- 435 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
23 Nisan ve Halil Çavuş Dede
23 Nisan ve Halil Çavuş Dede
***
O yıl coşkulu bir 23 Nisan Bayramı kutlanmıştık. Bayram, sabah davul zurna eşliğinde öğrencilerimizle köyü dolaşmakla başlamıştı. Bu şenliği gören köylü de kadın erkek, genç yaşlı okul bahçesine yığılmıştı. Heyecan doruk noktasına ulaşmış, kimi ayakta, kimi okul sıralarına oturmuş, sabırsızlıkla törenin başlamasını bekliyorlardı.
*
Açılışta yaptığım coşkulu bir konuşmanın ardından aylardır bu bayrama hazırlanan öğrencilerimiz şarkılar söylemişler, şiirler okumuşlar, traktör kasasından yapılmış sahnede kahramanlık piyesleri oynamışlardı. O minik yavruları sakallı bıyıklı, çeşitli giysiler içinde gören köylüler gülmekten kırılıyorlardı.
*
Sonra halkoyunları gösterisi sırasında dağ taş, ova bayır çocukların efe naraları ve halay sesleriyle çınlamıştı. En sonunda çuval, yumurta, yoğurt yeme yarışmalarıyla neşe ve sevinç içinde bayram bitmiş, herkes öğretmenleri kutluyor ve çocukları kucaklıyordu.
*
Bayram boyunca ön sıralarda oturan, herkes gülüp eğlenirken, zaman zaman mendiliyle gözyaşlarını silen bir dede gözüme ilişmişti. Başına ay yıldız işlemeli bir kalpak giymiş, sırtında haki renkte bir ceketi vardı. Göğsünde bir madalya takılıydı. Apak sakalı ile sevimli yüzlü bir dedeydi…
*
Tören bitince yanı başındaki bastonu alarak yanıma yaklaştı. “Muallim bey evlâdım, azıcık da boyun olsa senden çok güzel bir zabit olurdu.” deyip beni öptü. Ben de onun kırış kırış olmuş güzel ellerini öptüm.
*
Bize köy kahvesinde birer kahve ısmarlamak istediğini söyledi. Öğrencileri evlerine gönderince doğruca köy kahvesine yöneldik. Gazi Dede orada bizi bekliyordu. Çevresinde onlarca köylü kümelenmişti. Adının Halil Çavuş olduğunu öğrendiğim Gazi Dede’ye “Dede, yaşadıklarını, gördüklerini bize anlatır mısın?” deyince derin bir nefes alıp yumuşacık sesiyle yaşam öyküsünü anlatmaya başladı.
*
“Ben on yedi, on sekiz yaşlarındaydım. Düşman Sarayköy’e kadar dayanmıştı. Demirci Mehmet Efe’nin sağ kolu Sökeli Ali Efe bir gece yarısı bir bölük zeybekle bizim köye geldi. Ben ömrü hayatımda Sökeli Ali Efe gibi bir babayiğit, çam yarması gibi bir adam görmedim. Al atının üstünde Zaloğlu Rüstem gibi heybetliydi. Köyden yiyecek, giyecek, öteberi aldılar. “Bu köyde yaşı kaç olursa olsun eli silah tutan her kim varsa bize katılsın. Yarın Goncalı ’ya gelsinler. Bu emir Demirci Efemim bir emridir. Gelmeyenler şu koca kavakta sallandırılacaklardır.” diye kükredi ve nal şakırtıları altında köyden çıktılar.
*
Evde anam babam yas içindeydi. Bir oğlunu Balkan’da, bir oğlunu Çanakkale’de şehit vermiş babam, “Gitme oğlum, benim odumu, ocağımı kim tüttürecek?” diye kara kara düşünüyordu. Anam benim torbamı hazırlarken, “Gitsin adam gitsin. Burada Demirci’nin kurbanı olacağına düşmana karşı dursun. Başkaca çaremiz mi var?” diyor, gözyaşlarını benden saklamaya çalışıyordu.
*
Babam “Gidecekse Demirci’nin yanına gitmesin. Onun çok acımasız, zalim biri olduğu söyleniyor. Bizim Duacılı Molla Bekir Emmi’ye gitsin. O bizim buraların adamıdır ve beni tanır. Göz kulak olur çocuğa…” dedi.
*
Ertesi günü tek kırma dolma tüfeğimi ve torbamı aldım, vurdum kendimi dağlara. Babadağ’dan Karacasu’ya indim. Oradan Karıncalı Dağı aşıp, Madran Dağı’na ulaştım. Sora sora Yörük Ali Efe’nin sağ kolu olan Duacılı Molla Bekir Efe’yi -Biz ona Emmi derdik- buldum. İşte benim Kuvâ’ya (Kuvâ-yı Milliye’ye) girişim böyle başladı…”
*
“Molla Bekir Efe’yi Demirci vurdurmuş diyorlar doğru mu Halil dede?” diye sorunca derin bir of çekti.
*
“Molla Bekir Emmi attığını sektirmeyen, gözünde budak olmayan yiğit bir adamdı. O yıllarda okuryazar insan bulmak samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi. Molla Bekir az boz okuryazardı. Yörük Ali’nin has adamıydı. Celal Bayar (o zaman Galip Hoca diye bilirdik) Yörük Ali ve Molla Bekir Emmi ile görüştü. Molla Bekir Emmi için ‘okuma yazması kıt ama cesur bir köylü.’ demiş diye duyardık.
