- 769 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
770 – AŞKIN DİLİ
Onur BİLGE
İlhan da susuyor. Bir elif miktarı değil, hem de çok susuyor. Hep susuyor. Yüreğinin içinde fırtınalar kopuyor belki. İçlerinde dev dalgalar saklayan denizler, derinliklerinde balinalar gizleyen okyanuslar gibi dışa vurmuyor duygularını. Karşıdan bakıldığında, hafif rüzgârlarla titreşen mavi ipek bir kumaş gibi görülüyor.
Her şey için bir vakit vakit vardır. Belki konuşması için de öyledir ama ne zaman, bilmiyorum. Bilmem imkânsız. Ümidim de hevesim de kalmadı. Belki böyle daha güzel...
Ben de susuyorum. Sükûtum daha hayırlıdır konuşmamdan. Sığ sularda, meltemle dahi kıpırtılar başlar. Ancak Aşkdeniz gibi gönülleri ancak büyük kasırgalar coşturabilir. Derinliklerinde ne girdaplar vardır bilinmez.
Ancak ikimizin işitebileceği bir melodiye kapılmış gidiyoruz. Sanki yalnız işitme engelliler için yapılmış, ancak dıştan değil içten hissedilebilen darbelerin titreşimlerine ayak uydurarak romantik bir aşk müziğiyle doyumsuz bir danstayız.
Beyin dalgalarıyla iletişime geçebilme yeteneğine sahip olan ender kişilerdeniz. Sözlere gerek duymuyor, birbirimizi sessiz hissedebiliyor, aynı ruh haline girebiliyoruz. Nadiren göz göze geldiğimizde koyu ve derin bir sohbete dalabiliyoruz.
Harflerden oluşmayan bir dil keşfetmişiz. İkimizden başka anlayanı ve konuşabileni yok. Gönülden gönle hüzzam makamında şarkılar gönderiyoruz. Gecenin sessizliğinde, hayatın durduğu yerde, aramızdaki koca caddeye, onca mesafeye ve engele rağmen birbirimizi yan yana olmasa da can cana hissediyoruz. Öyle ki onu kimseye sorma ve tanıma gereği duymuyorum. Çünkü artık onu en iyi ben anlayabilir, en iyi ben biliyorum.
Susması önemli değil. Sussun zaten. Ne diyecek ki dese dese? Böylesi çok daha iyi hem. Olaysız, sorunsuz, sorumluluksuz... Zaten bunlar konuşamazlar. Konuşarak değil de ancak yazarak anlatabilirler duygu ve düşüncelerini. Fenden ve matematikten iyi anlarlar. Kompozisyonda da çok başarılı olabileceklerini sanmıyorum. Ancak beden dilinde ustalar.
Susmak, en kolay çözüm belki içinde bulunulan duruma. Etliye sütlüye bulaşmamak, hiçbir meseleyle uğraşmamak... Şimdilik her şey yolunda... Bakalım sükût ne kadar, nereye kadar? Her şeyin bir bitimi vardır elbette.
Bu böyle çok fazla uzayıp gidemez bence. Bir yerde kilitlenir kalır insanlar. Bir zamanlar gözlerin ve gönüllerin kilitlendiği gibi... Günler asırlar gibi gelmeye başlar o zaman. Buz kesmeye başlar kalpler sessizliğin dondurucu ayazında. Sükût ruhları buz baltası haline getirir.
Bu da bir nevi kırılıştır, kopuştur. Buz tutan göllerdeki kırılışlar ve kopuşlar gibi... Aşkın efsunlu güzelliğini farklı yönde etkiler. Her kırılışla güvenilirlik kalmaz buzun üstünde. Her kopuş, çok vahim bir tehlike arz eder. Her kayıtsızlık, bir kırılışa ve kopuşa yol açar. Artık atılan her adım oldukça tehlikelidir.
Neden susar insanlar? Susarak kendilerinden mi kaçarlar? Nereye kadar susabilirler? Ağızlarını kapatsalar, gözlerini yumsalar dahi onca mesafeye ve engele rağmen birbirlerini tek bedenmişçesine hissederlerken neden suskun kalma yolunu seçerler?
Yalnız ağızlarıyla ve dilleriyle mi konuşur insanlar? Bilinen, bir zamanlar konuşulmuş ve halen konuşulmakta olan dillerin dışında, ikizler arasında oluşturulan diller gibi bir dil olamaz mı yani? Hatta sessiz, hatta harfsiz... Kelimesiz cümlesiz...
Öyle bir dil ki biteviye bir şeyler anlatan... Öyle bir dil ki istemli istemsiz ve nihayetsiz... Bilinen sözcüklerle ifade edilemeyen sözleri bir çırpıda dillendiriveren... Anında anlaşılacak kadar açık ifadelere sahip... İşte böyle bir dil geliştirmişiz aramızda ki acayip mi acayip!
İlhan susuyor. Ben susuyorum. Biz en iyi susmayı biliyoruz zaten. O konuda rakipsiziz ikimiz. Ancak biz sustukça bizde sürekli konuşanlar var. Gözler, eller, ayaklar... Birbirimize bakmasak da konuşmaya devam ediyor bunlar.
Eller, gizlendikçe açıkta kalıyorlar. Nereye konacaklarını bilmiyorlar. Gezinip duruyorlar.
Ayaklar, ta uzaktan yere başka bir tempoda basmaya başlıyorlar. Gözler, birbirlerinin dillerini de ellerle ayakların dillerini de biliyorlar. Hatta bazen saçlar bile katılıyor ifadeye. Bazen giysiler bile...
Birkaç kitap iştirak ediyor bazen aşkın diline. Bazen bir çiçek, bir portföy veya çanta... Bazen dokunulan bir yer ya da bir şey... Bazen bir sandalye kenarı, bazen bir masa üstü...
“Acaba eşyalar da mı hissediyor aşkı?” diye düşündüğüm bile oluyor. Çünkü aşkla dokunulduğunda ellerin eşyaya teması aniden değişiyor. Aşkın büyüsüyle büyüleniyor her şey.
Aşkla bakıldığında gökyüzündeki bulutlar bile sarhoş oluyorlar. Romantik bir dansa başlıyorlar birbirleriyle. Uzaklaşıyor, yakınlaşıyor, ayrı veya birlikte hareket ediyorlar, aşkın müziğiyle.
Aşkla seyredildiğinde, gecede birbirlerine uzaktan göz kırpan yıldızlar bile ilanı aşk etmeye başlıyorlar hal diliyle. Aralarındaki akıl almaz mesafelere ve kıyamete kadar yasaklanan vuslata rağmen hep birlikte ve efsunlu bir ahenk içinde, boşluktan oluşan o üç boyutlu devasa pistte, o aşkın büyülü müziğiyle kendilerinden geçmiş vaziyette döne döne dans etmeye başlıyorlar.
Kapılar kapılara, pencereler pencerelere, ağaçlar, çiçekler, her şey ama her şey birbirine aşkla bakıyor, onlara aşkla bakıldığında. Bu olayın şampiyonu ise her zamanki gibi Uludağ oluyor. O iki sevgili hep kucak kucağa duruyor. Aşkları, dünya kurulalı beri aynı şiddette devam ediyor. Gün gelir, herkes ayrılabilir sevdiğinden ama onları birbirlerinden ayırmaya kimsenin gücü yetmez! Kıyamet kopuncaya kadar susarak konuşacaklar, birbirlerini İlahi aşkla sevenlerin sembolü olarak yaz kış yemyeşil ve oldukları gibi kalacaklar!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 770