- 690 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
765 – AFOROZ
Onur BİLGE
Işıl’la Define’nin arası yine bozuldu. Dede belli etmemeye çalışıyor ama çok kızdı ona. Yaşlı ve hasta olduğu için itina etmeliydi. Şimdi araları limoni... Işıl, ikinci ikazı aldıktan sonra bir de uzaklaştırma cezası aldı. Dede, en güzel biçimde anlatmaya çalışıyor ona bunu. Kırmadan dökmeden, incitmeden... Gerçekten yılan hikâyesine döndü anlattıkları. Arap saçına mı demeliydim yoksa? Biz de yorulduk.
Işıl, dedeyi bizden kıskanmaya başladı. Viranede ve onun hayatında tek olamaya çalışıyor. Oysa sadece biz değiliz ki ona ihtiyacı olan! Dışarıdan gelenler de var. Koca koca adamlar, kadınlar, fakirlerin yanı sıra zenginler, iş adamları...
Ona kısaca Büyücü diyorum ben. Onu gören, yumuşacık ses tonunu duyan büyülenip kalıyor. Elini değdirdiği, üstüne kalıyor. Kapıdan giren eşiği aşındırmaya başlıyor. Fakat Işıl o kadar vaktini alıyor ki diğerlerine sıra gelmiyor. Sabır sabır da, sabır da bir yere kadar!
Virane’ye, Define’yle konuşmaya gelen bir tekstilci vardı. Orta yaşı biraz aşmış varlıklı biri. Işıl, üçüncü görüşünde onunla tartışmaya başladı. Dalaşmaya demeliyim aslında. Onu diskalifiye etmeye çalıştı. Güzel bir genç kızın, istediğinde rahatça ve kolayca yapabileceği bir oyunla hem de... Onun bakışlarını beğenmediğini söyleyerek... Oysa hiçbir olağanüstülük yoktu ortada. Her şey normaldi.
“Bundan sonra sana tek kelime dahi etmek istemiyorum dede. Sevgiden, dostluktan bahseden sendin değil mi! Yaratan beni boşuna seninle karşılaştırmadı. Bir hikmeti vardı mutlaka. Bana yardım etmeli, beni korumalı, benim tarafımı tutmalıydın. O adamın bakışlarını beğenmedim ben. Ne işi var aramızda? Ben onunla tartıştım, onu aforoz ettim, sen sesini bile çıkarmadın! Madem ki haksızdım, neden onun hakkındaki düşüncemin yanlış olduğunu ona söylediğinden bana bahsetmedin?
Bana arkadaş olduğunu söylüyordun. Arkadaş, hataları düzelten, uyaran ya da doğruyu anlatan kişi değil midir! Ben cehennem ateşinde yanacak olsam, senin de yanmayı göze alman demektir! Ya da cennete gittiğin yolda arkadaşının da elinden tutup, zorla da olsa götürmek demektir.
Senin birileriyle samimi olman beni kıskandırmaz. Ben kıskanç biri değilim. Ne dünya malını, ne de dünya insanını kıskanırım.
Allah’ı kullarından kıskanırdım. Düşün! Çoğu insan annesini, babasını paylaşmak istemezken ben Allah’ı kulları ile paylaşıyorum! Bu paylaşımı asla kıskanmadım. Fakat bazen “En çok beni sev!” dediğim oldu. Bazense “Senin yüreğinde benim de bir sevgim var. Her kulunu aynı oranda sevmezsin. Bazı kullarını daha bir fazla seversin. Erenleri, peygamberleri... Ben de bana verdiğin sevgi ile yetineceğim.” dediğim de oldu.
Ne olduğunu bilmiyorum. Bu ara çok değiştim galiba. Yeniden haberci rüyalar görmeye başladım.”
“Ben de birisine gidip, senin benden istediklerini istedim. Bana yolumu o buldurdu. İlkin onu anlayamadım. Fazla sofu olduğunu düşündüm. Yaşama tarzı tuhafıma gitti. Hayata bakış açısı da değişikti.
Onunla önceleri sadece arkadaştık. Sonra dost olduk. Öyle ki neredeyse hiç ayrılmamacasına... Beni o yetiştirdi. Ona çok şey borçluyum.
Önce ona derdimi anlattım. Dinledi, anlayışla karşıladı, yol gösterdi. Sonra yavaş yavaş bildiklerini öğretti ve beni yönlendirdi. Bunu yaparken hissettirmedi desem yalan olmaz. Ben de suya yatırılmış kalas gibi su çektim, şiştim de şiştim!
