- 805 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
CÜMLE DIŞINDAKİ “ KADIN”
Yüzyıllar boyunca, yazı icat edildiğinden hatta insan dil denen iletişim kanalını keşfettiğinden beri yaradılışından bu yana sayısız cümleler kurmuştur. Acılarını, sevdalarını, özlemlerini, öfkelerini, ihtiyaçlarını ve nicesini sığdırıp yeri göğü inlettiği; kimi zaman devletler kurup devletler yıktığı, ordular dağıttığı, kaleler inşa ettiği ahkâm kesen cümleler... Doğumunu, iyisiyle kötüsüyle tüm yaşantısını ve nihayetinde yok oluşunu sığdırdığı cümleler.
Her şeyi sığdırdı insan bu cümlelere, sihirli söyleyişlere, yüreğini titreten ahenkli söz öbeklerine her şeyi sığdırdı. Kavgalarını, hırslarını, bencilliklerini, hiç yok olmayacakmış gibi tuğla tuğla işlediği yüzyıllık evlerini bile. Sığdırdı da sığdırdı, neyi unuttuğunu unutarak.
Kadını yalın ayak bıraktı cümle dışında. İltifatlar dizdiği dizelerden çok çok ötelere iterek, yaralayarak. Kimi kurduğu incitici cümlelerle kimi de bedenine indirdiği bir tokat darbesiyle. Kilometrelerle ifade ettiğimiz bu yeryüzünde ötekileşmeden, ötekileştirmeden kabullenemedik yaşamayı ne yazık ki. Şiddetle, hiddetle, hırpalayarak reddettik. Şimdi kalkıp bilmem hangi gazetenin üçüncü sayfa haberinde sonlanan hazin hikâyelerin varlığını hiçbirimiz inkâr edemeyiz. “Kadın” sözcüğünü hayatımızın neresine koyarsak koyalım eğreti duruyor ,değil mi?
Evlerimizde izlediğimiz kara kutuların içinde izlenen gündüz kuşağı programlarında çizilen senaryolara bakalım. Bu senaryoların giriş cümlelerinde çizilen kadın gelişmeye gelince ya yaralıyor ya da yaralanıyor. Sonuç malum; ya ölüyor ya ölüyor. Başka bir son mümkün görünmüyor. Yayın akışı sürerken seyredilen dizilerde bütün düzenbazlıklar, ihanetler “kadın” kimliğinin üzerinden dönüyor. Kimisinde bir kadın bir kadının en büyük düşmanı oluyor. Paylaşılamayan adamlar bu hikâyelerin en masumu (!) Kadın çaresizce bir döngünün etrafında sadece kadınlığını kullanarak başarıya ulaştığını sanıyor. Ona da başarı denirse tabii. Yakışıklı ve zengin oğlan fakir ama güzel kızın kurtuluşu oluyor. En acısı da biçilen bu rolleri kadınlar seve seve oynuyor. Toplumda çocuklara, gençlere rol model oluyorlar. Genç kızların hayallerini bu biçilmez roller, ihtişamlı yaşantılar süslüyor. Değiştirin kanalı!
Bir kadın bir başka kadının arkasından henüz ayağında bile duramayan terliği fırlatıyor. Gözlerinde öfkeyle karışık korkunç bir nefret. Neyin içine düştüğünü o bile anlamıyor. Topyekûn “kadın”ı yerle bir ediyoruz seyrede seyrede. Sadece seyrederek mi peki?
Dinleyerek de yapmıyor muyuz bunu? Zekâsıyla, çabasıyla, duruşuyla belki de dünyayı fethedecek kadın figürünü yalnızca kadınlığından nemalanmak için bir vitrine koyuyoruz. Hareketlenen şarkı sözlerinde sağır edecek kadar yüksek sesle açıyoruz müziği, alkışlıyoruz. Avuç içlerimiz patlayana kadar. Bunu kadın erkek yapıyoruz. İnsanlığın en büyük düşmanı oluyoruz hep birlikte. Her gün sosyal medyada yankılanan belki de birçoğumuzun yan dairesinde yaşayan, ötede bir evde karşılaşılan bir kadın cinayetine denk geliyoruz. Kanunların içindeki boşluklar suçluları serbest bırakırken biz o boşlukları binlercesinin yüreğine dolduruyoruz.
Bir zamanlar “Haydi kızlar okula!” kampanyasıyla okumaktan yoksun bırakılan nice kız çocuğu için verilen mücadele vardı, hatırlarsınız. Toplum kitaptan, okumaktan, öğrenmekten uzak bir kadını vitrine koyarken aynı zamanda şiddeti kabullenen, incitilen, yaralanan aciz kadınların da eskizini çizmişti o zaman.
Kadınlara atfedilen birçok özellik erkekte de mevcutken en kötüsüyle yapışıp kaldı kadın sözcüğü üzerine. Klasik psikolojinin şekillenmeye başladığı dönemlerde kadınların merakına olumsuz bir anlam yüklenirken, aynı özellikteki erkeğe araştırmacı adı yakıştırılmıştır.
“Kendi seçimleri elinden alıkonurken aynı zamanda kendinden bile sürgün edilmiştir.” der Kurtlarla Koşan Kadınlar’ da Clarrissa. Kendisi olmasına izin verilmediği zaman hangi canlıdan özgün olmasını beklersiniz, taklitsiz ya da özenli?
Toplum olarak yerle bir ettiğimiz kadını yine bütün yerle bir edenler olarak ayağa kaldırmak zorundayız. Bir kadın öncelikle kendi ağrı kesicisi olmalı ki bütün bir dünyanın ağrısı dinsin. 1945 ‘lerin Berlin’ini anlatan Berlin’de Bir Kadın romanında üçüncü göz şöyle der: “ Dünyanın en büyük acısı şüphesiz ki savaşları çıkaran cani, kravatlıların değil de hayalleri yüreklerinden patlarcasına kuş gibi uçan genç kızların, kucağında bebeğini emziren annelerin, pencere pervazında yol gözleyen sevgililerin, güç yaşama yine de dik durarak kafa tutan kadınların payına düştü.” Yinelemek gerekir ki gücü eline alan o yumruk şiddetle indiğinde en çok güçsüzü yaralar. Yaralanmamak için güçlü olmak zorundadır. En çok da kadın. Bunu okuyarak yapmalıdır. Merak ederek, araştırarak, sorgulayarak yapmalıdır kendisine hükmedilmesine izin vermeksizin. Bir kütüphane kurmalı ve cümle dışı edildiği her yapıtta kendini inşa etmelidir, infaz değil!
Sonra gerek bilimin gerek bilginin her türlü aydınlığın önünde olmalıdır. Yok mu dünyaca ünlenen, zekasıyla alkış toplayan, bilgisiyle büyüleyen kadınlar. Elbette var. Bir haber Yozgat’ta doğup büyüyen bir genç kızın dünyaca ünlendiği büyük bir başarısından bahsediyordu. Bunun gibi onlarcası daha.
Dünyanın her bireyi eşitliğin olması mümkün olmasa bile bunun için çabalamak zorundadır. Necatigil’in dizelerindeki yorgun kadın yorulmamalıdır artık, incitilmemelidir.
“ Kadındılar hep onlardan istendi
Ağırdı kaldırdılar
Taşlıydı bırakılsa elleri
Düşer kalırdılar.
Yetmedi mi bu yorgunluk? Haydi, kalkmak zamanıdır. Güçlü olmalı her kadın. Yorgunluğu bir sabah uykusuna bırakmalıdır. Uyanmalıdır artık!
NURAY KAÇAN
Nisan- 2021