- 453 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Ağustos Bitmeseydi
Üzerlerinden 80 Darbesinin geçtiği abiler vardı. Biraz mahcup, biraz suskun, Nafiz’in çay bahçesinin köşesinde otururlardı. Kitabın aksesuar olmadığı yıllardı. Birinci’yi kim içer, Bafra’yı kim ister bilirdim. Antepli Hacı’nın orada yatırırdık koyunları öğle sıcağında. Gizli, nazik kitaplarını, önce etrafı kolaçan edip çıkarırlardı zulalarından. Birisi sigara almaya yollar belki, diye düşünüp elimde değnek, yanımda Arap, etraflarında dolaşırdım. Kitabı olana saygının, sempatinin son yılları olduğunun bilinemeyeceği zamanlarmış...
Abiler Nafiz’in orada, illa da semaverden içerlerdi çayı. Yaşım 12- 13 sanırım, İnce Memed’i İbrahim Başçavuşun oğlundan emanet alıp, yeni bitirmişim, Çukurova’nın Ağustos’unda, koyunların peşinde. Osmaniye’de, İskenderun’da, Kürkçüler’de yatan arkadaşlarını konuşurlardı. Kimi, erken çıktığına sevinir, kimi, içeride ezilen yoldaşına üzülürdü. İlker’in akrabası derlerdi bana. Hürmetle karışık sevgiyle karşılandığımı bilirdim. İkindi serinliği çöktüğünde, son kez sorardım, sigaraya yollayacak mısınız, ben koyunları sürüyorum, diye. Muhakkak yollayan olurdu. Kendine de bir Elvan Gazoz al! diyerekten. Elime saydıkları 2,5 - 5 liralık madeni paraları sıkıca tutarak, ben de çay içerim bir bardak, koyunları kaldırmadan ! derdim. Tam da Haydar Bey’in büfesinin orada, Ford minübüsün dışında, dut ağacının altında bir kaç polis olurdu çoğu zaman. Ürkerdim onları orada görünce ama, gözlerinin içine bakardım yine de. Sivaslı Hacı’nın oğlu Nafiz’in orda mı, Deli Meryem’in oğlu gelmedi mi bugün? diye sorarlardı. Ürksem de, cevap vermeyi ihanet sayar, bocalardım. Elimdeki nar çubuğu değneği, büfeye girmeden koyacak yer arıyormuş gibi, şaşkınlıkla dolaşırdım bir müddet. Jelatinsiz, kağıt paketteki sigaraları alıp, koşarak dönerdim abilerin oraya. Koyunların yanından ayrılmayan ama, koşarak geldiğimi gördüğünde benden tarafa seğirten Arap’ la ,Nafiz karşılardı genelde, çay bahçesinin kullanıldığına şahit olmadığım, içi boş süs havuzunun orada. Arap, elimi yalar, Nafiz, " polisler dutun dibinde mi?" diye sorardı. Ara sıra Nafiz’e hırlayan Arap’ın boynundan tutup, 150 metrelik koşudan sonra, nefes nefese başımı sallardım, "evet " anlamında .Abilere duyururdu Nafiz, " benden bir Elvan Gazoz iç " diyerek. "Karıncalar Savaşı " kitabını söz veren abiye bakardım, ben bi çay içip koyunları süreceğim! deyip.
Sıcak, hüzünlü, güvensiz bir mevsimi hissederdim. Yıllar sonra Nafiz’in muhbir olup, çoğu gencin canını yaktığının ortaya çıkmasından sonra, taşındıkları evin kırık camlarını düşünüp, mevsimlerin ihanetin öznesi olamayacağını hissettiğim gibi.
YORUMLAR
Yaşadım her anı, her sahne gözümde canlandı... Sadece çay bahçesindeki, büfedeki değil... Hücrelere, işkencelere kadar uzandı zihnim.
Hatta kendi çocukluğuma, 12 Eylül darbesinin çok öncesinde birlikte top oynayan, birlikte okula gidip gelen abilerin yaptığı kavgalardan, her gün gelen tutuklama ve ölüm haberlerinden, babanım sakıncalı kitaplarını odunlukta fındık kabuklarının altına saklamasına, silahsız gezememesine kadar bir çok şeyi yaşattı yazınız...
Hatta 12 Eylül günü ( ki çocuğuz ve günler önemli değil ve o günün 12 Eylül dahi olmadığını önemsemeden daha) sabah sabah sokakta oynarken babamın daha önce hep anneme yaptırdığı şeyi bu sefer kendi yaparak, balkona çıkıp beni eve çağırdığı: "Sokağa çıkma yasağı ilan edildi." Demesi ve benim buna anlam veremeyip, babamın bana sokağa çıkma yasağı uyguladığını zannettiğim ve bunun nedenini sorguladığım sabahı bile hatırlattı.
Giden de o işkenceleri yaşayıp (hangi taraftan olursa olsun) kalan da yaşadıklarıyla kaldılar... Memleket ne onların istediği gibi artık ne de Atamın istediği gibi...
Anılar yolculuğu için teşekkür ederim.