Ben de senin gibi çaresiz kalmıştım. Ben de yıllarca yanmıştım! Kimsenin umurunda değildi. Sen de yan bakalım biraz!
Her şey yana yana gider. Araba, kurşun, güneş, dünya... Uçak, füze, gönül... Allah’ı bulmak kolay değilse ve ille de arayarak bulacaksan, ara dur! Ben inat etmemiştim. Öyleyken nasıl bir ceza kesildi bana, anlatamam! Sen çok aceleci ve inatçısın! Fakat kuru inat seninkisi.”
“Allah seni karşıma boşuna çıkarmadı. Beni de rüya kanalıyla karşısına boşuna almadı. Neden olabilir mesela? Tembelliğimdendir, aptallığımdandır ya da deliliğimdendir. Bence bunlardan biri ikisi ya da hepsi nedeniyledir. Başka neden olacak!”
“Bir süre görüşmeyelim istersen. Sen kafanı iyice toparla, sonra kaldığımız yerden tekrar devam ederiz. Ne dersin? Bence kafan iyice karışık.”
“Bana kızdın mı dede? Kırıldın mı sakın? Öyleyse çok üzülürüm inan!”
“Sana dargın, kızgın falan değilim. Sen anutsun! Yani inatçı... O nedenle ne yapacaksan kendin karar ver ve yap! Ben görevimi yaptım, diyeceklerimi dedim, bitti! Allah, önce beni, sonra seni ıslah etsin! Cennetine Cemaline layık etsin!”
“Emek vermeden ürün alınır mı! Üzüldüm. Demek ki beni yeterince sevmemişsin dede. Bir çırpıda vazgeçtin, silkeledin attın!”
“Bir süre kendini dinle. Şayet sözlerime değer veriyorsan, sana bugüne kadar söylediklerimi düşün. Bir süre sonra bana anlayışlı ve olgunlaşmış olarak dön. İnat varken, sabrın faydası olmaz. Duygularını yokla. Seçimini yap. Sonra dingin bir ruh hali içinde gel buraya. O zaman ne ben boşa emek sarf etmiş olurum, ne de sen kararsız kalır, bocalar durursun. Her şey çok güzel olur.”
“Benim kusurum sadece acelecilik ve inatçılık mı?”
“Dahası da var. Zaman zaman asisin. Çoğu zaman şaşkınsın, kararsızsın, aksisin. Hepimizde vardır bu özellikler ama zamanla törpüleye törpüleye azaltmaya çalışırız. Ya da bize bunu bir başkası yapar. Bana Kaptan yardımcı olmuştu. Fakat ben törpüye değil, eğeye bile geliyordum. Belki de farkında olamadım ama tornadan da geçtim. Bana ne yaptı bilmiyorum ama önceki huylarımın ve itiyatlarımın çoğundan eser kalmadı.”
“Ne yapmam lazım dede? Nasıl olmalıyım?”
“İnsan vardır, toprak gibidir. Tevazu içinde verilenin hepsini emer. İnsan vardır, kaya gibidir. Verilenler üzerinden kayar gider. Emeğime yazık! İnadında ısrarcısın. Sabır faydasız. Hem sen benim cevap yetiştirdiğim tek kişi değilsin. Onlara da yazık! Öteki arkadaşların da benden bir şeyler bekliyorlar. En azından dertlerini dinlememi... Derman olsam da olamasam da... O nedenle ara verelim görüşmemize, konuşmamıza.
Dedim ya... Sen kafanı dinle biraz, kendini toparla, sonra yine gel. Gel ama epey bir merhale kat etmiş olarak...Hem zaten annenle baban da tatilden dönmüşler. Biraz da onlarla vakit geçir. Onlarla konuş. İçine attığın ne varsa yüzlerine karşı söyle. Söyle ama kendini kaybetme! Öfkeye kaptırma! Kırıcı, yıkıcı olma! Sükûnetle hallet problemlerini. Vaktiyle uğramış olduğun haksızlıklar, ruhunda çıbanlar halinde ve artık patlama raddesine gelmişler. İçlerinde ne kadar cerahat varsa sık çıkar, akıt ki şifa bulasın!
