- 969 Okunma
- 10 Yorum
- 8 Beğeni
Bit Yeniği
Çok soğuk. Bir adım atıyorum. Güneşli bir düzlükteyim. Her yer bembeyaz. Kar ve güneş aynı anda yağıyor üzerime. Biri aralıklarla çağırıyor. Mara! Mara! Önce uzak, sonra gittikçe yakınlaşan bir ses. Önce naif ve sevecen, sonra aniden kabalaşan bir ses. Annem.
“Gebermeyesice, kime çağırıyorum ben!”
Hışımla geçiyor yanımdan. Omuzlarındaki geniş şal arkasından yalpalıyor. Böyle bakınca heybetli bir hayvana benzetiyorum onu. Kalın ve kaba bir hava kütlesini yara yara ilerleyen bir mamuta belki. Az ileride bir kız çocuğu yere çömelmiş. Bir adım daha atıyorum. Bu kızı tanıyorum. Bu benim! Sekizimdeyim. Kara bir şeyler gömmüşüm belli ki. Annem kabahatimi görmesin diye tümseği gizlemeye çalışıyorum aklım sıra. Henüz onun asla kül yutmayacağını bilemeyecek kadar tecrübesizim yani. Annem, kolumdan tutup kenara atıyor beni. Karların üzerine yığılıyorum. Parmaklarım karların arasına dalıyor düşünce. Durgun kar tuz gibi. Ellerim buz gibi. Ellerimi hissetmiyorum. Annem az önce gizlemeye çalıştığım tümseği elleriyle açıyor. Ve sonra ortalığı inleten bir çığlık atıyor. Ben ve sekizindeki ben kulaklarımızı kapatıyoruz ellerimizle. Annem küçük bir çift kırmızı bot fırlatıyor büyük benden yana. Onları havada süzülürlerken izliyorum. Bir büyü yanlış bozulmuş gibi. İçim kötü hislerle dolu. Ağzımda pis bir acılık. Yaklaşan bulanık kırmızılığa öylesine dalıyorum ki, annemin ne dediğini duymuyorum artık. Orada öylece söyleniyor kendi kendine. Arada kollarını açıp gökyüzüne bir şeyler söylüyor. Allah’ın da çok umuruydun, diyorum içimden. Bakıyorum göğe, hiç bu kadar büyük bir mavilik olur mu? Tövbe tövbe ama Allah’ı hep mavimsi falan diye düşlüyorum. Pis şeytan, tövbe tövbe.
Botlar nihayet ayaklarımın dibine düşüyorlar. Bu botları babam almıştı. Onları çok severdim. Bir kere bile giymedim. Kıyamadım. Benim için öylesine kıymetliydiler ki, onları ayak gibi aşağı tabakadan bir uzva layık görmüyordum. O yüzden epey zaman yatağımın altında durdular. İçleri tozla doldu. Renkleri toz marifetiyle matlaştı. Yine de orada olduklarını bilmek huzur veriyordu bana.
Annem tümseği eşmeye geri dönüyor ve çok geçmeden havaya bir şey kaldırıyor. Bir tavşan yavrusu! Bu sefer ben olan ben çığlık atıyorum. Küçük ben ve annem aniden bana dönüyorlar. İkisinden de korkuyorum. Hiç tekin değil bakışları.
Tavşanı bana dayım vermişti. Boynunda fiyonga benzeyen bir leke olduğu için “Adına Kurdela koyalım” demişti babam. Ben bu ismi hiç sevmemiştim. Kız oldum diye hayatımdaki her şeye kızımsı yanlar yamamak zorunda mıydım? Kimsenin olmadığı yerlerde tavşanıma İsmail diyordum. O da ismini duyunca başını kaldırıp bakıyordu. İsmail, sulama
kanalında boğulan sıra arkadaşımın adıydı. Tavşanım da onun gibi bakıyordu. Kaşları gözlerinin üzerine yığılmış. Yorgun, mutsuz, garip. İki gözüm yana baksın ki bunu ben uydurmuş değilim. Yani tavşanın İsmail gibi baktığını falan.
