- 648 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
767 - TEBESSÜM
Onur BİLGE
Neşe ağır makyaj yapmıyordu ama her zaman gülümsüyordu. Oysa o belki de aramızda anne kaybını yaşamanın yanı sıra en ağır sorumlulukları yüklenmiş olan insandı. Ruhsal durumu eskiye nazaran daha iyiyse de tam anlamda düzelebilmiş değildi. Buna rağmen o güzel yüzü hep tebessümüyle aydınlanmaktaydı. Define bir keresinde ona her zaman tebessüm etmesinin nedenini sordu.
“Seni seviyorum dede. Arkadaşlarımı seviyorum. Virane’yi, Sarı’yı, Çiçek’i seviyorum. İnsanları seviyorum her şeyden önce. Onun içindir.” dedi.
Kültürpark gezimizden bir hafta sonra Işıl tekrar aramıza gelmişti. Fakat bu defa sessiz, sakin, ortamda yokmuş gibi oturuyor, ne konuşuyor ne de gülüyordu. Sadece konuşulanları dinliyordu. O eski Işıl gitmiş, yerine cansız bir beden gelmişti. Eski hali ne kadar tuhaftıysa, yeni hali de o kadar acayipti. O halini yadırgamıştık, bu halini de garipsedik. Önceleri deli deli konuşuyor, arka arkaya sorular soruyordu. Ya iç çeke çeke ağlıyor ya da kahkahalarla gülerken krizlere giriyordu. Şimdiyse hep susuyor, sadece dalgın dalgın bakıyordu. Onu uzaklaştırdığı için içten içe Define’ye kızıyor olmalıydı.
“Işıl, sen de gülümsemeyi denesen artık... Yüzündeki o taşlaşmış ifadeyle manken gibi donup kaldın! Hayata mı küskünsün, yoksa bana mı? Küçücük bir tebessümünle çok şeyi değiştirebilirsin belki. Sen bana gülümsersen, ben de sana gülümserim mesela. Bizi mutlu gören biri ya da birileri de gülümsemeye başlar. Böylece mutluluk dalga dalga yayılır mekâna. Hüzün bulutları dağılır, güneş açar. Ne dersin?”
“Denerim dedeciğim. Neşe’nin karşısına geçmem lazım.” Neşe, inci dizisi gibi dişleriyle daha geniş bir gülümsemeyle baktı ona.
“Beni mi aynalamak istiyorsun Işıl? Memnuniyetle...” dedi, o en sakin ve en tatlı sesiyle.
“Tolstoy der ki: “Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer.” Neşe Virane Kafe’ye geldiğinde Lev Nikolayeviç’in bile kabrinde bir aydınlanma oluyordur. Benim bile gözlerim kamaştığına göre...”
“Bu iltifatını mutlaka bir yere kaydetmem ve asla kaybetmemem lazım Halit!” dedi Neşe. Orçun ondan geri kalır mı hiç!
“Fiyodor Dostoyevski de: “Gülüş, ruhun hiç şaşmayan aynasıdır. Yalnız çocuklar, kusursuz bir gülüşle gülmesini bilirler.” demiş. Aramızdaki en sevimli çocuk da Neşe!”
“Neden öyle dedin Orçun? Ben çocuk muyum!”
“Çocuk değilsin ama yüzün çocuk! Çocuk yüzlüsün. Öyle değil mi arkadaşlar?”
Bütün gözler Neşe’nin yüzüne çevrildi. Belki de o zamana kadar kimse farkında değildi ama çoğunluk onayladı. Belki genetiği öyleydi belki de hep gülümsediğinden öyleydi yüzü. Yuvarlak, beyaz, cam gibi... Hatlar çocuksu...
“İki şey çok makbuldür çocuklar: Tebessüm ve sükût...” dedi Define.
Neşe tatlı tatlı tebessüm etmeye devam ederken Işıl ona baka baka gülümsemeye başladı. Zaten Neşe’yi görür görmez Halit’in ağzı kulaklarına varıyordu. Ben de onlara bakıp gülümsüyordum. Dede zaten dörtköşeydi.
Virane’de güneşli bir hava oluşunca masalara bakan Duygu bir isteğimizin olup olmadığını gülümseyerek sordu. Birer çay daha istedik. Memnuniyet ve sevinç dolu bir sesle Ahmet’e seslendi. Ahmet şen bir: “Tamamdır!..” işareti yaptı.
