- 866 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
760 – KÖTÜ ARKADAŞ
Onur BİLGE
“Güzel bir gün geçirdim ama biraz üzüldüm. Hani o arkadaşımın oto yıkama yeri vardı ya... Orayı belediye yıkacakmış. Kızcağız çok kötüydü. Dün bir ara ona da uğradım. Teselli etmeye çalıştım. Bilmiyorum durumu ne olacak. Bilmediğimiz bir güç var. Yeni yollar çiziyor bize.
Dün aklımda sen de vardın. Seninle konuşamadım ama hep aklımdaydın. Ben bir genç kızım ve sen dedem olacak yaştasın. Aramızdaki bunca yaş farkına rağmen seni bu kadar çok sevebileceğimi hiç tahmin etmezdim. Seni çok seviyorum dedeciğim!”
“Bak, o hep şikâyetçi olduğun arkadaşını da seviyormuşsun! Çok üzülmüşsün başına gelene!”
“Öyle deme dede! Kolay değil! Ekmek teknesinden oluyor! İnan ki çok zor! Dün hep ağladı. Ne bileyim, üzüldüm ama öyle çok fazla değil... Yıllardır verdiği emek yol olup gidecek! Dayanılır gibi değil!”
“Hani ona gitmek istemiyordun, annesi ve kardeşi de her gün geliyor ve canını sıkıyorlardı, ne oldu da gittin yine?”
“Birkaç gün önce onu rüyamda gördüm. O rüyadan sonra onu görmek, ne durumda olduğunu öğrenmek istedim. Epeydir ondan uzak durmaya çalıştım ama öyle olunca dün ona gitmek zorunda hissettim kendimi. Uğramaz olaydım! Rüyam çıktı!”
“Yine ne oldu? Hadisesiz bir günün geçerse başında çöp kıracağım!”
“Dün arkadaşım bana ne yaptı biliyor musun? Yanında çalışan çocuk var. On yedi yaşında... Okullar tatile girdi ya... O çocuk gelmiş çalışıyor. Onu çok sever güya. Neyse... “Arkadaşım kaç gündür gelmedin. Beni unuttun.” diye sitemler etti. Ben de dedim: “Merak etseydin arardın. Aslında merak etmedin yani!”
Ben tam çocukla arkadaşım arasındaki konunun üzerine gelmişim. Çocuk ısrarla arabasını istiyormuş. “Bir tur atıp, geleceğim!” diyor. Bizimkisi de izin vermiyormuş güya. Bana daha önceden çocuğu övüp, duruyordu. “Araba kullanmayı öğrettim. Çok iyi sürüyor.” diyordu.
Ne bileyim? Ben de dedim ki: “Ver arabayı bir tur atsın! Ne olacak ki!” Ne yaptı biliyor musun? İlk başta izin vermedi, sonra anahtarları verdi.
Çocuk gider gitmez bana dönüp, ağzına geleni saymaya başladı! “Sen işte bilmiyorsun. Efendim o çocuğun başına bir şey gelirse suçlu sensin!” gibi birçok laf, birçok hakaret... İçimde, sadece “Bu nasıl bir ders vermektir? Bu nasıl iğrenç bir oyundur? Bir çocuğun üzerinden bana ömür boyu çekeceğim bir vicdan azabı vermeyi göze almış!
Sadece dinledim, sustum. Bir ara: “Neden çocuğun yanında bunları söylemedin? Bana “Sen karışma!” deseydin karışmazdım.” diyebildim. “Ben de senin anlattığın kadarı ile çocuğun araba sürmeyi iyi bildiğini düşündüm.”
Bu sefer dönüp, bana “Tüm sorumluluk sana ait!” dedi. Efendim çocuk heveslenmiş de... Ben de daha bir gaza getirmişim de... Bir ton kendini rahatlatma, beni suçlama lafları etti.
Sonra çocuk arabayla döndü. Arabayı kaldırıma çarpmış. Kendisinde bir şey yoktu. Yaratan kurtarmış. “Ya bu çocuk ölseydi! Hadi ben bilmeden dedim, sen kendini çok zeki zanneden sen, nasıl izin verdin!” diyeceğim, olmayacak!
İçimde öylesine bir hiddet vardı ki arkadaşıma karşı! Sonra döndü çocuğun yanında bana: “Sen yaptırırsın artık!” dedi. Ben de: “İşe girer öderim!” dedim.
Çocuğun karşısında beni suçlu ilan etti, kendisini akladı. Çocuk ne düşündü? Minnet duydu. Kızmadı ya ona...
Halbuki kadının tüm derdi bendim! Artık onunla her şeyimi paylaşmamam, suskun kalmam, sadece gördüğüm zaman selamlaşmam, eskisi gibi konuşmamam, kısaca uzaklaşmam onda bana karşı düşmanlık yaratmıştı.