İsmail hep feci şekilde öleceğini biliyormuşçasına davranırdı. Okul çıkışlarında herkese iyi akşamlar derken, gözlerinde hep bir “yarın görüşemeyebiliriz” ifadesi olurdu. Önceleri bunu kaşlarının doğal duruşuna bağlardım. Yoksa İsmail neden mutsuz olsundu ki? Erkek çocukların hisleri olmazdı. Onlar sabahtan akşama kadar top peşinde koşan, boş kafalı yaratıklardı. Yalnız acıkırlar ve canları sıkılırdı. Ama sonradan İsmail’in de incinebildiğini gördüm. Saçında bit bulmuştu öğretmen. Oysa kıvırcık kısa saçları vardı. Güneşte başı bir Yunan heykeli gibi parıl parıl parlardı.
Bütün erkek çocuklar ve kızların bir kısmı onunla alay ettiler. Halbuki çoğumuzun hayatında en az bir kere bit ile tanışmışlığı vardı. İsmail çok utandı. Bitlendiğinden değildi utancı. Bitin bir kız illeti olmasından dolayı alay etmişlerdi onunla. Öğretmen İsmail’in başından çekip aldığı biti iki tırnağının arasında patlatıp, cesedini İsmail’in sırasına sürmüştü. Sonra sıramızdan aldığı kalemle, zavallının saçlarını şöyle bir karıştırıp “Annene söyle yarın okula gelsin” demişti. İsmail ders boyu bitten artakalan hurdaya bakıp için için ağladı. Yanında oturuyordum ve titrediğini hissedebiliyordum. Zaten bir kızın yanına zorla oturtulmasını izzeti nefsine yedirememişti. Üzerine bu vaka da gelince adı muhakkak Kız İsmail’e çıkacaktı. Kız olmak ne kadar aşağılık bir durum idiyse artık. Kimse üzerine almak istemiyordu onu. Anneme pek çok kere "Erkek gibi kadınsın" dediklerine şahit olmuştum. Annem her seferinde, göğsüne devlet nişanı takılmış kadar gururlanırdı.
Dersten çıkınca bitli kalemle sıraya yapışmış bit cesedini alıp çöpe attım. Herkesin midesi bulanmıştı ama ben pis işleri hep severdim. Garip arkadaşım dördüncü derse girmedi. Bütün eşyalarını okulda bırakıp, bahçe duvarının arkasındaki metruk Tekel binasına gizlenip ağladı. Onu orada bulacağımı biliyordum. Çantasını ve hırkasını alıp yanına gittim. İlk defa bir erkeği ağlarken görmüşlüğüm bu vaka iledir. İlk defa ağlayan bir erkekten tiksinişim de. Allah kadına gözyaşını, erkeğe heyecanı vermekle ne iyi etmişti.
Çantasındaki tereyağlı ekmeği sınıfın penceresinin önüne ufalardı. Bunu neden yapıyorsun diye sordum birgün. “Ben cehennemde yanarken, onlar gagalarıyla su taşıyacaklar bana” dedi. O da benim gibi, fakir köylülerin cennete gidemeyeceğini düşünüyordu. Cennet bizim için büyük bir şehirden ibaretti. Hatta cennetin adını sorsalar İstanbul diyebilirdik. Hem dedem cennette de evlerin, pazarların, köprülerin olduğunu söylüyordu. İstanbul’da hepsi vardı.
Ben İsmail’i çok severdim. Çirkin çocuktu ama ince tabiatlıydı. Kederliydi. Bir çocuktan beklenmeyecek kadar melankolikti. Bir sulama kanalında ölmek ancak ona bu kadar yakışabilirdi. Cenabı Rabbimiz ne güzel yakıştırıyordu bazı şeyleri bazı kimselere.
Onu gömerlerken oradaydım. Gömmeden önce yüzünü açtılar. Kalabalıktan bir hatun kişi “Anasını getirin, yüzünü görsün” diye tutturdu. İki kadın kollarına girdi Muti Teyzenin. Onu zorla tabutun başına sürüdüler. Bakmam da bakmam diye feryat etti kadın. Bakmazsan hep gelecek diye beklersin, dedi bir ihtiyar. Çok fena bir cürüm işlemiş tutuklu gibi, derdest edercesine çekiştirdiler kadıncağızı. Taze toprakta topuklarıyla çizdiği bir çift çizgi bıraktı gerisinde. Biz, öğretmenimiz ve bütün sınıf oradaydık. Diğer çocuklar öğretmenin arkasında ağlaşırken ben tabutun yanına gittim. Muti Teyze beni görünce daha çok ağladı. O ara İsmail’i gördüm. Kaşının üstünde derin bir kesik vardı. Sanki bu kesik sayesinde kaşlarını hüzzam pozisyonunda tutan ip kesilmiş de alın kasları serbest kalmış gibiydi. Gözleri gökyüzüne bakıyordu. İnanılacak iş değil ama ilk defa onu bu kadar mutlu görüyordum.
