- 348 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAĞIMSIZLIĞIN İŞLEVİ
.BAĞIMSIZLIĞIN İŞLEVİ VE DEMOKRASİNİN YENİDEN İNŞA SÜRECİ
Özgürlük ve bağımsızlık, sağlam bir demokrasi, adil eşitlikçi laik bir düzen istiyorsak, önümüzdeki seçim dönemi için halkın lideri olmaya lâyık bilinçli, cesur, özü pek gözü pek cesur ve dinamik aydınlarımız arasından bağımsız millet vekili adayı olarak şimdiden belirlemeye çalışan sivil insiyatifler oluşturmak zorundayız. Bu nedenle her ilden bağımsız adaylar önce bir araya gelerek kendi aralarında kimin aday olacağına uzlaşarak karar almak ve çalışmaya başlamak zorundadırlar.
İpliği pazara çıkmış siyasetçiler ile kokuşmuş siyaset temsilcileri ulus nazarında parlamentoya ve demokrasiye güveni sıfırlamışlardır.
İşte tam bu noktada bağımsız adayların rolü ve yeni çağdaş düşünceleri, ulus için yeni ufuklara atılan yeni adım, yeni bir yön yeni bir yol açma süreci başlamış durumdadır.
Nisbi çoğunluk esasına dayalı sistem ile, oy çalıp oy satın alarak iktidarı ele geçiren siyasi partilerin neleri ne biçimde oy çokluğuyla değiştirdiğini ve keyfi kararnamelerle hukuk ilkelerini nasıl çiğnediğine ulusça tanık olduk.
Eğer tüm ulusal sorunlarımızın çözüm yeri TBMM ise, Atatürk’ün Cumhuriyetine ve demokrasiye bağlı kalacak isek, inanç ve güvenimizi tazelemek; küflenip paslanmış çürümüş kokuşmuş ne var ise sandıktan atmamız mutlak bir zorunluluktur!
Oylar bölünmesin diye tepeden inme belirlenen adaylara verdiğimiz oylar ne yazık ki hep aynı kişilerin koltuk sevdasını ve hırsını biraz daha pekiştirmiş, kendince bir köşebaşı tutan, ulusu, vatanı düşünmek yerine kişisel çıkarlarını ön planda tutanlar, yandaş politikalar ile köşeyi dönme savaşı içine girmişlerdir.
Her gün seyrettiğimiz ekranlarda habire birbirine çamur atan politikacilar liderler görmekten bıktık. Halkın huzurunu ve cocuklarımızın mutlu geleceğini istiyor isek, kendine güvenen bağımsız adaylar cesaretle ortaya cıkmalıdır.
Demokraside herkesin söz ve düşünce hakkı vardır. Adayların mevcut siyasi partilerden bağımsız olması adayların siyasi görüş ve düşüncesi olmayacağı anlamına gelmez. Verilen her oy, seçim sonrası oluşacak hükümetin kurulmasına ve kurulacak hükümetin tüm kararlarına iradi olarak, demokrasinin sağlığı açısından olumlu yansıyacaktır.
Dünyaya bakışla tüm eski değerlerin temelinden yıkıldığı " BÜYÜK SIFIRLAMA" ile karşı karşıya iken, oluşmakta olan Yeni Dünya Düzeni’nde henüz bu durumu idrak bile edememiş teokratik, şöven eskimiş beyinler ile yola devam etme olanağı yoktur!
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, bilgisizlerin, aymazların, bilim teknolojiden uzak ulusların geleceğin dünyasında yeri olmayacağı gün gibi ortadadır.
Emperyalizmin kültür ve dünya egemenliği politikası başdöndürücü ve akıllara durgunluk veren bir büyük hızla sürmektedir. Ancak eski demirperde ülkeleri de sağlam bir kültür, kesin bir azim ve kararlılık ile adım atma ilkelerini büyük çapta içselleştirebildikleri için, emperyalizme karşı savaşta vahşi kapitalızmi gölgede bırakan bir hızla, emin adımlar ile yürümektedirler.
Dünya böylesine hızlı bir devinim içinde iken, bizlerin ulusça içinde bulunduğumuz siyasi tablo tam bir karabasandır! Bir an önce bu korkulu rüyadan uyanıp, gözümüzü açmalıyız ki gerçeklerin farkına varabilelim!
SİYASİ HAYAT GELİNEN NOKTADA BAĞIMSIZ ADAY OLMANIN ÇOK ÇOK ÖNEM KAZANDIĞI BİR SÜRECİ DAYATMIŞTIR
Yüce Meclisimizin kuruluş günü olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın 101.Yıldönümüne iki gün kala Büyük Ata’mızın ruhunu bu duygu ve düşünceler ile terennüm ederken,"Yaşasın 23 Nisan!" deyip bir çocuk gibi özgür haykırmak istiyorum!
YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ ÖZGÜR TÜRKİYE!
YAŞASIN DEMOKRASİ VE HUKUK MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN 23 NİSAN!
Şaban AKTAŞ
21.04.2021
.
YORUMLAR
BİR U DÖNÜŞÜ ŞART
Batının korktuğu başına gelecek!!
ALINTI: Le Mond Gazetesi muhabiri
" Fransız le Monde Muhabiri Guillaume Perrier'nin "Türkiye analizi"
"Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.
Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren "kültürel bölünme". Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.
Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş,
en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılıyan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da,
Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.
Onların, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca.
Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.
Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.
İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma olanakları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.
Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için,
git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.
Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.
Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.
Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.
Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.
Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.
İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.
Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi,
Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.
Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında.
Ve bu ikinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının olasıl olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.
Cumhurbaşkanı seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.
Peki, darbe olursa ne olur?
Yaşam tarzı Batı'ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.
Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika'nın önünde de ciddi bir engel var.
"Demokrasi getireceğim" diye Irak'ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye'deki "darbeyi" niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir "zorlamayı" gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.
Silahını ve parasını Batı'dan alan bir ordu ve ülke, Batı'dan koptuğunda ne yapacak? Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun yanıtını buldular.
Türkiye'de darbe olursa, dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran'la ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya'yla Iran'ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye'yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye-İran bloku dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu'nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa'yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan'ı, Pakistan'ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin'le işbirliği yapabilir.
Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya'dan oluşan "Batı" nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır.
Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye'deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
"Asla böyle bir şey olmaz" diyebilirsiniz...
Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor. O zaman ne yapacaksınız?
Bugün Türkiye'de kamplaşan ve bölünen insanların da...
Türkiye'yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine "baş öğretmenlik" yapmaya kalkan Avrupa'nın da... Türkiye politikasında "ikili" oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika'nın da...
... bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.
Türkiye'de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil."
Le Monde"