- 419 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ SAVAŞ
"Ecel gelmiş cihana, baş ağrısı bahane"
Eski kitapları karıştırıyorum şu sıra. Sınavlardan arta kalan zamanımı pek değerlendiremiyordum. Gerçi sınavlarında pek ehemmiyeti kalmadı gözümde. Ne ramazanın tadı var, ne şu boşa geçen zamanın. Sahur vakti klasiklere veriyorum kendimi. Bu manasız zamanın melankolisinden bir nebze olsun uzaklaşmak istiyorumdur kim bilir. Geçmişi okurken de, geçmişte yaşayan yazarların ülkelerinde gelişen olumsuz olayların etkisinde kalıp, kah melankoliğe vurduğunu, kah romantizme tutunduğunu görüyorum. Yaşadığımız ortam ruh halimizi fazlasıyla etkiliyor. Tabi ki, şu her iki günde bir ölüm haberi aldığımız günlerinde etkisi büyük içinde bulunduğumuz ruh haline.
Hayatın şakası yok, ecelin hiç yok! Bir ablamızı daha kaybettik geçenlerde. Büyük kızını yeni nişanlamıştı. Şekeri vardı covidle bir olunca yoğun bakıma aldılar. O gün grubumuzda oluşan mesaj trafiğinden anlamıştım ki, ablamız hakkın rahmetine kavuşmuştu. Mesajlar gelirken kitabımı okumaya devam ediyordum. Bir türlü elim telefona gitmedi. Telefona bakmamın da bir lüzumu yoktu. İçimde ki his kuvvetle onun haberi diyordu. Ezan okunmuştu. Abdest alıp namaza durdum. Sonrasında yasin açıp okudum ve adına hediye eyledim. Duamı yaptıktan sonra aldım elime telefonu. Ses kayıtları atmıştı herkes başta cenaze haberi. Yasin topluyorlardı. Okumuştum elhamdülillah.
Bizde yakın zamanda adı konulmayan bir hastalık geçirmiştik ailecek büyük kızım hariç çocuklarda bir şey yoktu. İlaçsız ıhlamur vitamin vs, atlatmıştık çünkü bu ilk hastalığımızda değildi. Belki de kaç kez covide yakalandık da haberimiz olmadı. Evden bir yere çıkmadık tabi bu süreç boyunca. Gitmek istemediğimiz yerlerde ki bazı arkadaşlar kırıldı belki. Ama kırılmamak gerekirdi. Hele kronik rahatsızlıkları olan dostları daha bi korumak gerekirdi. O ablamızda muhtemelen nişanda kapmıştı şifayı. Küçük aile arası olsa da bir yerden buluyor bu bela. Herkes aynı geçirmiyor, herkes yataklara düşmüyor, düşeni de kolay kolay bırakmıyor. Allah koronanın mustehakını versin. Çok canlar yakıyor. Gerçi en başta dediğim gibi ecel gelmişse cihana baş ağrısı bahane. Hem de ne baş ağrısı çeken bilir. Hiç kayda geçmemekle birlikte birkaç defa yaşadım birinde şuurumu kaybettim. Yine de doktora gitmedim. Evde halledebiliyordum baş edemeseydim zira giderdim. Çünkü hastaneleri çok ciddi olmadıkça meşgul etmemek gerek, zaten bizim yaşlarımızdakilere evde istirahat öneriyorlar. Allah doktorlarımıza, hemşirelerimize, hasta bakıcılarımıza sabır ve güç versin. Onlarda defalarca hastalanıp görevi icabı olay yerini terk edemiyor ve bazıları sonunda yenik düşüyor. Bu konuda bir çok şehit verdik.
Yani içim kırık hayata. Kalbim ağrıyor, ruhum boğuluyor. Bahar gelmiş dalları çiçek açmış ne fayda. Eskiden şair ruhu besleyen bu mevsim bile içimi kıpırdatmıyor. Bunca yara bere içinde, aşkmış, şiirmiş bir manası kalmıyor. Hani umutlu bir hikaye üretebilsek, yaşamasak ta yazsak okusak mutlu eder mi? Bilmem. Bu doğrusunu bildiğin yalanın ikna kabiliyetinin olamaması gibi bir şey. Bu sebepten kendimi geçmişte yaşanan yada yazılan hikayelere veriyorum. Hüseyin Rahmi’nin bir kitabının önsözünde hikaye ve romanla ilgili yorumlarını okumuştum. Romanın gerçeklik payının zayıf oluşundan ilgisini çekmediğini ancak gerçek olduğuna ikna edildiği hikayeleri okuduğunu yazmıştı. Kendisi de gerçeklik payı yüksek olan hikayeleri tercih ettiğini yoksa okuyucunun soğuduğunu iddia ediyordu. En azında duygular kişinin kendi yaşamış olduğu duygular olmalı ki o hissi tüm detaya girerek okuyucuya aktarsındı. Evet bende bariz yalan hikayelerden sıkılırım. Şu sıra hayatta bu tür kitaplar gibi bariz yalan görünüyor gözümde. Yalancı mevsimler, yalancı sevinçler. Hani derler ya suyun bile tadı yok. Hele ki şu mübarek günlerde akşama kadar hevesle bekleyip yediğimiz yemeğin bile tadı yok. Hem nasıl olsun ki, yakın çevremizde ki, evlerde annesi, babası ölen çocukların boğazlarından bir lokma aş geçmiyor. Ölene değil kalana üzüntüm. Ölen belki de şahadet şerbeti içecek. Kalana hayat zehir belki onu koruyamamanın acısı vicdanını deşerken uykuları haram geceler geçirecek.
Dışarıda büyük bir savaş var. Bombaların patlamadığı kanların dökülmediği ama canların yittiği sessiz bir savaş bu. Bu savaşı aslında bitirebilmemiz mümkünken hala yaşama heveslerimiz, gezmelerimiz, yemelerimiz birlikte olma arzularımız bizi gittikçe yalnızlığa sürüklüyor. Bilmeden sevdiklerimize en büyük kötülüğü yaptığımızı unutturuyor. Evlerden birine görünmez bir bomba düşüyor, sessizce ölüm saçıyor. İnsanlar ölünce bizde sessizleşiyoruz. Sosyal hesaplarımızda bir yas havası, paylaşımlarımıza geçici bir ara, ama bir ara. Sonra arası biten filme devam niteliğinde o play tuşuna basmamız işte duyarlılığımızın süreci. Aslında basacaksın hayatın pause tuşuna. Kendin için yapacaksın bunu en başta vicdanın için.
Elif karadaş