- 240 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN KENDİ SİLAHINA TESLİM!
“Akan su pis tutmaz” derdi eskiler, ancak yeniler şişe suyu içtikleri için akan suyun nasıl olduğunu pek anlamazlar. Bu söz başlı başına bir yaşamın ontolojik temelini dillendirmektedir. Herakleitos, Boşuna dememişti,” İnsan akan bir sudan ikinci kez yıkanmaz” diye. Buradaki akış, hareket ve sürekli bir değişimi anlatmaktadır. Yaratıcı varlığın dışında var olan her şey sürekli bir farklılaşmayı kendi bünyesinde taşır. Ondandır ki, yapısında daima bir farklılaşma göze çarpar. Bir damla su olan insan, ana rahminde gelişmeye başlar bir organizmaya dönüşür sonrasında yeryüzüne gelir, yavaş yavaş olgunlaşarak kendi gelişimi tamamlar. Bu gelişim zirveye çıktığında inişe geçer ve eski haline döner.
Yaratıcı, malın mülkün ve altının tek bir elde toplanarak orada koruma altında kalmasını istememektedir. Sürekli aynı yerde kalan mal, gelişimini ve faydasını da imha eder. Allah’ın size verdiği mallarla imkanlarla, Allah’ın yarattığı imkanları elde edemeyenlerin faydalanmasını sağlayın ki, mallarınız sürekli bir değişim ve yenilenme sağlasın, yoksa kokuşarak pörsümeye gideceği muhakkaktır.
Bir buğday ambarına koyduğunuz buğdayın yeri değiştirilip toprağa ekilmesi ve insanların kullanımına sunumu olmazsa, bitlenerek küflenerek çürüdüğüne şahit olursunuz. Ancak ambarınızı boşaltır ve insanlara dağıtırsanız onun yerine hem taze buğdaylar koyarsınız hem de sizin dışınızdakilerin yaşamlarına katkıda bulunursunuz. Bu durum, yaşamın devam etmesini ve var oluşunun arkhesine karşılık gelmesini sağlar.
Son üç yüz yıldır insanın hem yüreği hem de yaşadığı evren çok kirlendi. Bu kirlilik insanlığın yaşamına farklı istek ve karanlıkları da beraberinde getirdi. Toprağa yerleşik tarım ve hayvancılıkla geçim sağlayan topluluklarda sahiplenme güdüsü ve yığarak kendisini kurtulanlardan olduğunu anlatmak için toplumda ifsat kaynaklarına pek rastlanmaz. Kentlerin oluşumlarıyla birlikte ilk çağlardan beri sınıflaşma ve farklı tabakalarda yer alanların bulundukları hali etrafa göstermek için imkanlarını da bir gösteriş aracı olarak kullandıklarına rastlamaktayız. Çünkü kentleşme bir anlamda, gösteriş merkezleri olarak ortaya çıkmaktadır. Peki neyi gösterecek orda yaşayan insanlar, bazıları agoralarda kendi oyunlarını sergilerken, kimileri pazarların sahibiymiş gibi kendi mallarını ortaya koyar, kimileri kendilerini mutlak güç sahibi gibi, herkesi kendi kontrolüne almaya çalışır ve diğerlerine zulmetmeye başlar. Böyle olunca kentler bir panayır alanı olarak karşımıza çıkar. Panayır yerlerinde insanların itibarı sahip olduklarının büyüklüğü ve onları elinde tutup ne kadar devam ettirdiğiyle ölçülür. Oysa tarım topluluklarında insanların değerleri, kendi değerlerinden daha üstün tutulduğundan insanların bir değeri var ve insanlar kendilerini anlatmak için dışardan sahip oldukları bir imkanla kendilerini anlatmazlar doğrudan kendileri var, Sahip olduklarını da tasarruflarında olan bir eşyayı el değiştirerek başkalarına da fayda sağlasın diye sürekli bir değişim ve dönüşüm ortamını oluştururlar. Yani aylarca evlerinden çıkmadan yaşamlarını devam ettirecekleri yiyecek ve içecek biriktirmezler. İhtiyaç duydukları anda, onu ihtiyaçlarını karşılamak için alırlar.
Toprağa yerleşik ilk topluluklarda sahiplenme hırs ve başkalarını sömürme güdüleri, onları kamçılayacak bir rekabet ortamıyla karşılaşmadıkları için çok fazla gelişkin olmadığı gibi, onları geliştirmek için özel çabalara da pek rastlayamazsınız. Ancak kent toplumları, beraberinde ortaya çıkan sanayi devrimi ve endüstriyel ortamların doğmasıyla bu isteklerin çok hızlı bir trendle hareketlendiğini görürsünüz. Bu haraketlilik rekabet ortamlarını oluşturur, ferdi rekabetin dışında ciddi bir toplumsal rekabette ortaya çıkar. Toplumsal rekabet içinde belli grupların ve cemaatlerin kendi şartlarını oluşturduğuna ve başka grup ve cemaatlerle yarışacak düzeyde sahiplik ve aidiyet vasıflarını yarış alanına döktüklerine şahit olursunuz. Bu sahiplik gösteri merkezleri bir vitrin haline geldiğinde ve farklı insanların da bu vitrinleri albenisi yüksek, varılması elde edilmesi gerekli bir yaşam gibi algıladıkları ortamda, mal ve mülk, bırakmamak üzere elde edilmesi gereken bir değer olarak görülür. Bu algı değişimi ve rekabet ortamının oluşumunda, insanın yaşam alanlarındaki farklılaşmanın önemli rol oynadığını görmekteyiz.
