- 674 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
766 – CAN SIKINTISI
Onur BİLGE
Işıl telefon etti. Kültür Park’ta buluşalım, konuşalım biraz. Çok canım sıkılıyor Semiray!” dedi. Kabul ettim. Giyinip hemen çıktım. Sıcak bir öğle sonuydu. Herkes evinden çıkmış, çay bahçeleri tıklım tıklımdı. Parkın yolları sokakları, patikaları cıvıl cıvıl insanlarla doluydu.
Boş bir bank buluncaya kadar epey bir dolaştık. Temiz hava aldık güya ama bana hiç de temiz gibi gelmedi. Altıparmak’ın havası nefes almamı zorlaştırıyor. Parkta bile ciğerlerim Antalya’daki gibi ferahlayamıyor. Türkiye’nin, Eskişehir’den sonra ikinci sanayi merkezi... Fabrikalar zehir püskürtüyor. Hava kirliliği had safhada...
Ben Bursa’nın havasını Antalya’nın tertemiz havasıyla kıyaslamayla meşgulken Işıl, Define ve Virane hakkında konuşuyordu. Kendisini ihraç edilmiş hissediyor, bunu kabullenemiyor, kıvranıp duruyordu.
“O adamın Define’le samimiyetini kıskandım. Demek ki beni kötü etkilemiş. Ben kıskanç olmadığımı söyledim ona. Aslında kıskanç biriyimdir. Sevdiğim insanları paylaşamam! Biliyorum, yanlış ama ne yapayım ben de buyum!
Virane’nin öyle bir çekim gücü var ki! Bana ne oluyor bilmiyorum ama oraya gitmezsem vakit geçiremiyorum. Can sıkıntısından patlıyorum! Sadece bildiğim, hani özlediğin insana koşarsın ya... Ondan bir gün bile ayrı kaldığınızda özlersin. Ben de Virane’yi ve sizi çok özlüyorum. Dede artık beni dinlemek istemiyor. Hani ailenden biri ölür de büyük bir boşluk oluşur ya hayatında, işte Define kenara çekilince, öyle bir boşluk oldu dünyamda. Uçurum gibi bir boşluk ve ben onun kıyısındayım!”
“Abartma Allah aşkına Işıl! Biraz kafanı toplaman için seni bir süreliğine kendi haline bıraktı, o kadar! Kovmadı, dışlamadı ya!”
“Dur! Daha bitmedi diyeceklerim! Diğer konuya gelince... Define’nin hayranları çok. Aklıma şimdi geldi. Mutlaka Allah’ın bir değil bin bildiği vardır. Madem ki dünyada hiçbir şey tesadüf değil, sizinle ve Define’yle tanışmamız da tesadüf değil. Belki de Allah bizi böyle deniyor. Bu sayede insanın insan için ne kadar önemli olduğunu anlamamı istiyor. Sizden uzak kalınca, benim için ne kadar önemli olduğunuzu anladım. Çünkü birkaç gün ayrı kalınca çok özledim sizi. Arkadaşlığın, dostluğun ne kadar önemli olduğunun, sohbetin ve dertleşmenin nasıl bir ihtiyaç olduğunun bir kere daha farkına vardım.”
“Biz de sana alıştık Işıl. Biz de senin yokluğunu hissediyor ve yasağın bir an önce kalkmasını istiyoruz. Uzun sürmez. Sen de elinden geldiği kadar çabuk toparlanmaya çalış!”
“Bir gün gelir de insan en çok sevdiklerinden de alışkanlıklarından da vazgeçermiş. Belki benimki de alışkanlıktır. Belki bir süre sonra ben de alışırım, Define’nin ve sizin yokluğunuza. Belki o zaman özlemez olurum. Vazgeçerim yanınıza gelmekten.”
“Bizi unutmak zorunda değilsin ki! Sadece bir süreliğine Virane’ye gitmeyeceksin ve onunla bir araya gelmeyeceksin. Bizimle buluşmaman ve konuşmaman için bir sebep yok ki! Hiçbirimizle aranda bir sorun yok! Her istediğinde beni yanında bulabilirsin Işıl. Üzülme!”
“Bilmem ki! Sanki siz de beni dışlamışsınız gibi geldi bana.”
“Bunun için bir sebep var mı! O senin kuruntun!”
“Ben size kendimi neden anlattım biliyor musun? Belki de yorumlarınızla beni bana bildirecektiniz. Adeta kendimi kaybetmiştim. Öyle değişik düşünceler içindeydim ki! Gerek din konusunda gerekse sosyal konularda...”
“Başına o kadar çok şey gelmiş ki! Yine de güçlü bir insanmışsın ki o kadar sorunla başa çıkabilmişsin. Senin yerinde başkası olsaydı çoktan pes ederdi. Dede, şimdi senin daha da güçlü olmanı, yere daha güvenle basmanı istiyor. Seni denize bıraktı, uzaktan kontrol ediyor. Yüzmeyi öğretmeye çalışıyor. Şimdi çırpınacaksın, çabalayarak kendini kurtarmayı başaracaksın! Böylece yüzmeyi öğreneceksin. Hem bu senin kendi başarın olacak.”
