- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABUZER ÇAVUŞ
ABUZER ÇAVUŞ
Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı o zaman ki ismiyle Mezere köyünde doğan (Daha sonra Altınyayla ilçesine bağlanmış ve Başyayla köyü ismini almıştır.) Abuzer Çavuş yiğitliği ile nam salmış Kör Ali’nin oğludur. Okuma yazma bildiğinden dolayı askerliğini çavuş olarak yapmış ve Abuzer Çavuş diye anılmıştır. Kör Ali Henifiler sülalesinden olup çevre köylerde bileği bükülemeyen bir yiğitti. Öyle ki çeşmeden iki küpeli kazanla suyu doldurup tek başına eve kadar getirebiliyordu. Kim ev yapsa hezen atmaya Kör Ali’yi çağırıyordu. Hezenin bir ucundan tutup tek başına duvarın üstüne koyabiliyordu. Kör Ali; yakışıklı, uzun boylu ve geniş omuzluydu. Güneşe doğru bakarken bir gözünü hafif kısmasından dolayı kör Ali diyorlardı. Köy düğünlerinde güreş tutar yumruk oynardı. Yiğitliği ile çevrede nam salmıştı. Kör Ali’nin üç oğlu vardı. Sırasıyla Mehmet, Nuri ve Abuzer. Kör Ali Nuri’yi (1869-1918) pehlivan olarak yetiştirdi. Benden sonra meydanlarda sen olacaksın diyordu. Allah var Nuri de babasından geri kalmıyordu. Kör Ali Mehmet’i (1862-1953) hoca olarak yetiştirdi. Camide namaz kıldırıyor çocuklara ve gençlere camide namaz surelerini okutuyordu. Köyde ve çevrede herkes Mehmet’e dine bağlı olmasından dolayı sofu Mehmet diyordu. Kör Ali en sevdiği ve en küçük oğlu olan Abuzer’i (1879-1916) ilim adamı olarak yetiştirmişti. Abuzer köy odalarında cenk okur. Şiir yazar, köye gelen mektupları okur, onlara cevaplar yazardı. Kör Ali, Abuzer’in eğitim alması için hiçbir şeyden kaçınmıyordu. Bilgisi görgüsü ve terbiyesi ile civarda parmakla gösteriliyordu. Kör Ali aynı köyden olan Zeliha ile Abuzer için dilden dile dolaşacak bir düğün yaptı. Civar köylerin önemli kişileri bu düğüne davet edildi. Tosunlar kesildi, büyük kazanların altı yakılıp yemekler yapıldı. Kör Ali, tüm çocuklarını evermiş olmanın huzuru ile artık ölsem de gam yemem diyordu. Köyde işler yolundaydı. Abuzer’in çocuğu bile olmuş günler su gibi geçiyordu. Fakat O dönemlerde Osmanlı Devleti zor günler yaşıyordu. Balkanlarda Trablusgarp da birçok cephede savaşlar oluyor gün geçmiyor cepheye asker alımları yapıyordu. Durumun vahametini anlayan kör Ali, bu yıl çocuklarına tüm tarlaları ekmelerini söyledi.” Eğer böyle giderse köyde tarla ekecek kimse kalmayacak. Bizler de cepheye çağrılırsak en azından bizim yokluğumuzda geride kalanlar mağdur olmasın.” diyordu.1 913 yılının Ekim ayında tüm tarlalar ekildi. Yaz ayı gelince zorlu bir hasat süreci başladı. Öküzlerle kağnılarla saplar harmana çekiliyor, Mehmet Nuri ve Abuzer gece gündüz demeden yağmur soğuk vurmadan mahsulü içeri atma derdindeydi. Göz açıp kapamaya eylül ayı gelmiş soğuklar başlamış işlerde neredeyse bitmişti. Kışlık un ve bulgurda da öğütülürse tüm işler bitecekti. Kör Ali büyük oğlu sofu Mehmet ile birlikte çevredeki su değirmenlerinde un öğütmek için iki kağnı ile yola çıkarken Nuri ve Abuzer’i de kalan işleri bitirmesi için köyde bıraktı. 12 Mayıs 1914 tarihinde Sultan V. Mehmet Reşad tarafından Takvim-i Vekayi Gazetesi’nde yayınlanarak yürürlüğe giren Geçici Asker Alma Kanunu kapsamında ordu için yine seferberlik başlatılmıştı. İşte tam da bu arada Köye gelen görevliler eli silah tutan altmış yaşından küçük olmak ve evde başka bir erkek kalması şartıyla erkekleri askere aldılar. Kör Ali ve Sofu Mehmet un öğütmeye gittikleri için Abuzer ve Nuri de askere alınmış oldular Abuzer altı yedi yaşlarındaki oğlu Cercis ve eşi Zeliha ile vedalaşıyordu. Abuzer çömelerek oğlu Cercis’i kucağına alıyor ve şu sözleri söylüyordu. ”Kuzum ben vatanın selameti için gidiyorum ya gelirim ya gelmem, soyumuz seninle yülüyecek buralar ve