- 739 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZCİ
MASAL/DENİZCİ
Zaman zaman içinde bulut göğün göğsünde periler saz çalarken, cüceler gol atarken, ben uçan arabama binip devlerin ülkesinde fırıl fırıl uçarken… Bir varmış iki çokmuş üç yokmuş bir ülkede güçlü mü güçlü, zeki mi zeki bir denizci varmış. Bu denizcinin ne bir ailesi varmış ne de bir kimsesi. Arkadaşı dersen iri bir geyiği. Sadık mı sadıkmış ona. Denizci, bu can dostuyla dağ tepe gezinir odun toplar, sonra onları sırtına bağlar birlikte yorgun argın eve dönerlermiş. Geyik de sabahın ilk saatlerinde dağları dolaşır, güzel otlardan yermiş. Denizci onu sağar ve sütüyle kahvaltısını yaparmış. Aslında, onun güçlü kollarının sırrı bu sütü içmesiymiş. Denizci adam, geceleri balık tutmak için ağ örer gündüzleri denize gider; balık ağını denize atar, denizden balık avlar kasalarla pazara götürüp satarmış. Balık paralarını her cebine koyduğunda: “İşte bileğimin gücü bu benim” dermiş. Onu duyan pazarcılar da, bu koca dünyada paranı onlarla paylaşacağın bir ailen yok yazık sana! Bir an önce birini bul da evlen denizci!” derlermiş. Gelin görün ki, denizcinin aklında ve yüreğinde rüyalarında gördüğü kızdan başka birisi yokmuş. Onu nerede ve nasıl bulacağını da bilmiyormuş. Onlara verecek bir cevap bulamadan sessizce yola koyuluyormuş.
Bu dünyada tek dostu olan geyiği, onu her yorulduğu yerde sırtına bindirip hızlıca ormanda dolaştırıyormuş. Denizci, onu ve ailesini her gördüğünde iç çekip böyle bir aileye sahip olmadığı için üzülüyormuş. Geyik ise, ona anlamlı gözlerle bakıp, sanki “O günler uzakta değil”der gibi iri başını omuzlarına sürüyormuş.
Günlerden bir gün, bu güçlü denizci yine avlanmak için denize gitmiş. Ağının kesik yerlerini onardıktan sonra denize atıp balıkların gelmesini beklemeye koyulmuş. Ancak ağa bir balık bile takılmamış. Sağına soluna bakmış hiç balık görememiş. Hayret içinde söylenmeye başlamış: “Ne oldu bu balıkçıklara? Nereye gitti bunlar? Denizin sakinliği görülmemiş şey.” demiş. Denizcinin bu halini gören geyiği, ona üzülmüş. Balıkların denizin üstüne çıkmamalarını o da garipsemiş. Tekneye boynuzlarıyla vurmaya başlamış. Denizci onun bu hareketinden şüphelenmiş. Anlaşılan geyik onun denizin dibine gitmesini istiyormuş. Bu akıllı hayvanın hislerine güvenen Denizci, hemen denizin dibine inip balıkları aramaya koyulmuş. Kayalıkların arasında balıkların akın ederek dolaştıklarını görünce durumu anlamış.
Orada içi mücevherlerle dolu kocaman bir mücevher kutusu varmış. Balıklar da onları yiyecek bir şey sanarak ağızlarına almış dolaşıyorlarmış. Denizci, onları suyun yüzüne doğru yönlendirmiş. Hepsi birden ağızlarında mücevher parçalarıyla ağa doluşmuşlar. Denizcinin ağzı açık kalmış. Ağa rengarenk mücevherlerle doluşan balıkların gerçek olduğuna inanamamış. Geyik ise balıkların denize dönmemesi için ağın kenarlarını ağzıyla tutmaya çalışıyormuş.
