veya benzinim biterse düşman hedefe uçağımla dalıp imha edecektim. Ölüm bana vız geliyordu. Mevzubahis vatan dı ya...
Bir şikayet üzerine;
Okul Komutanlığınca arkamdan yapılan gizli soruşturma neticesi siyasi sebeple okuldan atıldım. Artık okumamaya kararlıydım. Bir yıl okumadım.
Aile baskısı ile tekrar sınavlara girip Tarım Meslek Lisesini kazandım ve bitirdim.
Bu yetmez deyip Trakya Üniversitesi Sera bölümünü bitirdim. Tekniker oldum.
Bu da yetmez deyip Ziraat Fakültesini bitirip Ziraat mühendisi oldum.
Yirmibeş yıl devlette görev yaparak en son Tarım Bakanlığının taşra teşkilatın çalıştığım kurumuna müdür oldum.
Artık vakti geldi diye emekliye ayrılıp dinleneyim derken yurt dışı iş teklifi aldım. Özel sektörde de yirmi yıl Ziraat Mühendisi olarak hizmet ettim. 17 ülke gezdim.
Bunca tecrübelerimden kendime edindiğim en değerli şey şu;
Hayatta herşey olabilirsiniz. Elbette insandan doğmuş olabilirsiniz.
Fakat insan olmak farklı şey; insan kalmak da daha farklı şey... İnsanlığın okulu da yok.
***
Zile’ye giderken yolda dedemin arabasına aldığımız adam, amcamın verem hastası olduğu için dedeme atının öldüğüne çok üzüldüğünü, söylemeye utanmış.
Öyle ya, oğlu veremden can çeken adama atın ölümünden duyduğu üzüntü de anlatılmaz ki. Bravo adamın insanlığına.
Demem şu ki; kimin içinde ne fırtınalar esiyor kimse asla bilemez.
***
Kendimi bildimbileli;
başımı yastığıma koyduğum zaman; "iç hesap" yapmadan asla uyuyamam.
Gün içinde hayatımın akışında yaşadığım veya insanlara yaşattığım iyiliklerim kötülüklerimle, doğrularım yanlışlarımla, artılarım eksilerimle öyle kanlı bir savaşa başlar ki; inanın aklım araya girip ayırmaya, sulh etmeye kalktığında fikrim çıldıracak gibi olur...
İçimdeki bu savaşı sulh etmeden asla uyku moduna geçemem.
Sonuçta kendime birden fazla sorular sormaya başlarım.
-Öyle olmasaydı da, şöyle mi olsaydı?
-Hani ben haklıydım, şimdi niye değilim?
-Vicdanen berat ettim mi?
-Acep öyle demek istememiş olabilir mi, yada söylemedikleri ya da, söyleyemedikleri var mıydı?
Demem şu ki;
Kim kimin yüreğinin içini resimleyebilir ki?
İnsan içinin fotoğrafını çekebilecek bir fotoğraf makinesı var mı?
Kim niyet okuyabilir, neden niyet okudum, kim niyet okuyabilir ki?
Büyük badireler atlatan insanlar öyle çok güçleniyorlar ki; küçük sorunlar vız geliyor artık...
Hani kışın ortasında denize düşen insan karaya çıkınca üstüne bir bardak su serpsen ne yazar ki... Güler geçer...
O gün rahmetli amcam ebeme der ki;
-Ana, babamı ilaca gönderdin ya, keşke beş on metre beyaz kaput bezi de ısmarlasaydın...
Ebemin içinden o söz ölene kadar çıkmadı, dilinden de düşmedi.
Hissetmiş rahmetli...
Ne büyük badireler atlattım...ama bunları burada anlatmak istemem.
Çünkü; ya birileri çıkar da, "senin derdin dert mi benim derdim yanında" deyipde onun derdi benim derdimi delip geçerse...
Ya adam verem ise, kanser ise de saklıyorsa dostum üzülmesin diye, ona bu geceki diş ağrımdan sözetmenin ne anlamı var. Atın ölümüne, sızlanmaya ne gerek var.
Derin acılar dilsizdir dostum.
Nasılsın diyenlere sahte bir tebessümle; iyiyim demek edeb ve adettendir.
İçimiz cızz ederek...
Cemalimizdeki kırışıklıkların, saçlarımızdaki akların, yüreğimizdeki derin acıların dili-lisanı olsaydı da ahhh bir anlatabilseydi.