Biri beni cenazenin başından sürükleyerek uzaklaştırdı. Kim olduğunu bilmiyorum. Kimsenin görmediği bir yerde kustum. İsmail İstanbul’a gitmişti. Babam da topraktaydı. Mezarını hiç görmedim ama o da gömülmüştü işte. Bütün sevdiklerim gömülmüştü. Demek ki toprak kıymetli şeylerin muhafaza edildiği bir yerdi. Tavşanım ve botlarım da gömülmeliydi.
Botlarımı açtığım çukura koyarken ağlamam tuttu. Onları okşadım. “Kar birkaç aya çekilir ve yeniden kavuşuruz, üzülmeyin” diye fısıldadım kulaklarına. Tavşanı çukura koymak kolay olmadı. Her defasında çukurun dışına sıçrayıp ellerimi yaladı. Bunu da bir oyun sanıyor olmalıydı. En son botları üzerine koyup, kenarda bekleyen kar yığınını üzerine yıktım. Bir kere ağladı. Kar tümseği birkaç kere sarsıldı. Kısa sürdü. İşin içindeyken çok uzun zamandır onları gömmeye çalışıyormuşum gibi hissediyordum. Her şey bittiğinde ise ne kadar kısa sürdüğünü düşündüm. O sırada annem çıktı geldi. Annem hep geç kalırdı.
Şuraya bir de instagram adresi bırakıvereyim.
nur_engindeniz
YORUMLAR
Yazının kurgusu mükemmel... Giriş paragrafında ufak bir düzenleme lâzım... Hââ bu arada tavşan karın altından canlı mi kurtarılıyor?
Yazının kurgusu mükemmel... Giriş paragrafında ufak bir düzenleme lâzım... Hâlâ bu arada tavşan karın altından canlı mi kurtarılıyor?
Pamuk ismini koyduğum minicik bir tavşan yavrusu almıştık Eminönün'deki evcil hayvanların satıldığı yerden. O evcil bir hayvan değildi elbet ama kucağımdan düşürmüyordum.
Çok güzel ve sevimliydi kucağımdan düşürmüordum. Ama bir kusuru vardı durmadan zeytin döküyordu ardından. Süratle de büyüdü üstelik ve o sevimliliği kayboldu. Kusuru daha çok göze batar oldu haliyle.
Bahçede bir boş kümes vardı onun içinde duruyordu. Ara sıra açıp bahçede dolaşmasına da izin veriyorduk. Ancak kedilerden çok korkuyordu. Yaz dönemiydi teyzeme 10 günlüğüne tatile gittim. Döndüğümde pamuk yoktu. "Kayboldu, çok aradık ama bulamadık dedi annem"
Meğer yalan söylemiş, Abimle bir konuda kavgaya giriştiğimizde "Senin tavşanın da kayboldu bilesin" dedi... "Bababın arkadaşı onu kesip bir güzel yedi" Gerçekten de zeytinlerini toplamaktan bıkınca babam onu hazır ben de yokum diye bir arkadaşına vermiş ve akibeti böyle olmuş.
Ne ağlamıştım ama....
Bir kahve sarmadı iki kahvede bitirdim yazını. Aşağıdaki etkili yorumu da okuyunca aramızdaki fark ortaya çıkmış oldu. Benim yazılarım editörsüz yayımlanıyor, seninkiler ise hep editöre takılıyor. Aradaki fark bu işte.
Bütün yazılarında hep düşünmüşümdür: Aynur Engindeniz'in hayal gücü bu denli nasıl güçlü olabiliyor diye. Helal olsun. Ama bir gün öğreneceğim sendeki yazarlık tılsımını.
Ben de bu aralar böyle bir şeyler yazacam bakalım becerebilecek miyim.