önce Allah’a daha sonra sana emanet.” deyip bağrına bastıktan sonra ayağa kalkıp Zeliha ile vedalaştı. Zeliha Abuzer’in elini öptükten sonra gözünden yağmur gibi akan göz yaşları arasında “Gülerek gitmek ve şerefle dönmek nasip olur inşallah.” diyerek erini yolcu ediyordu. Abuzer, “Durumuz hakkında sık sık size yazarım merak etmeyin babama söyle hakkını helal etsin” dedi ve gözlerinden akan yaşı göstermeden arkasını döndü hızlı adımlarla caminin önünde bekleyen kalabalığa karıştı. Askere alınan 15 yirmi kadar genç vardı ve yıl 1914 yılı eylül ayıydı. Hoca âmin diyerek duaya başladı. Tüm köy halkı hıçkırıklar arasında âmin dedikten sonra Başçavuşun ileri marş demesiyle süvarileri takip etmeye başladılar. Köylü olduğu yerde dona kalmıştı. Bir müddet sonra kalabalığı bölen babaaa! sesiyle irkilen kalabalık askerleri köyün çıkışına kadar takip ederek yolcu etti. Arkadan bağıran Abuzer’in oğlu Cercis’ti. Abuzer son kez arkasına dönüp oğluna veda manasına gelen tebessümle el salladı. Bu şekilde köyden ayrılan askerler Sivas’a doğru yol aldılar. Abuzer ve Nuri iki kardeş yan yana yürüyor köydekilerin en azından bu yıl zorluk çekmeden kışı geçirecek erzakının olmasından dolayı seviniyorlardı.
Sivas jandarma binasında civardan gelen askerlere Osmanlı Rus harbi için Erzurum’a sev edilecekleri söylendi. Gerekli teçhizat ve tahkimatları yapılan birlik Sivas’tan yola çıktı. Erzurum’a geldiklerinde kasım ayı girmiş havalarda hatırı sayılır şekilde soğumuştu.
Ruslar sınırı Bergmann Atağı ile geçmiş ve 25 km içeriye kadar girmişti. Erzurum Sarıkamış eksenindeki millet-i sadıka dediğimiz Ermeni tugayların Ruslara katılmasıyla kanlı çarpışmalar oldu bu destekle Ruslar Karaköse ve Doğubayazıt’ı aldı. Ve burada tutundular. Osmanlı Ordusu büyük kayıplar verdi. 9000 ölü, 3000 esir ve 2800 firari. Orduda kısmı dağılmalar oldu. Bu çarpılmalarda hem Abuzer hem Nuri gözünü kırpmadan savaştılar. Çok şükür ikisi de yaşıyordu. Komutan Abuzer’i çağırarak bundan sonra bu şanlı sancağı sen taşıyacaksın evladım. Onu taşımaya en layık asker de sensin diyerek onu sancaktar yapmıştı. Cepheden yazdıkları mektupta bunları tek tek anlatan Abuzer ayrıca Hafız İsmail Hakkı Bey’in İstanbul’daki Genelkurmay ikinci Başkanlığını bırakıp Enver Paşa’nın arzusuyla Kafkasya’ya, 3. Orduya atandığını da yazıyordu. Savaş doğu illerinde çetin şartlarda devam ediyor Osmanlı Devleti dağılan orduyu tahkim ediyordu. Aradan on beş ay geçmiş yıl 1916’ ya gelmişti.
Ruslar Kafkasya’daki yeniden düzenlenmiş ve güçlenmiş kuvvetleri ile taarruza geçtiler. Ocak ayı başında General Yudeniç gizlice güçlerini Erzurum kalesine doğru yönlendirdi. İklim şartları savaşmaya müsait olmasa da General Yudeniç 1916 yılı kışını sürpriz bir fırsat olarak algıladı. Bu hareket ile 10 Ocak’ta Köprüköy’de Osmanlı ve Rus orduları karşı karşıya geldi. Çetin çarpışmalar sonucunda ordunun sancağını taşıyan Abuzer oracıkta şehit olmuştu. Abisi Nuri Abuzer’in sancağı taşıdığını bildiği için savaş şırasında bir gözüyle sürekli olarak küçük kardeşini kolluyordu. Savasın alevlendiği bir anda kaybetmişti onu. Şehitler arasında dolaşırken sancağın bir askerin yüzünü kapattığını gördü. Sancağı kaldırınca acı gerçekle karşılaşan Nuri Abuzer’i kendi elleriyle defnettiğini gönderdiği mektupta yazıyordu. Uzaktan atılan bir mermi ile iki göğsünün tam ortasından isabet almıştı. İki ordu da büyük kayıplar vermişti ama savaşında biteceği yoktu. Devam eden Osmanlı Rus harbinde iki sene sonra 1918 yılında da Nuri’nin şehit olduğu bilinmektedir. Fakat Nuri’nin nasıl ve nerede şehit olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Allah mekanlarını cennet eylesin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.