- 513 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEFERBERLİK ZAMANI (SARIKAMIŞ)
‘’ SARIKAMIŞ-ÇANAKKALE, ... VE BU VATANI CANLARI PAHASINA BİZLERE ARMAĞAN EDEN TÜM ŞEHİT VE GAZİLERİMİZ ANISINA, SAYGIYLA…’’
SEFERBERLİK ZAMANI (SARIKAMIŞ)
Seferberlik ilan edildiği ve eli silah tutan herkesin askere alınacağı haberi Anadolu’nun diğer yerleşim yerlerine ulaştığı gibi Karaca Köyüne de ulaştı.
O yıllarda ardı-arkası gelmez, bitmez-tükenmez savaşlara gidip de gelen hemen hemen hiç olmazdı. Yokluk, kıtlık, hastalık bu insanları iliklerine kadar teslim almıştı. Buna rağmen, memleketin düşman işgalinden kurtuluşu, geleceği ve gelecekleri için bir daha geri dönmemek üzere İbrahim gibi, Beköğ gibi eli silah tutan niceleri toplandılar köy meydanında…
Saydılar, sayıldılar tam doksan sekiz kişi !...
Kimisinin ayağında yırtık yıpranmış çarık, eskimiş yemeni içinde kıl çorap...
Kimisinin sırtında aba denilen keçeli bir caket…
Kimisinin üzerinde boydan boya bürünmüş ince kefenimsi bir köğnek....
Köyde neredeyse genç sayılacak erkek kalmamıştı.
Kimi baba, kimi evlat, kimi kardeş, kimi evli, kimi nişanlı, kimisi çocuk sayılacak yaştaydı…
Seferberliğe giderken helâllik aldılar; geride kalan analardan, bacılardan, eşlerden, nişanlılarından, yakınlarından, yavuklularından, konu-komşularından,...
Sıra, sıra dizilmiş tam doksan sekiz (98) yiğit insan!.., bir daha geri dönmemek üzere ayrıldılar evlerinden, barklarından…
Analar, bacılar, nişanlılar, yavuklular, yavrular…, uğurladılar babalarını, kardeşlerini, eşlerini, yavrularını, …..ateşten kor olmuş yüreklerini soğutmak istercesine kanlı göz yaşları içinde…
Beklediler yılarca, umutlarını hiç yitirmeden….
Gidenlerden, birinin adı Beköğdü(Bekir), yeni doğacak bebeğini bekliyordu, diğerine ise İbrahim derlerdi birkaç gün olmuştu evleneli, henüz elinin kınası solmamıştı…
Beklenen Bebek dünyaya geldi, adına Cuma dediler. Cuma, iki - üç yaşına geldiğinde birden dile geldi, seslendi anasına; Ana! Ana! Ağam öldü, ağam öldü, gelmeyecek dedi ve sustu Cuma,...Ana şaşkın, ana çaresiz… Dedi; Oğlum Cumaya ayan oldu, Beköğ Öldü! gelemeyecek her halde? diye söylendi umutsuzca. Cuma babasını hiç görmedi, öksüz büyüdü, ana ölene kadar asker kocasının yolunu bekledi…Beköğ gelmedi Cepheden….
İbrahim… köyün gençlerindendi. Henüz bıyıkları yeni terlemiş, güleç yüzlü, hatırşinas, sözü sohbeti hoştu. Çok içli ve bir o kadarda güzel kaval çalardı. Öyle içten, öyle duygulu bir kaval çalardı ki; kavalı çalmaya başladığında sanki zaman durur, yer gök İbrahim’in kavalını dinlerdi. Gün geldi İbrahim’i evlendirdiler... Gelenektir, adettir dediler ellerinin avuç içini kınaladılar. Seferberlik haberi geldiğinde İbrahim’in elindeki kına daha solmamıştı.
İbrahim’i yıllarca, beklediler anası, bacısı, yeni evlendiği eli kınalı gelin eşi…belki bir gün döner de, gelir diye ….Eli kınalı kaval çalan İbrahim,…gelmedi cepheden…
Tek bir seferde, seferberliğe katılıp cepheye giden köyün doksansekiz (98) yiğidinin neredeyse tamamı cephede kalmıştı.
Sadece bir kişi gelmişti cepheden…yorgundu, hastaydı, bitkindi adı Hasan Hüseyin’di. Uzun yaşamadı, kısa süre sonra O’ da göç eyledi bu dünyadan, ince hastalık dedikleri veremden.
Uzun yılar asker yolu beklediler, bir çoğu ömürlerinin sonuna kadar evlenmediler. Düğünü, bayramı haram saydılar. Onlar gelmeden düğün bayram neyimize!..., dediler.
Dönüp dönüp bakarlardı gidenlerin gittiği yöne; gardaş, baba, evlat, eş, nişanlı, yar…yolu beklediler belki bir gün döner de, gelir diye….
Dönmediler!...
Seksen Hanelik köyün, kırk(40) hanesinin baba ocağı sönmüş, çoğu ailenin soyu kurumuş, kapıları kilitlenmişti…
Geride kalan; O çilekâr, cefakâr insanlar, kıtlıktan, yoksulluktan, hastalıktan bitap düşmüş, hasretten, özlemden, sevdadan, acıdan kor olmuş yürekleri dert ortağı türkülere döker, söylerlerdi; dağda, bayırda, tenhada, tarlada, ocak başında, …. belki ayan olur, gidenler duyar, diye.
‘Gidersen ey(ğ)lenme gurbet ellerde
Nesli hünkâr kutlu devranım tez gel
Leyl ü nehar kutlu devranım tez gel
Selamın gözlerim gardaş esen yellerden
Zülfü siyah gaşı kemanım tez gel
Kaşı kara gözü kemanım tez gel
Eli kınalı kaval çalan gardaşım, cananım, severim , çitilim
Gel ağam gel, paşam gel, canım gel, sultanım gel gel, tez gel…
Eğil dağlarda eğil başından aşam, gitti göğnüm gardaş, gardaş, nerde ulaşam,...,diye.
…
İşte bu Türkü, Onların Türküsüdür...!
Not(1): Bu anlatımda adı geçen Beköğ(Bektaş, nüfusta kayıtlı ismi Bekir) Annemin Dedesidir. İbrahim(Eli kınalı kaval çalan) ise Babamın adını aldığı amcasıdır.
Türkü[(ağıt)(Eserin)];
Söz-Kaynak: Ali Rıza(Dedem)-Vahap(Amcam)-İbrahim Durak(Babam).
Müzik-Yorum-(söz eklem-düzenleme çalışması): Abbas DURAK.
Not(2): Burada söylenen türkü(ağıt) 6(altı) kıta olmakla birlikte bir kıtasına yer verilmiştir.
Yazan: Abbas DURAK 03.02.2019
Fotoğrafın kaynağı: Google’den alıntıdır.(Sarıkamış vakası ile ilgili kayıtlı fotoğraflar)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.