Zaman içinde dolaş
Denizde at bin kulaç
İnsan hayaller kurar
Aralanır kapılar
Sevimli geyik, bu güzel yürekli denizcinin daha fazla sevinmesini istiyormuş. Onun temiz kalbinin derinliklerinde beklediği güzel kızın karşısına çıkacağı günün geldiğine inanıyormuş. Denizcinin sevinçten ağzı kulaklarına varıyormuş. Balıkların ağızlarından çıkardığı mücevherler bir kovayı doldurmuş. Sevinçle pazara gidip bunları satmış. Yolda ormana doğru giderken ağaçların altında bir hışırtı duymuş. Can dostu geyiği, aldığı kokunun izini sürüyor ve başıyla işaret ederek ona bir şeyler göstermeye çalışıyormuş. Denizci koşarak geyiğin olduğu yere varmış. O anda şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacakmış. Yerde boylu boyuna yatan beyaz elbiseli kız, rüyalarında gördüğü kızın ta kendisiymiş. “Aman Allah’ım! Bu da ne? Bu sen misin gerçekten de? Aylardır rüyalarımda gördüğüm o güzeller güzeli kız karşımda şimdi!” demiş. Olanları oracıkta izleyen geyiği, denizcinin şaşkınlığına gülümsemiş.
Ormana nereden geldiğini bilemedikleri bu güzel kızın derin uykusundan uyanmasını beklemişler. Denizci geyiğin göbeğindeki mis kokusunu sürdüğü mendili kıza koklatmış. Güzel kız bir anda kendine gelmiş. Onun yosun yeşili gözlerine bakan gence sevgiyle bağlanmış. Bu ıssız ormana uzak mı uzak ülkesinden nasıl geldiğini bir bir anlatmış. Kraliyet şatosunda annesi ve babasıyla mutlu mutlu yaşarlarken, günlerden bir gün annesinin hastalandığını, babasının da ülkedeki bütün doktorları toplayarak onu iyileştirmelerini emrettiğini söylemiş. Ancak bütün çabalara rağmen kraliçe iyileşmemiş. Aksine daha da kötüleşmiş. Bunun üzerine şatoya yakın bir kulübede bulunan büyücü kadın, krala gelerek kendisinin kraliçeyi iyileştirebileceğini söylemiş. Ancak, bunun için; kraliçenin çok yağmur yağan ormanlarda yetişen bir bitkiyi yemesi gerektiğini söylemiş. Çaresiz kral, eşinin iyileşmesi için her teklife atılıyormuş. Hemen bir tabur askerle büyücüyü ormana yollamış. Ancak, bir gün sonra elleri boş geri dönmüşler. Büyücü, krala bu bitkinin başka ülkelerin ormanlarında yetişmiş olabileceğini söylemiş. Ancak, kendisinin çok yaşlı olduğundan uzak yolculuklara dayanamayacağını söyleyerek, prensesin onun yerine askerlerle yola çıkması gerektiğini söylemiş. Prensesin yola çıkması üzerine hileci büyücü, askerleri prensesi uçuruma atmaları için büyülemiş. Askerler, onu uçuruma atarlarken bir geyik onu kurtarıvermiş. Fakat, gidecek yer bulamadığından günlerdir bu ormanda barınıyormuş. Denizci, kızın anlattıklarına hayret etmiş ve üzülmüş. Ama bir yandan da onu bulduğu için seviniyormuş.
Denizci, ona bir ömür boyu kendisiyle yaşamayı teklif etmiş. Prensesin yanakları al olmuş, utançtan dili tutulmuş. Ağzından usul bir ‘evet’ kaçmış. Bunu duyan denizci prensesi geyiğin sırtına bindirerek evine götürmüş. Geyik ailesi, onları sevgi dolu seslerle karşılamışlar. Denizci, denizin ve rüyalarının müjdesi olan bu güzel prensesle evlenmiş. Büyük bir bahçesi olan şirin bir ev yapmış. Böylece eşiyle ve çocuklarıyla birlikte denizden balık avlayarak yıllar yılı mutlu ve huzurlu yaşayıp gitmişler.
Onlar sevmiş sevilmiş denize bereket çökmüş, gökten üç elma düşmüş, evlerde helva pişmiş, bize de elveda düşmüş…
Ayşe Ciplioğlu Kaş