Ya da; yaşadığımız derin acıların perde arkası sırlarını dile getirebilsek kimbilir bizi bilinçsizce,mesnetsizce yargılayanların nutku tutulurdu da; haklı olduğumuz halde özür bekleyenler bizden özür dilerdi.
Anlatsan bir türlü, anlatmasan bir başka türlü,
Aklıma bir türkü geldi Mahsuni babadan...
"Bilmem söylesem mi, söylemesem mi"
Neyse,
İşte öyle birşey,
Der geçeriz.
Herkesin bir "yaşam filmi" vardır, senaryoyu da kendi aklıyla yazar, filmini de kendi çeker, dönüp bir de izler,seyreder...
Sahi siz bu yazıyı okuyanlar;
Başrolünü "Roberto Benigni" nin oynadığı,
""HAYAT GÜZELDİR" filmini izlediniz mi?
İzlemediyseniz, ısrarla tavsiye ederim.
Tıpkı o filimde olduğu gibi; bazen hayatın akışı sizi öyle mecbur eder ki, acı gerçekleri gizleyerek öyle trajedik roller yaparsınız, öyle sahte kahkahalar atarsınız ki, bunu sadece ve sadece siz bilirsiniz...
Erdem Gümüş)
Saygılarımla
YORUMLAR
Umut dünyası. Keşke dememek için tüm umutlara sarılmak. Herkesin üzerinde geçmişin ve günümüzün haklı kırgınlıkları var. Kimi zaman acı, kimi zaman tatlı bir tebessüm ettiren yerli yerinde güzel bir yazı okuduk. Allahtan rahmet diliyorum.
Saygılarımla
Kul Figani
Gelişin ve yorumun beni son derece onore etti saygıdeğer insan, eserime de artı değer kattı bilesin.
Çok çok teşekkür ediyorum naif insan.
Sayfanızı ziyaret edeceğim.
Saygılarımla duyarlı yürek.
Yöre insanının saflık timsali duyguları, karşılık beklemeden yardımlaşmaları, dertlerine deva olmaya çabalamaları; erdem özlemi çeken yüreğime umut yağmurları yağdırdı.
İfadenizdeki içtenlik ve samimiyet beni çok etkiledi.
Kutlarım yürekten.
Genç yaşında yitirdiğiniz amcanıza Allah'tan rahmet dilerim.
Hukukçu , şair ve yazar rahmetli babacığımın Ahmet Çıtak adlı bir şair dostu vardı. Sık Sık İstanbul'a gelir, bizde kalırdı. Acaba Ahmet Çıtak, aynı adı taşıyan oğlu olabilir mi? Esmer, ince ve uzun boylu muhterem bir zattı, çocukluğumdan anımsadığım.
Saygılarımla.
Kul Figani
Çok çok teşekkür ediyorum saygıdeğer insan
Sabah telefonuma mesaj geldi. Bedri Tokul abim mesajında diyor ki:
"Ayhan, bugünkü güne gelen yazıyı oku, çok beğeneceksin. Günaydın."
Elimde roman var, onu bitirmeye çalışıyorum. Gülhan Genç'in Maşuk romanı. Sayfa yarım kalmasın diye ağırdan aldım, sayfayı bitirdikten sonra bilgisayarın başına geçtim. Kendi kendime herhalde yine Bedri Abimin yazısı güne geldi, bakalım neler yazmış diye aklımdan geçiriyordum. Yazıları da afilli oluyor Bedri Abimin. Bazan hüzün, bazam mizah derken edebiyatın dibinden dibinden işliyor konuları. Anadolu insanı. Yazdıkları da hep Anadolunun bağrından çıkan yanık insanların hayat hikâyeleri. Bakalım şimdi mizah mu var dram mı derken edebiyat defterinin sayfası açıldı. Baktım sayfaya Kul Figani'nin ANI DEFTERİMDEN Başlıklı yazısı. Aheste aheste satırlar rasında gezinmeye başlarken uyku mahmurluğumu çoktan atmış, yeniden canlanmış gibi heyecandan heyecan sürüklendim. Her ne kadar dramatik olsa da dedim ya Anadolu gerçeğini bütün çıplaklığıyla ilmek ilmek işlmiş. Zile -TOKAT, Amasya benim memleketim oralar. Ben de Niksar'lıyım.
Bu hikaye öyle böyle değil, içime öyle oturdu ki başkası çıksa dese ki benim yazı ona on basar ben ne derim biliyonuz mu:
YOH HERİ.
ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK OZANIM. Bundan sonra deftere girer girmez senin sayfana bakacağım, hemşerim bugün neler yazmış. diye.