Bu bir süreliğine ayrı kalmamız iyi bir fırsat olacak senin için. İçin açılacak. Ferahlayacaksın! Kokmuş patates çuvalını sırtından atacaksın. Yıkanıp paklanacaksın. Temiz elbiseler giyecek, mis gibi kokacaksın! İnan bana!”
“Onlara kinlendiğimi biliyorsun. Onlardan nefret ettiğimi de... O patates çuvalı dediğin kalbim, içim... O kokmuş patatesler de kinim, nefretim, öfkem! Bunları onlara söylediğimde huzura kavuşacağım, öyle mi?”
“Gayet tabii... Onlara Eyvallah etmemek için deli gibi iş arıyorsun! İş bulmak için kendini paralıyorsun! Halbuki biz biliyoruz ki onların parasal sıkıntıları yok. Eksikleri olmadığı gibi fazlalıkları bile var. O zaman, onlardan kopmak için para kazanmak istediğin apaçık ortada. Kandırmayalım birbirimizi. Anladığım kadarıyla parasal konularda ellerinden geleni yapmaktan kaçınan insanlar değiller. Sen kaçıyorsun onlardan. Hayatının başından beri en büyük meselen onlarla... Onu hallet önce. Bak ne kadar rahatlayacaksın! O zaman inatçılığın da azalacak, aceleciliğin de, isyanın da... Ne uyumlu, ne huzurlu bir insan olacaksın! Daha kolay ve daha rahat anlaşabilmemiz için bu dediğimi yapman şart! Neticesi ne olursa olsun, yapmalısın! O zaman rüyaların da değişecek. Kâbusların bitecek!”
“Peki! Görevin bittiyse sana ne diyebilirim ki! Peki, ben bu dersten kaldım yani.”
“Sen onu idrak edebilecek kapasitedesin.”
“İçimde bir sızı var. Yüreğimde bilmediğim buruk bir sızı... Daha önce hiç böyle olmuş muydum? Olmuşumdur, belki de hatırlamıyorumdur. Sanki vicdan azabı çekiyorum. Kendimi tutmasam olduğum yere düşecek gibiyim!
Dedeciğim, seni çok sevdiğimi, isteyerek üzmediğimi biliyorsun, değil mi? Bari bana bunun böyle olduğunu söyle de rahatlayayım. Sen de beni seviyorsun, değil mi? Bana bunları söylerken sen de içinde öyle bir sızı hissediyor musun? Yani şu anda yüreğimde hissettiğim gibi bir sızı... Daha şimdiden özlemeye başlamış hissediyor musun kendini? Ben öyle hissediyorum da...”
“Zaman zaman en sevdiğimiz kişilerden bile ayrı kalmamızda fayda vardır. O zaman onları çok daha iyi anlarız. Oturur düşünürüz... Onlar hayatımızda, her istediğimizde yanımızdayken mi her şey yolundaydı, uzaklaştıklarında mı? Eğer her arzu ettiğimizde ulaşabileceğimiz yerdelerken hayat daha kolay ve daha güzeldiyse, onlara döner, bir daha da yanlarından ayrılmamaya çalışırız. Bunu denemelisin. Annenle baban tatile gittiklerinde hayat nasıldı, şimdi nasıl? Bunu da değerlendirmelisin. Sırtında kambur olan varsa, o çuval gibi atmalı, hafiflemelisin!
Bu arada beni yanlış anlama! “Anneni babanı at, bir başına yaşamaya başla! Özgür kız ol!” demek istemedim. Onlar yok farz et! Onlar için sen yoksan, senin için de onlar yok olsun!”
“Yüzümde bir kasılma var. “Güçlü olacağım!” diye aldatıyor muyum acaba kendimi? “Virane’yi de dedeyi de unuturum!” diye inandıramıyor muyum kendimi acaba? Yoksa: “Dede de Viraneciler de unutur beni!” diye üzülüyor muyum? Bilmiyorum. Beynim durdu!”
“Bir süreliğine ayrı kalacağız, o kadar. Sen yine bizimsin! Biz senden vazgeçmedik ki! Neden hemen birden yalnız hissetmeye başladın kendini?”
“Bilmem ki! Bu zamana kadar sevgi üstüne bahis oynamadım hiç. Bire on almak nasıl olur, bilmiyorum. Ben bir severken sen on sevecektin beni dede. Sırf inatçılığım yüzündense yok et beni! Sil Virane’den ismimi cismimi! Yine de çok seviyorum seni dede! Hem de senin beni on sevmene bedel! Belki de bin...”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 765