Benden öyle büyük bir intikam, öyle büyük bir bedel alıyordu ki! Bir çocuğun hayatı ya! Ben sustum. Bana: “Üzülme!” dedi. Ben de “O çocuk ölebilirdi!” dedim. Bu sefer kendini övmeye başladı, her zaman yaptığı gibi.
Ben de o şoktan kurtulup, eve gittim. Arkadaş değil mi! Bu olayı da kendi lehine çevirecek. Nasıl mı? Çocuk ona minnettar. Beni de minnettar yapmaya çalıştı. Ben minnettar olmayacağım! Onun istediği gibi her zaman yanında olup, hayatımdaki diğer insanlardan uzak kalmayacağım.”
“Sana kaç kere söyledim! Madem zarar veriyor, uzak dur! Her şeyden önce ruh sağlığın önemli! Annen de olsa baban da olsa ruhunu harap ediyorsa uzaklaşman lazım! Yine de sen bilirsin! Ben sadece ikaz ederim, o kadar! Karar senin!”
“Seni ona anlatamıyorum, dede. Neden, biliyor musun? Ben buna kime yakınlık duyduysam, kimi sevdiysem anlattım. Her defasında o insanlardan nefret etmemi sağladı. Bana onların hep kötü yanlarını anlattı. O insanlara karşı içime düşmanlık dolmaya başladı. Bu yüzden onları hep kırdım, üzdüm. Sonra da o insanlar hayatımdan çıktılar. Birini bile durduramadım. O, o kadar fitne fücur fesat ki! Hayatımda tek kalmak istiyor. Kimseyi kuma kabul etmek istemiyor.”
“Seni anlayamıyorum Işıl! Hem yakınıyorsun, hem sakınıyorsun hem de onun dibinden ayrılmıyorsun!”
“Bak dede! Benim, geçici ama güzel bir işim vardı. O işyerinden çıkmamda bu insanın bana ektiği kötülük tohumlarının çok büyük etkisi oldu. İş arkadaşlarım için: “Onlara cevap ver, altta kalma! Onlar kötü!” dedi. Birçok yönden beni etkiledi. Her defasında ona kandım. Böylece herkesle aram bozuldu.
Anlıyor musun? Bu insan beni kendine muhtaç etmek için elinden geleni yapıyor. Bunun farkına epey geç vardım ama yine de ben onu seviyorum. Kısaca böyle işte!”
“Sev kızım sev! İnsan düşmanını da sevmeli! Tabi ki bunu kinayeli olarak söyledim. Aslında herkesi sevmeliyiz. Düşmanımızı bile ama senin sağlık durumun buna müsait değil. Onun için endişe ediyorum. Müslüman, aynı delikten iki defa parmağını yılana ısırttırmaz! Bakar ki kötülük geliyor, tedbirini alır.”
“Daha sonra o avukat hanımın yanına girdim. Tabii ki en kötü yer orasıydı benim için. İlk başlarda her şey çok iyidir. Orada olup biteni bu arkadaşıma anlatıyordum. Güya dertleşiyorduk. O da bana anlatıyordu. Ben ona her zaman sabretmesini, susmasını ve beklemesini tavsiye ediyordum ama o beni hep ona karşı dolduruyordu. Ben de onun etkisi altında kalarak avukata karşı gelmeye başladım. Yine ona muntazaman rapor vermeye devam ettim. Ona dediklerimi ve onun bana yaptıklarını Necibe’ye bir bir anlattım. O da bana akıl vermeye devam etti. Ben de saf saf ne söylediyse yaptım.
Bu sefer her şey daha da kötüye gitti. O iyi kötü anlaştığımız kadın bir anda canavar oldu! O avukatın arkadaşı, Necibe’nin sevgilisinin de arkadaşıydı. Necibe onunla sürekli konuşuyordu.
Bir gün bana: “Senin işini kötü edeyim de gör!” dedi. “Neden?” dedim. “Canım istiyor!” dedi. Aslında yapmaya çalıştığı, onunla benim aramı bozmak, beni tek bırakmak, istediği gibi kullanmaktı. Ben o avukat hanımı sevdiğimi söylemiştim ya ona... O sevgiyi de berbat etmek istiyordu ama ben çok geç uyandım!
Eğer onunla paylaştıklarımı ona anlatmadıysa ben Işıl değilim! Çünkü o, avukatın da arkadaşı zaten. Mutlaka benim ona anlattığım her şeyi ona anlatıyordu, o da avukata yetiştiriyordu!