Herkes birbirinden etkilenerek keyiflendi. Öyle bir çay içildi ki! Bardaklar tabaklara kurulmuş, kırmızı yanaklarıyla gülümsüyorlardı. Çay kaşığı onları gıdıklıyor, kıkır kıkır güldürüyordu. Define: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor?” diye soruyordu. “Fincancı katırları ürkmüş dede!” diyordu İhsan. Işıl aniden gülünce arazöz oldu! Halit’in omuzundan aşağıya çayı püskürttü. O boğulacak gibi olunca millet kahkahayı bastı! Duygu yukarıya koştu, arkadaşların gömleklerinden birini getirdi. Halit üstünü değişmeye Define’nin odasına gitti. Çıkarılan kirlenen gömleği Duygu’ya verdi. O da onu küçük bir leğene atarak hemen lekeli kısmı sabunla köpürte köpürte çitilemeye koyuldu.
Akşama kadar hoş ve içaçıcı şeylerden bahsedildi. Fıkralar anlatıldı, şiirler okundu. Tavlada ve satrançta yenen de güldü yenilen de... Ahmet’le Duygu daha neşeyle çalıştılar ve daha fazla para kazandılar. Biz de huzur ve mutluluk kazandık.
Virane’de ne varsa tebessüm ediyor gibi geldi bana. Bahçe her zamankinden daha çiçekli, daha renkli ve daha aydınlıktı sanki. Sarı, ayaklarımızın arasında dolanıp duruyor, neşeden nasibini almış olmalı ki keyifle kuyruğunu sallıyordu. Çiçek cik cik ötüyordu. Ötmüyor, adeta şakıyordu.
O kadar minnettar olduk ki Define’ye! Işıl’a tebessüm ettirdi diye... Kaç gündür içimizi karartmıştı oflayıp puflaması! Ahmet şarkılar mırıldanmaya başlamıştı. Orçun ıslık çalmaya... Halit yine bir köşeden Neşe’ye bakıyor, önündeki kâğıda onun karakalem bir portresini çiziyordu.
Öyle neşeliydik ki dünyada kederin köküne kibrit suyu dökülmüş gibiydi. Dünya yansa umurumuzda olmayacaktı sanki.
Hacı Mehli geldi aklıma. Tabakhane Sokak’ta dayı dayı yürürken: “Evin yanıyor, Hacı Mehli! Koşsana yahu!” dedikleri halde hiç istifini bozmadan sakin sakin sarı körüklü çizmeleri, golf pantolonuyla ağır ağır, iki yana sallana sallana, kasıla kasıla yürümesi, kocaman göbeğine sardığı gökkuşağı renklerinin tamamını taşıyan çizgili ipek Alanya kuşağıyla, onun sağ tarafına soktuğu, sapını sağ elinin altına aldığı koca kasap bıçağıyla, pala bıyıkları, kırmızı yanaklarıyla Giritli kasabı hayalimde seyretmeye başladım. Bıyıklarını oynata oynata: “Ne yapayım yahu! Ben mi söndüreceğim evi! Yanarsa yanar!” dediğini duyar gibi oldum. Neden o kadar gailesizdi acaba? Uyuşuk muydu, vurdumduymaz mıydı? Biz de onun gibi mi olmuştuk?
Mutluluk iksiri içmiş gibiydik. Eve döndüğümde annemle babam da benden etkilenecekler, onlar da gülümsemeye başlayacaklardı mutlaka. Hoş bir atmosfer oluşacaktı yemek masamızda. Gece boyu da devam edecekti kuşkusuz.
Acaba İlhan’a da yansıyacak mıydı? Pencereden bakarsa ve yüzümdeki huzur ve mutluluğu görürse belki o da gülümseyecekti. Fakat ne yazık ki yine o beni rahatça görebildiği halde ben onu göremeyecektim! Gülümseyip gülümsemediğini bilemeyecektim.
Gülen Kız’ın tebessümü, büyük ihtimalle huzur içinde uyumama ve güzel rüyalar görmeme de sebep olacaktı. Bütün bu güzellikler, Define’nin önerisi ve yardımıyla, en yakın arkadaşımın o tertemiz çocuk yüzünden hepimize aksetmişti. Gülümsemek ne güzeldi!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 767