Sanayileşme ile hızla değişim gösteren kent yapılaşması yüksek katlı binaların çoğalmasına ve bu binaların belli ellerde sahiplikler oluşumuna neden olmuştur. Bu bina sahiplerinin artması malın belli ellerde toplanarak o ellerin dışına akışını durdurmuş ve Devlet bu imkanları koruyanları her iniş durumuna geçtiklerinde tüm imkanlarıyla onları tekrardan çıkışa zorlamıştır. Yani Üretim araçları ve imkanların belli ellerde toplanarak onların dışında kalanlar tarafından rahatlıkla kullanılmasının önüne geçilmiştir. Böyle olunca değişim durdurulmuş ve kâinatın tam ortasına insanlığın onuru kazığa çakılmış, kokuşmuş mal ve nesneler insanlığın onurunun üzerine kurşun gibi dökülerek, sadece mal ve imkanlar algılanır olmuştur. Yaşamın devamını sağlayan ve yaşam için gerekli olan kazanımlar, bir anda insan ile bulunduğu konumu değiştirmiş ve insan mal ve nesnelerin çoğalması ve korunması için bir kolluk gücüne dönüşmüş, insanın değeri insan olmasından çıkmış, sahip olunacak nesnelere sağlayacağı katkıya bağlanmıştır. Yani insan, insan olarak varlık sahnesindeki yerini, kendi kazanımlarının değişmezliğine ve büyümesine terk etmiştir. İnsanın ve onurunun varlık sahnesinden böylesi vahşi bir algıyla al aşağı edilmesi onun hayrına olmamıştır. Çünkü onu bir nesne olarak kullanacak, maksimum fayda sağlamasına önem verilen ama minimum hakların takdim edileceği bir sürüye dönüşümü sağlanmıştır.
Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Covit-19 virüsüyle bütün bir insanlığın korkuyla kuşatılmasının arkasında o mallara sahip olanların bütün bir insanlığı nesneye dönüştürme çabalarının hızlanarak zirveye doğru çıkarken vitese geçmeyen aracın tutukluluk yapması vardır. Bu tutukluluk hali aslında bütün bir insanlığı dirilterek kendine getirmesi ümit edilirken, daha bir köleleşmeye doğru nefeslerini tutarak akmayan sudan içerek kendi zehirlerini kendi oksijen çadırından almaktadırlar. Akan su kir tutmaz demiştik, akan hava yenilenir ve size daima temiz hava taşır, bu süreç sizin akledebilme melekelerinizi de canlandırır. Ancak o değişim durursa, sizin zihinsel ve kalbi uyanış destanı da imha olur ve bir korku sizi sarar, o korkuyla acaba sıra size ne zaman gelecek tedirginliği ile kendinizi dışa kaparsınız hem elinizdekileri hem de kendinizi koruduğunuzu sanırsınız. Oysa bu durum sizlerin, evrenin yaşamının üzerine oturduğu değişimi durdurarak kendi yok oluş fermanınızı hayata geçirdiğiniz andır.
Konumuzun başında anlatmaya çalıştığımız önermemize yeniden dönersek, kapital yaşam ağı, insanlığın hayatını kolaylaştırdı masallarının tesirinden çıkarak, insanlığa nasıl bir imha operasyonu olduğunu anlamak zorundayız. Yani malların belli ellerde birikerek değişime konu olmaması ve Mülk Allah’ın olduğu halde bu mülkün belli ellerde birikerek akışının ve faydalandırmasının önüne geçilmesi kâinatın düzenine yapılan en büyük saldırıdır. Bu saldırı güçleriyle birlikte hareket etmek elbirliğiyle yaşadığımız evrene ve kâinatın kutup başlarına müdahale etmektir. Bu kutup başlarıyla oynanırsa ne olur, hemen söyleyeyim öyle bir kısa devre olur ki, tüm kâinatın ışıkları patlar ve karanlık, bütün bir yaşam evrenini kuşatır, sonrası hesap günü herkes hesaba durur. Yani İnsanlık kendi saldırgan ve vahşi tavırlarıyla hesabı yaklaştırır. Ne kadar oburca yiyerek tüketmeye çalışırsanız o kadar çabuk kasiyere hesaba gidersiniz. Ancak imkanlar yeryüzünde paylaşılarak herkes arasında dönüp dolaşan bir suya dönerse o su herkesi faydalandırır. Çünkü su hayattır. Bir malın su gibi herkese akmasını sağladığımız gün, yeryüzü yeniden canlanacak farklı bir yaşam olacak ve biriktirilen mallar bir pislik olmaktan çıkacak kimsenin nefretle baktığı bir canavar olma özelliğini yitirecek ve bir nimete dönecek. Allah’ın mülkünün bir nimet olması için tüm yaratılmışlar arasında dönüp dolaşan ve gittiği her yere hayat ve yaşam götüren bir su gibi akmasına katkı sunalım. Bunu yapmaz da her geçen gün sahip olduklarımızı daha bir korumaya ve kollamaya çalışırsak, şunu unutmayalım ki, sadece pislik ve leş gibi kokan bu sahiplendiklerimizden kurtulmak için kendi burunlarımızı kapamak zorunda kalacağız. İçinde yaşadığımız günler bize bir uyarı olmasını ümit ediyorum…Yoksa herkes hayatı hakkında verilmiş olan fermanın uygulanacağı gün dışında bir bekleyişte olmasın derim…
Selam ve dualarımla, Evrenin temizlenmesine ve herkesin mutlu, huzurlu bir güne berrak ve duru bir zihinle uyanıp, müşfik bir kalple kucak açması için, akan sudan herkes bir defa yıkansın ki akan su olsun…
Erol KEKEÇ/17.04.2021/23.23