Kısacası, Necibe sırtımda ağır bir kambur ama ne bileyim dede yani... Şu içimdeki insan sevgisi ve acıma hissi var ya... Olur olmaz herkese güvenmemi ve acımamı gerektiriyor. Kimseye arka dönemiyorum. Kusura bakma dede! Ben iki son günlerde çok duygusal ve paramparçayım. Gelip gidip sana derdimi anlatıyorum. Seni sıktığımın ve bunalttığım farkındayım ama beni hoş gör! Dediğini de uygulayamıyorum. İçim elvermiyor.”
“O sana ne yapıyor? Asabını ve işlerini bozuyor, öyle değil mi?”
“Hem de nasıl! Hep kötülük geliyor ondan ama karşı komşumuz... Kapıyı açar açmaz yüz yüze bakıyoruz.”
“Senin ona arka dönememenin başka bir sebebi daha olmalı. Ona vermiş olduğun sırların ifşa edilmesinden korkuyor olabilir misin?”
“O da var ama zaten zannedersem ifşa etmediği sırrım kalmamıştır! Olan olmuştur bile çoktan. Dedim ya, uzunca bir süre onun yanına gitmedim. O da aramadı. İçimden gelmiyordu. Annem “Faturaları yatır!” dedi. Birazdan onları yatırmaya gideceğim. Ona da uğrayacağım. Benden yardım isterse: “Kusura bakma, işim var!” diyeceğim. Zaten iş aramam lazım. Boş durmayı sevmiyorum. Annem: “Meşguliyet tedavisi... Bir işin olmalı Işıl!” diyor. Belki de artık masraflarım onlara ağır geldiği içindir. Bilmiyorum dede. Kafam karmakarışık!”
“Ne yapmak istiyorsan onu yaptığın sürece ruhsal sıkıntın olmaz. Yapmak istediklerini yapamayanlar bunalıma girerler. En mutlu kişilere dikkat et! Onlar kimseye aldırmazlar, doğru bildikleri her şeyi yaparlar. Bu onlara acayip bir rahatlık sağlar.”
“Ne gibi dede? Anlayamadım. Bana örnekler misin?”
“Yani mesela, ben doğru bildiğim bir şeyi rahatça yapabildiğim zaman kendimi mutlu hissederim. Bazen, çok da doğru olmayan bir şeyler de yapmak isterim. Yani kimseye zarar vermeyecek bir şeyse yapmakta mahzur görmem. Ne gibi diyeyim şimdi sana? Mesela bu yaşta olmama rağmen, diyelim ki yolda sokakta ya da sizin aranızda sakız çiğnemek geldiyse içimden, kimin hakkımda ne diyeceğine aldırmam. Atarım ağzıma ve tadını çıkara çıkara çiğnerim! Ya da yolda sokakta top oynamakta olan çocukların topları ayağıma geldiyse, bir şut da ben çekerim ve bundan büyük bir haz alırım. Beni kınayacaklarmış, hiç aklıma gelmez! Umursamam! Kınayan kınasın! Yapmak istediğimi yaparım ya... Kime ne zararı var! İşte böyle! Örnekleri çoğaltabilirim.”
“Yani kimseye verilecek hesabın yok! Onu demek istiyorsun!”
“Evet! Kimseye verilecek hesabım yok! Sadece Allah’a nasıl hesap vereceğimi düşünüyorum!”
“Hangi konuda?”
“Her konuda... Mesela, tütün konusunda... Bile bile bedenime eziyet ediyorum. Onu korumadığım için kendimi suçlu hissediyorum. Bu bir! İkincisi... Sizinle tavla oynuyorum. Mesela bizim cami cemaatinden kimse tavla oynamaz. Benim tavla oynamamın bir sebebi, içinde bulunduğum topluluğa ayak uydurmaktır. İkinci düşüncem de şudur: “Ben gençlerin yaptıklarından birini yapayım, onlardan da benim yaptıklarımdan birini yapmalarını isteyeyim!” Onun için de onlara şart koşarım: “Ben seninle seve seve tavla oynayacağım ama sen de benimle namaza geleceksin!” kabul ederse oynarım. Tavla oynamak makbul bir şey değildir ama bunu yaptığım için Allah affetsin beni! Başta beni ıslah etsin, sonra cümlemizi!”
“Anlıyorum dede. İnşallah hepimizi affeder! Tavlaya gelinceye kadar ne kadar günahlarımız var, kim bilir!”
“Günah günahtır Işıl! Günahın küçüğü büyüğü olmaz! Günah ne kadar küçük olursa olsun, azımsanmaz! Evliyanın biri demiş ki: “Bedenimde bir damla haram var ve bu bana dağlar kadar ağır geliyor!” Kim bilir o bir damla haram vücuduna girdiği için ne kadar af dilemiş, ne kadar sadaka vermiştir!”