Selamlar Aynur Kardeşim, senin yazılarını böyle sık sık okumak hem ilham veriyor hem de
mutluluk.
Selamlar.
Öncelikle peşin peşin notumu verdim. Akşam kahve içerken aheste aheste okuyacağım.
Umarım iyi yazmışsındır, yoksa notumu geri alırım.
Selamlar.
Aynur Engindeniz
Neyse, iç hele kahveni. Belki kafein hatrına bu yazıyı da beğenirsin :)
Ne çok şey saklanmış yazının arkasına. Mısra mısra yükselip alçalan cümleler; Tıpkı üzerine düşen kütüğü bırakacak kıyı bulamayan debisi yüksek derelere benziyor. :)
Önce bir kaç yerde rastladığım şahsıma ham gelen yerleri alıntılayayım sonra sanırım kafanızı şişirecek bir yorum gelecektir ardından.
""Kar ve güneş aynı anda yağıyor üzerime. """ Güneş yağması cümlede orjinallikden çok hamlık hissi veriyor belki "ışık"ları gibi bir desteğe ihtiyacı var cümlenin.
""""""Bir büyü yanlış bozulmuş gibi. """""Cümle içinde ""yanlış"" görevi olmayan kelime. Yada ifade de noksanlık var.
"Botlarımı açtığım çukura koyarken ağlamam tuttu. ""İfade cümle kurmak adına kusuruz ise de, Gizli özne tekrarı çok fazla olduğundan İğreti duruyor. botlarıM.... AçtığıM...AğlamaM.........naçizane "Tuttu" ifadeyi bozuyor. Botlarımı açtığım çukura koyarken istemsizce ,Gayri ihtiyarı, hıçkırarak VS ağlıyordum. Dense sanki yazıdaki akış bozulmamış olurdu.
Güzel bir sohbetin arasında alakasız soru sohbeti nasıl sabote ederse yazı içinde önemsiz de olsa hatalar Okuru yazıdan söküp alıyor.Tekrar tekrar yazı ile bağ kurmak ise yazılanı anlamaya engel. Yazı; Gözle tenefüs edilen bir metadır. Göz ise en hassas uzvumuz. Yazım hatalarını tecrübe telafi ediyor.
fakat, cümle hatalarının her biri mayın
Ve hadsizlik ediyorsam kusuruma bakmayın. :)
Bari sonu estetik olsun
Yorumuda buraya yazarsam yazıyı geçecek. az ara vereyim. Fakat emin olun etkili ve ne dediğini bilen bir kaleme sahipsiniz. Sizi okuyanın müntesip olmama ihtimali yok. Değdiği her gözde muhakkak iz bırakıyordur eminim.
Sevgi ve Selam.
Aynur Engindeniz
Eleştiriniz yazının orjinalini tekrar gözden geçirmeme sebep oldu.
Eleştirinizin "Bir büyü yanlış bozulmuş gibi. """""Cümle içinde ""yanlış"" görevi olmayan kelime. Yada ifade de noksanlık var." kısmı dışında hepsine katılıyorum. Bu kısmı şöyle izah edebilirim:
Büyüler kişiye özeldir. Bir başkası o muskanın, sihrin vs. üzerinden geçtiğinde "Büyü yanlış bozuldu" derler. Bunu bizzat tecrübe ettim :) Belki de ifadede noksanlık etmiş olabilirim. Açıklayabilirdim fakat, cümlelerimi okura açıklamayı sevmiyorum. Açıklama yapmak yerine fotoğraf göstermek istiyorum. Bazen bu yüzden fazla detaya girdiğim söylenebilir. Bir de bilinç akışı yazmak da, okumak da zor. Gerçekten zor. Öykülerde neyse ne de, koca bir romanı hem şimdiki zaman, hem de bilinç akışı tekniğiyle yazıyorsanız geçmiş olsun.
Çok teşekkür ederim gerçekten. Ne kadar dikkatle yazsam da bazen akıldan çıkıp, ruh diliyle konuştuğum oluyor. Ve bu bazen insanı anlaşılmaz kılıyor. Törpülediğim kadarı bu.
Hadsizlik? Okumadım sayıyorum o cümleyi :)
Selamlar, saygılar.
Aynur Engindeniz
Okuduğun için teşekkür ederim. Bu benim için çok değerli.
Sevgilerimle.