- 595 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
768 - SÜKÛT
Onur BİLGE
Işıl susuyordu. Susmak hoşgörülü olmaktı. Çaresizlik ya da zayıflık değildi. Haklı olduğu halde dahi susmak bir erdemdi. Asalet ve sabırdandı. Aynı zamanda çok büyük bir tepkiydi. Hem haklı olan susarsa Yaratan konuşurdu.
Işıl susmuştu. Konuşmuştu konuşmuştu, anlatmıştı anlatmıştı ve galiba kendisini, duygu ve düşüncelerini anlatmaktan ümidini kesmişti. Belki de sessizliğiyle koyuyordu tavrını. İzliyor, dinliyor, düşünüyor, hissediyordu ama sükûtu tercih ediyordu.
İçine mi kapanmıştı? Dedeye mi darılmıştı. Ona aşırı mı sahiplenmişti de kıskançlığından mı kilitlenmişti bilmiyordum.
Belki konuşacaktı da vaktini kolluyordu. Konuşmak için önce dinlemek gerekirdi. Söze kulak yolundan girilirdi. Malzeme mi topluyordu acaba?
“Her söz için önce dinlemek gerekir.” diyordu Define. “Dinlemeye gerek duyulmadan anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’ın sözüdür!” Din ehlini kin ehlinden ayırt etmemizi öğütlüyordu. Hakikati anlatanı aramamızı, onunla oturmamızı, konuşmamızı...
Dede bir şey anlatacağında, hepimize aynı şeyi ayrı ayrı anlatmamak için: “Lütfen susun! Hepiniz dinleyin!” diyor, öncelikle sükûneti temin etmeye çalışıyor, sonra konuşmaya başlıyordu.
Virane’de Hak dili olabilen ondan başka kimse yoktu. Ancak soru sormakla yetiniyorduk çoğu zaman. Sorulara bir diyeceği yoktu. Soru, bilginin anahtarıydı. Ancak soruların arka arkaya sıralanması nedeniyle Işıl’ı ikaz etmişti. Edebe riayet de gerekirdi. Başa çıkamayınca öyle davranmak zorunda kalmıştı.
Işıl’ın da yaptığı neydi öyle! Daha bir sorunun cevabını beklemeden diğerine atlamak, bir konu aydınlanmadan diğerine geçmek... Bu arada meydan okumak, kızmak, bağırmak, herkesi hiçe sayma raddesine varan davranışlar sergilemek... Her şeyin bir haddi vardı! O nedenle Define hiç de haksız değildi. Üstelik ne yaptıysa kırmadan dökmeden, incitmeden ve kibarca yapmıştı.
Işıl sessiz kalarak kırıldığını göstermeye çalışıyor olmalıydı. Belki de anlattıklarıyla yerden göğe haklı çıkmaya çalışmıştı da hakkı, umduğu gibi teslim edilmeyince, anlatmak istediklerinin dilediği gibi anlaşılamadığını düşündüğünden, artık daha fazla konuşmaya gerek kalmadığına karar verdiği için sessiz kalma yolunu seçmişti.
Onu yakından tanımaya çalışıyordum. O nedenle anlattıklarını dikkatle dinliyordum. Onu kahreden ölüm olayından sonra da öfkesini bir süre konuşmayarak gösterdiğinden söz etmişti. Demek ki derin kederler sonucunda susmayı tercih edebiliyordu.
O zaman da çok uzun süre susmuştu. Annesi kabul ettiği kadının ölümüyle içine kapanmış, bir daha ağzını açmamıştı. Ancak okula gitme vakti geldiğinde, okuyabilmek için, ona sevgi gösteren bir komşu kadınla öğretmeninin hatırını kıramadığı için tekrar konuşmaya başlamıştı. Bunları kendisi anlatmıştı.
“Onlar benim konuşamadığımı sanıyorlardı. Aslında ben onların ne dediklerini anlıyor, içimden cevaplar veriyordum. Sadece ağzımı açmıyordum. Bilerek, isteyerek susuyordum. Konuşamadığım için değil. Susarak belli ediyordum kızgınlığımı.
Annem olarak kabul ettiğim kadının son nefesinde dahi yapayalnız bırakılışına tahammül edememiştim. Kocası neredeydi? Kayınvalidesi neredeydi? Kayınbabası, yakınları, iyi zamanında yanından ayrılmayanlar, evinden çıkmayanlar neredeydiler? Pişirirken taşırırken, onlara mükellef sofralar hazırlarken, davetler verirken tam kadro yanındaydılar!
O, bunu hiç mi hiç hak etmemişti! İnsanları sevmemeye başlamam, bu olaya dayanır. O günden beri kimseye güvenim kalmadı! İnsan düşmeyegörsün! O anda dostu düşmanı seçilir, etrafındaki kalabalık dağılır, ya bir kişi kalır yanında ya iki... Üç kişi kalmışsa, kendisini şanslı saymalıdır!” demişti.
Define bir keresinde de: “Dil, kalbin tercümanıdır. Mecburiyet hasıl olmadıkça sükût tercih edilmelidir. Dilin belası çoktur! Ağızdan gıybet, nemime yani koğuculuk, yalan, iftira ve istihza gibi istenmeyen sözler çıkabilir. Bunlar edebe sığmaz, iyi insanlara yakışmaz. İnsanı helak eder! Vakara uygun olan az konuşmaktır. Sükût, her hikmetin başıdır.” demişti. Ardından da kime ait olduğu bilinmeyen iki dize okumuştu:
“Kelâmın fizza ise sükût eyle olsun zehep
Kemâl ehli, kemâlâtı sükût ile buldu hep”
Sonra da açıklamasını yapmıştı, iyice anlaşılması için: “Söz gümüşse sükût et ki altın olsun! Olgun insanlar, olgunluğu daima susmada buldular.”
“Kimseye yararlı olmayacak söz söylemenin sonunda pişmanlık, sükûttaysa selamet vardır. Bazen susarak anlatılanlar, konuşularak anlatılanlardan çok daha tesirli olabilir. İnsan bir olay veya söylenen bir söz karşısında ya susar ya konuşur. O anda düşünmeli, bunlardan hangisinin hayırlı olacağına karar vermeli ve onu tercih etmelidir. Fakat sükût, çoğu zaman daha makbuldür.” demiş, söylediklerini hadislerle desteklemiş, “Sükût ahlâkın başıdır. Kemalin, kelamının altındadır.” buyurulduğunu nakletmişti.
Daha sonra da sükûtla ilgili atasözleri veya vecizeler söylememizi istemişti. O kadar çok vardı ki! Hepimiz birkaç tane söyledik. Bitecek gibi değildi. Demek ki sükût gerçekten çok önemliydi.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 768