“O kadar da ince düşünmemek lazım! Aklımızı kaybederiz o zaman dede! O kadar da değildir yani!”
“Bir kazan suya bir damla necis bir şey girse o sütün tamamı necis olur mu olmaz mı? Çorbana bir damla tükürük sıçrasa, onu içebilir misin?”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 760
YORUMLAR
Merhaba...
Yine güzel bir öykü ve etkili bir anlatım...
Paylaşımlarınızı ilk görünce uzunluğundan bir ürküyor insan. Hele de bir şiir yazmakla meşgulseniz yada önemli bir işiniz varsa acaba okumaya başlasam mı başlamasam mı diye. Ama yazma tekniğiniz o kadar güzel ki insan ürkerek başladığı yazınıza bir müddet sonra çabucak bitmesin diye dua ediyor içinden...
Öyküyü öyküleştirerek yazmak ustalık ister ve maşallah konuya hakimsiniz. Gelelim öykünüze; Işıl yine yapacağını yapmış iyi niyetinden başına gelmedik kalmıyor. O nasıl bir arkadaşmış öyle, hani derler ya"selâm verdim borçlu çıktım." bir de "böyle dost düşman başına." diye tam da o cinsten yani.! Tepeden tırnağa yanlışa bulaşmış ve sonu pek hayr görünmüyor. Bana göre işin sırrı da bura da gizli.Siz dedeyle onunla arkadaşlık yapıp yapmamanız konusunda sohbet ederken aklıma çok eskilerde okuduğum bir menkıbeden bir bölüm geldi. Aklımda kaldığı kadarıyla ya Hızır(a.s) ya evliyalardan bir muhterem. Fakir, yoksul kılığında bir köye geliyor ve iki kız vardır biri varlıklı, zengin ama kötü kalpli yaramaz bir kız, diğeriyse fakir ama kalbi güzel, dini bütün bir kız. Adam önce kötü olandan yiyecek içecek istiyor ama kovuluyor, aşağılanıyor. Bu durumu gören fakir ve iyi kalpli kız hemen yaşlı adamın koluna girim eve getiriyor ve Allah ne verdiyse yedirip, içirip karnını doyuruyor. Yaşlı adam teşekkür edip ayrılırken her iki kız için de bir dua ediyor. Diyor ki; Allahım sen o beni hırpalayan, aşağılayan, bir yudum su dahi vermeyen kötü kalpli kıza iyi kalpli hayırlı bir kısmet, eş ver. Fakir olmasına rağmen beni doyuran, susuzluğumu gideren bu iyi kalpli kıza da kötü kalpli, yaramaz, hayırsız bir eş ver diyor ve çekip gidiyor....
Gelelim bu duanın hikmetine; iyi olan zaten doğru yoldadır ve kendini kurtarmıştır. Ama kötü olan zaten yolunu kaybetmiştir ve kurtuluşu da ona iyilikleriyle örnek olacak, her şeyine katlanabilecek, sabredecek bir eşle mümkün olacaktır. İyi olanın hayatına girecek kötü eşe de ancak iyi olan katlanabilecektir.Kötüye kötüyü dileseydi iki kötü de kötülüklerinde boğulup yok olup gideceklerdi. Böylece herkesin hayatı kurtulmuş denge sağlanmıştır...
İşte arkadaşının bütün kötülüklerine rağmen Işıl'ın hala onunla görüşmesin altında böyle bir hikmet var bence.Sırlar var sırlar içinde, Nurlar var O/Nurlar içinde...
Bir diğer konu da Işıl'n arkadaşına verdiği sırlarının ifşa olmasından korkması. Bir insanı en yaralayıcı şey budur. İyi gün de paylaşılan sırların kötü günde size kurşun olarak geri dönmesi. İşte o yüzdendir ki gerçek dostlar olmadıkça, dostluklarından emin olmadıkça sır paylaşmamalıyız. Yoksa başımıza umulmadık işler alırız. Bu konuyla ilgili sayfamda " Verme Sakın Sırlarını." diye bir şiirim var dileyen okuyabilir...
Finalimizi de;
Doğru bildiğiniz yolda, bir başınıza kalsanız da yürümeye devam ediniz....diye tamamlayalım...Kaleminize yüreğinize sağlık gönülden kutlarım...mahir kaleminiz daim olsun...nice böylesi güzel eserlere...selam ve sevgilerimle...saygılar...Ziya VAR
Onur BİLGE
"Mallarınız, eşleriniz ve evlatlarınız sizin için fitnedir."
Hepimiz hepimizle deneniyoruz. Hayat her bir oluş içinde devam ediyor.
O, her an bir Şe'ndedir.
Teşekkürler ilginiz ve yorumunuz için. Sevgiler... :)