Kal sağlıcakla.
Kul Figani
Hoş geldin.
Yorumun beni onore etti.
Tanıştığıma da çok memnun oldum.
En kısa sürede sayfanı ziyarete geleceğim.
Tokatta 10 yıl görev yaptım.
Ziraat Fakültesinden oradan mezun olmuştum.
Niksardan dostlarım var.
Ünal Kaynar baba dostum.
Prof Dr Haluk Kaymak Çağlar Niksar çamiçindrn sınıf arkadaşım.
Sanırım ortak dostlar çıkacak gibi. Ziraatcı Muhsin bey de dostumdur.
En kalbi saugılarımla
Ayhan Sarıkaya
Zir.Fak kaç yıllarında bitirdiniz Tokat'ta. Belki de sizinle tanışıyoruzdur.
Selamlar.
Kul Figani
Yorumun beni onore etti.
En kalbi Saygılarımla selamlıyorum
Yattım. Uyku tutmadı. Dönüp duruyom yatakta. Kalkıyımda bu gün hangi yazıyı seçmişler ona bi bakıyım dedim.
Hay Allah razı olsun seçki kurulundan. Hemşerimin bu yazısını seçmişler. Okudukca, okudukça bi sevinç, bi mutluluk sardıki beni. Sorma gitsin. Ben bu kardaşımı şimdiye kadar niye takip etmedim ki diye hayıflandım. Emme daha evvelde senin yazılarını okudum gibi geldi bana. Takibime almamışım işte. Dalgınlığıma geldi heral.
Hani sen dedenin arabasıyla Zileye gidiyodun ya bende o arabadaydım. Sen o zaman küççüktün.Hatırlayamamış olabilirsin. Ben 16 yasındaydım o yıllarda. Sıraböçüklüğü geçince yol ayrımı var. Ben orda indim. Çalan köprüden geçip carcurumun içinden Boğa köyüne gitmiştim. Ben orada doğdum.
Bundan sona delimüyüm kaçurumuyum yazularını hiç.
Sevgili kardeşim şaka bir tarafa beni memleketime götürdün. Yazın beni duygulandırdı. Bundan böyle senin o dobra katışıksız yazılarını okumak benim en büyük zevkim olacaktır. Ben de Amasya’nın içinden savadiye mahallesindenim.(Kapalı spor salonunun olduğu mahalle)
Beni tanımak istersen bu sitedeki UZUN HİKAYE yazımı oku. O yazı hakkımda yeteri kadar bilgi verir sana.
Selamlarımla HERİİİ…
Kul Figani
Boğaköyü bilirim.
Mirim Ahmet Çıtak ile tanışıyoruz.
Seni tanımaktan da onur duydum.
Afet İnce Kırat Ablamla da tanışıyoruz.
Memnun oldum.
Yorumun beni onore etti.
Çok çok teşekkür ediyorum saygın insan.
Sevgilerimle
Kul Figani
Boğaköyü bilirim.
Mirim Ahmet Çıtak ile tanışıyoruz.
Seni tanımaktan da onur duydum.
Afet İnce Kırat Ablamla da tanışıyoruz.
Memnun oldum.
Yorumun beni onore etti.
Çok çok teşekkür ediyorum saygın insan.
Sevgilerimle
Kul Figani
Ömrüne sağlık bereket.
Saygılarımla
Maşallah çocukluğunuzu ne kadar güzel hatırlıyorsunuz. Yarı yaşınızdayım belki ama hiç çocuk olmamış gibiyim. Tek tük fotoğraf karesi geliyor gözümün önüne, başka birşey yok.
Verem otunu alıp geldikten sonra rahmetli amcanız şifa bulacak diye umutla bekledim ama olmadı. Allah mekanını cennet etsin.
SİLÜET tarafından 25.4.2021 21:54:37 zamanında düzenlenmiştir.
Kul Figani
En kalbi Saygılarımla
Öyle filmler izledim yazılar okudum ki,Yaşadıklarımı ve şahit olduklarımı hatırladıkça Hayatımı roman yapasım geldi...Sonra düşündüm senmi dünyayı değiştirip insanlığımı düzelteceksin dedim ve vaz geçtim...Gördüğüm riyakarlıklar yettide arttı bile..Rahmeti rahmana kavuşan büyüklerimize Allahtan rahmetler diliyorum
Kul Figani
Kimseyi değiştiremeyiz.
Sanırım kendimizi değiştirmemiz gerek.
En kalbi Saygılarımla