“Yapabilir miyim bilmiyorum. Çok canım sıkılıyor! Birden bire yapayalnız kalıverdim. Sudan çıkmış balığa döndüm! Her şeyden önce kendime güvenim yok. Dede öylesine kendine sahip biriydi ki! Bana da sahip çıkıyordu. Onun korumasında kendimi güçlü ve güvende hissediyordum.
Mesela bir konuşmamız esnasında: “Benimle konuşmak isteyen birçok kişi var. Kaybeden sen olursun, ben olmam!” diyordu. Düpedüz bana: “Sen kaybedersin!” diyordu. O kadar kendinden emindi ki meydan okuyordu! Demek ki kendisini çok iyi tanıyordu. Fakat ben kendimden habersiz vaziyetteydim. Böyle bir sözü asla söyleyemezdim!”
“Onun kaybedecek neyi var! Hasta ve yaşlı adamın biri... Malı yok mülkü yok. Üç beş parça eşyası, basit alet edevatı, hatıra eşyalarla dolu bir sandığı ve yıllardır yazdıkları var, o kadar! Teşbihte hata olmaz. Ölmüş eşek kurttan mı korkar!
Onun öyle dediğine bakma! İnsan insana muhtaç. Bir hayvana bile alışıyor insan. Onun yokluğunda oluşan boşluğu bile en azından bir süre kolay kolay dolduramıyor. Acı çekiyor. Çiçek’in ya da Sarı’nın bile bir yeri var Define’nin hayatında. Hepimizin ayrı bir yeri var. Kendini yabana atma! Yenilenerek dingin bir kafayla geri döndüğünde, o da çok sevinecek! İnan bana!”
“Tabii ki Define’nin o sözünden çok etkilendim. Onu çok sevdiğimi her fırsatta söyledim. Asla onu kaybetmek istemedim. Benim için çok değerliydi. Her zaman, her konuda müracaat edebileceğim, akıl danışabileceğim bir insandı. Kaya gibi arkamdaydı! Sırtımı dayamıştım ona ve o arkamdan kaçıverdi!”
“Bence ona çok fazla bağlandın. Sevgi, mallanma raddesine geldiğinde insanları bunaltır. Doğru söylemek gerekirse, son zamanlarda onu, gelenden gidenden, hatta bizden bile kıskanmaya başladın. Bunu inkâr edemezsin. Biraz da suçu kendinde ara! Şayet bu kadar çok sevmek suçsa...”
“İnkâr edemem! Bir de bende anne eksikliğinin yanı sıra baba eksikliği de var. Ölen annem, gerçek annem olmadığı halde anneliğini yaptı ki onu unutamıyor, gerçek annem gibi hissediyorum ve yerine asıl annemi bile koyamıyorum ama bu adam, baba yerini işgal etmekte olduğu halde asla baba gibi olmadı! Çünkü bencil biri!"
"Ya gerçek baban? O halen hayatta... Onu sevemiyor sun? Baba olarak kabul edemiyor musun? Geçek annene ve babana ısınamamanın sebebi ne? Onlardan sevgi ve yakınlık göremiyor musun?"
"Galiba onlara karşı öfkem devam ediyor. Beni küçük yaşta yuvadan attıkları için... Neden kardeşlerimi değil de beni attılar? Tamam, kan çeker ama sevgi ve saygı zorlamayla olmuyor. Zorla da kazanılamıyor. Onlara yaklaşmak istediğimde, aynı adlı kutupların birbirlerini ittikleri gibi itildiğimi hissediyorum. Aynı şeyi bu verildiğim insanlara yaklaştığımda da hissediyorum. Bir kuvvet beni itiyor sanki.
Vefasız biri değilim. ne şekilde olursa olsun, iyilik gördüğüm kimselerin yaptıklarını karşılık bırakmam. Üstüme düşeni elbette yapacağım. Fakat onlarla aramda hiçbir çekim gücü yok.
Mesela ben Define’yi baba gibi gördüm ve çok sevdim diye o da beni sevecek değil ya... O beni, benim onu sevdiğim kadar sevmedi diye de sevgiden vazgeçecek değilim. Aramızda benim hissettiğim muazzam bir cazibe vardı. O hissetmiyor olabilir, ya da ben ona inadına itici geliyor olabilirim. Ondan, benim ona karşı hissettiklerimi hissetmesini bekleyemem ki! İkimizin de yolu açık olsun!”
“Senin onunla diyaloğunun temeli neydi? Sevgi, saygı ve güvendi. Öyle değil mi? O da bu konuda seni yanıltmadı. Sana karşı gerektiğinden fazla hoşgörülü ve sabırlı oldu. O zaman sorun ne?”
“Sevgi, saygı ve güven biterse geriye hiçbir şey kalmaz ki zaten. Aramızda o üçü hep vardı ve asla yok olmayacak!”
“O üçü var oldukça, ayrılık ne kadar uzarsa uzasın, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, dostluğunuz sarsılmaz, bir araya gelince de hiçbir şey olmamış gibi kaldığınız yerden devam edersiniz. yeter artık, üzülme! Boşuna kendini harap etme!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 766