- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUTSAL ÖLÜMDE AMORF ŞARKILAR
İkisi de fakir fukaraydılar. Hatta odada bulunan bulunmayan herkes yoksuldu.
Acının örttüğü sessizlikte gürültülü bir kahkaha yankılandı. İnce dilsiz bir çığlığa benziyordu kadının ağzından dökülen, eksik dişlerinin arasından dünyaya fırlattığı o gülmekle ağlamak arasında –arafta-sonsuza kadar kalmaya mahkûm edilmiş gülüş. Yapış yapış bir kiri, bir gizi; odadakilerin yüzlerinde patlayan yankının izine bulaştırdığının farkına varmayan kadın, bunun hiçbir zaman farkına varmayacak, varamayacaktı.
Karıncalar gibi üşüştüler başına. Işığı soğuran hayatın soru işaretini, ölümün havai fişeğini tetikleyen bedenin başında toplandılar... Giderek bir bedene indirgenen o göçmenliğin vedasına yetişememişlerdi. Ölümden daha başka bir şeye geç kalmışlardı sanki.
Karıncalar insanlara benzerdi.
Her zaman bir şeylere geç kalınırdı.
Bu sefer dizi dizi sıralanarak geldikleri o cansız tümseğin etrafına kümelenmişler; aralarında anlamadığımız bir dilde konuşuyorlardı. Hiçbiri güneşin sıcağıyla helmelenmiş, saydam bir yalnızlığı çağıran kutsal örtüyü göremiyor, bu örtüye benzer saydamlıkla sarmalanmış yalnızlığın kimsesiz sunağında kurban edilmiş ,giderek soğuyan o bedene dokunamıyordu.. Bu his genizlerde buğulanan su rengindeki kokuyu içlerine çekmelerine engel oluyordu… Karıncalar bu ağıt kokan, efsunlu, garip titreyişi ruhlarına almak istemiyorlar, O’nun bedenine yaklaşamıyor, yaklaşmıyorlardı.
Bir şeyi bekliyor olabilirlerdi… Evet evet , bir şeyi bekliyorlardı. Geç kaldıklarının farkında olamayacak kadar kendilerinden geçmiş, ruhanî BİR SARHOŞLUĞA SARINIP, DAMARLARINDA GEZİNEN KANIN RENGİNİ BERRAKLAŞTIRAN o yalnızlığın sesini duymaya tahammül edemediklerinden –ki bu şaşkınlıklarından belli oluyordu-sürekli mırıldanıyorlardı. Konuşmaları huzur veren şarkılı bir dua gibi insanın içindeki yoksulluğun duvarlarına çarpıyor; yoksunluğun kulaklarında adamın yalın ve sevecen sesine dönüşüyor, eski zaman dedeleri ve babaannelerinin ruhlarının gezindiği o iki katlı ahşap yapının duvarlarında yankılanıyordu.
Kadın bir kahkaha attığında sebepsiz, karıncalar ve dahi insanların yüzlerine garip ve huzur veren sessiz bir öpücük gelip çörekleniyordu sanki. Ağlamaklı bir gülümseme değildi bu görenlerin söylediğine göre. Yalnız bırakılmış sessiz bir çığlığı tetikleyen o deli kadın kahkahası ölü adamın sesiyle birleşmiş;bir şarkı kendini söylemeye başlamıştı. Sessizlik gibiydi adı. İlk kez yoksulluklarını ve yoksunluklarını unutup; bir şarkıya, ölüme ve yaşama, neşeye ve hüzne, aynı anda teslim olmuşlardı.
Hepsi sağanak sağanak gülmeye başladılar… Bulutlar yağmur gibi bir gülüşü uladı gökkuşağının beline… Gökyüzündeki kuşlar artık sahipsiz değildi. Ne de karıncalar yeryüzü toprağında sahipsiz… Saydamlığından sıyrılan,soyunan o beden kendini toprağa teslim ederken; tüm sevdiklerinin kulaklarında o bitimsiz şarkı çalıyordu. Karıncaların ağzından şöyle söyledi şarkı ve sonra kayboldu. “Hoşçakal koca yürekli adam. !Yüreği zengin çocuk ! Kuşlar,melekler ve kiraz çiçekleri sana emanet. Onların hem ruhlarını hem ağızlarını tatlandır. Hoşçakal… Ve hep bir ağızdan bir şarkı oldulşar unutulan bir fotoğrafın kırık ezgisi yankılandı vakur yüzlerinin siluetinde.
Hayat ve ölümün bitimsiz ritminde adamın cansız bedeninde adeta dans ediyordu karıncalar.. Huzurlu bir teslimiyetin doğuşuna tanıklık ediyordu yaşam; ki diğer adının ölüm olduğunu bilerek… Gözleri kapalı,yıldızları seyrediyordu yattığı yerden adam….
******* Temmuz 2015/ ….by apieceofrose ***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.