*
Yörük Ali ile Demirci arasında bir çekememezlik varmış. Denizli’deki katliamdan sonra Demirci ‘Bir gün Denizliler benden intikam alır,’ diye ödü koparmış. ‘Bunu yapsa yapsa Duacılı Molla Bekir Efe yapar,’ diye geceleri gözüne uyku girmezmiş. Menderes cephesiyle ile Sarayköy cephesi irtibatını Molla Bekir Emmi yapardı.
*
Demirci bir gün Molla Bekir Efe’nin Duacılı’ya geldiğini duymuş. ‘Molla Bekir Efe gelsin bir kahvemizi içsin,’ demiş. Zeybekleri, ‘Efem, Demirci’de oyun bitmez, vardır bir hıyaneti,’ deseler de Molla Bekir ‘Gitmesem korktu da gelmedi derler. Benim kitabımda korku nedir yazmaz,’ diye atına binmiş Goncalı’daki Demirci’yi ziyaret etmiş. Demirci onu çok bir güzel ağırlamış, yedirmiş, içirmiş. ‘Aramızda bölüşülmedik ne var ki Efe? Yörük Ali Efe’ye selam söyle. Neticede hepimiz düşmana göğüs geren insanlarız,’ deyip uğurlamış onu.
*
Demirci tilki kadar kurnaz, canavar kadar acımasız biriydi diye söylenti kulaktan kulağa yayılmıştı. Meğerse Molla Bekir’in geçeceği yol üzerinde Demirci tertibat aldırıp pusu kurdurtmuş. Molla Bekir Efe’yi Kediboğan denilen yerde kurşun yağmuruna tutup öldürmüşler.
*
Olayı duyunca Yörük Ali ve biz zeybekler beynimizden vurulmuşa döndük. Aradan çok zaman geçmeden Kuvâ dağıtıldı, düzenli ordu kuruldu. Demirci Efe kaçmış, efradı dağıtılmıştı. Yörük Ali ‘Devletim ne görev verirse başım üstüne’ dedi ve hepimiz orduya katıldık.”
*
“Hangi cephelerde çarpıştın Halil Dede?” diye sordum.
Eliyle neler neler der gibi bir işaret yaptı.
*
“İnönü cephesinde başladık çarpışmaya. Sakarya cephesi bir ölüm kalım savaşı oldu. Orada bir Mangal Dağı vardır. O dağ bir gün bizde, bir gün düşmanda. Kaç kez el değiştirdi bilemiyorum. Orada onbaşı rütbesi verildi bana. Bizim Denizlili Yüzbaşı Zekeriya Bey öyle yiğit, öyle gözü kara bir zabitti ki girdiği cepheyi darmaduman ediyordu. Bizleri coşturmak için aynı senin bayramda yaptığın konuşma gibi nutuk atardı bizlere. Ondan sen bir zabit olmalıydın dedim muallim bey oğlum.”
*
“Anladım şimdi neden zabit dediğini Dede. Eee sonra?”
“Dumlupınar’da düşmanı Murat Dağlarında kıstıran birliklerdeydim. İzmir’e girenler içinde ben de vardım. Çavuş rütbesiyle terhis olup geldim memlekete. Devletimiz sağ olsun. Bu kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası verdi bana. Allah bereket versin gazilik maaşım ile geçinip gidiyoruz Fatma Nine’nle.”
*
Çevremizi saran onlarca köylü çıt çıkarmadan bizi dinliyordu. “Hocam dediler, Halil Dede kolay kolay başından geçenleri anlatmazdı kimseye, baksanıza sana ne güzel anlatıyor,” diye gülüştüler. Ben de “Halil Dedem beni zabiti sandı, ondan herhalde.” dedim. Hep birlikte gülüştük.
*
İçimizden biri “Halil Dede büyük paşaları gördün mü hiç?” diye sorunca “Ben zabit miyim ki paşaları göreyim. Uzaktan İsmet Paşa’yı ve Fahrettin Altay Paşa’yı gördüm. Mustafa Kemâl Paşa’nın adını, şanını her yerde duydum ama görmek nasip olmadı.” dedi.
*
Halil Dede köstekli saatini çıkardı ve “Evden çıkalı çok olmuş. Fatma Nineniz merak etmiştir. Ben onca düşmanla boğuştum, korkmadım ama Fatma Ninenizden ödüm kopar,” diye gülümseyerek ayağa kalktı.
*
“Gazi Halil Dede, bir dahaki bayramda seni konuşmaya davet edeceğim. Çocuklara, köylülere bir anını anlatmanı istiyorum. Bayrama renk katarsın,” dedim.
*
“Bilmem, yapabilir miyim Muallim Bey?” dedi.
“Yaparsın yaparsın. Ben sana yardım ederim.”
*
“Tamam Muallim Bey, dediğin gibi olsun,” deyip bastonunu basa basa evinin yolunu tuttu. Biz bu adsız kahramanın ardından hayranlıkla baktık. Onu sokağı dönünceye kadar uğurladık.
*
Yaz tatili başladı. Ben memlekete gittim. Eylülde köye döndüm. Halil Dede’yi sordum. Bu kahraman dedemiz ben tatildeyken beyaz atına binip gidenlerden olmuş, sonsuzluğa uçmuştu… Ben onunla sohbete doymadan, bayramda konuşturmadan koca bir tarih göçüp gitmişti…
YORUMLAR
Günümün yazısıdır, böyle gizli saklı kalmış nice anılar vardır kim bilir.
Bu ülkenin nasıl düşmandan temizlendiğini, ne kadar zor şartlarda düşmanı denize döktüğümüzü, ve Atatürk’ün ne kadar büyük bir devlet adamı olduğunu gösteren bir yazı olması nedeniyle, günün yazısı budur diyorum.
Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah arkadaşlarını, minnet ve saygıyla anıyorum
Tebrikler
Nice saygılarımla